Küpeli ve Ben Geldim Gidiyorum isimli belgesel filmleri ile pek çok ödüle layık görülen yönetmen Metin Akdemir, Türkiye sinemasının üç değerli yapımına farklı bir bakışla yaklaştığı, son filmi Hayalimdeki Sahneler’i tamamladı. Yakında ulusal ve uluslararası festivallerde boy gösterecek olan filmin yönetmeniyle, mercek altına aldığı Kadının Adı Yok, İki Kadın ve Dul Bir Kadın filmlerini, hayalindeki sahneleri ve queer sinemayı konuştuk.

Türkiye’de LGBTİ+ sinema, 1962 yılında iki kadın karakterin kaçamak bir öpücüğü ile başladı. Queer hareketin yükselişiyle birlikte, sineması da ivme ve görünürlük kazandı. Toplumsal hoşgörüsüzlük bir yana, devlet eliyle uygulanan sansür nedeniyle uzun yıllar filmlerde ya LGBTİ+ karakterler yer almadı, ya da olumlu şekilde temsil edilmediler.

1970’li yıllarda televizyonun tüm evlere usul usul girmesi, Beta ve VHS kasetlerin, film oynatıcıların yaygınlaşması sonucu beyaz perdeye olan merakın azalmasıyla Yeşilçam’da seks filmleri furyası başladı. Kadın bedeninin bir teşhir nesnesine dönüştürüldüğü, cinsel içerikli filmlerde lezbiyen ilişkilere de yer verildi, ancak karakter yapılandırmaları ve temsilleri oldukça sorunluydu.

1980’lere gelindiğinde ise Türkiye sinemasında, feminist rüzgârlar esmeye başladı. Deniz Türkali vasıtasıyla kadın hakları aktivistleri ile tanışan ve feminist çevreyle ilişkilenen yönetmen Atıf Yılmaz, bir yandan kadınları cinselliklerini özgürce yaşarken gösterdiği, öte yandan da toplumun elit kesimindeki dejenerasyonu gözler önüne serdiği Dul Bir Kadın filmini beyaz perdeye yansıttı. 1985 yapımı film, Müjde Ar ve Nur Sürer ikilisinin bir önceki gece beraber olduklarını ima eden, aynı yatakta çıplak uyudukları sahneyle hafızalarda yer edindi. Yılmaz’ın iki kadın arasındaki yakınlaşmayı muallakta bıraktığı tek filmi bu değildi. 1987 yılında bir kez daha yönetmen koltuğuna oturan sinema ustası, aile ve çevre baskılarıyla büyüyen bir kadının geçmişte yaşadığı olaylarla hesaplaşmasını konu ettiği Kadının Adı Yok’u çekti. Bu filminde de Sevil ve Işık adlı iki kadın karakter arasında “farklı” bir yakınlaşma söz konusuydu.

Kadın karakterler arasındaki yakınlığı dostluk mu, cinsel çekim mi sürüncemesinde bırakan bir başka isim de Yavuz Özkan. Yönetmenin cinsiyet eşitsizliğini ilmek ilmek işlediği İki Kadın filminde sahip olduğu erki, yıllardır yarattığı “güçlü” imajı korumak isteyen politikacı bir adamın tecavüz ettiği kadınla karısı arasında gelişen yakın ilişki de akıllarda soru işaretleri bırakacak türdendi.

Kadın çalışmaları alanında yüksek lisans yaparken, Türkiye sinemasında kadınlar arasındaki “homososyal” ilişkilere dair bir tez yazmayı amaçlayan, ancak bu konu üzerine çalışmak isteyen bir akademisyen bulamayan Metin Akdemir, tez projesini filme dönüştürdü. Küpeli ve Ben Geldim Gidiyorum isimli belgesel filmleri ile pek çok ödüle layık görülen genç yönetmen, son filmi Hayalimdeki Sahneler’i tamamladı. Yakında ulusal ve uluslararası festivallerde boy gösterecek olan filmin yönetmeniyle, mercek altına aldığı Kadının Adı Yok, İki Kadın ve Dul Bir Kadın filmlerini, hayalindeki sahneleri ve queer sinemayı konuştuk.

Yaptığın işleri severek izliyorum. Son filmini diğerlerinden farklı ve oldukça cesur buldum. Hayalimdeki Sahneler’i çekmeye nasıl karar verdin?

Kadınlar arasındaki hikayeleri konu alan filmleri her zaman ayrı sevdim. Bu filmlerin bazılarında açıkça queer bir ilişki göremesem de filmlerdeki bazı imalar bana kadın karakterler arasındaki ilişkinin dostluktan öte olduğunu düşündürürdü. Bu muhtemel queer ilişkiler benim okumalarım mı, yoksa sansür nedeniyle imadan öteye geçemeyen ilişkiler mi, ya da sadece kadınlar arasındaki dostluğu anlatan hikayeler mi gibi sorular ve filmlerdeki muğlaklıklar aklımı kurcalıyordu.

Sinemada kız kardeşlik, arkadaşlık, kankalık, dayanışma adı altında kurulan ilişkileri ve bunların altında gizlenenleri hep merak ederdim. Ne zaman bu tarz filmler izlesem, ben olsam o sahneyi şöyle çekerdim diye düşünürdüm. Bu filmlere queer bakış açısıyla yaklaşıldığında ve hayalimdeki sahneleri eklediğimde neler olabileceğini görmek için yola çıktım. Yola koyulmadan evvel de, ‘O sahneler nasıl çekildi acaba?’, ‘Oyuncular sahnelere itiraz etmiş midir?’, ‘Oynamak istemeyenler olmuş mudur?’, ‘Senaryoları yazılırken vazgeçilen sahneler var mıdır?’, ‘Yönetmen sansür mü uyguladı, yorumu seyirciye mi bıraktı acaba?’ gibi onlarca soru vardı aklımda.

Hayalimdeki Sahneler’de Türkiye sinemasının çok kıymetli üç filmini irdeliyorsun. Bunlardan ikisi, Atıf Yılmaz’ın 1984-1987 tarihli, Dul Bir Kadın ve Kadının Adı Yok filmleri, diğeri ise Yavuz Özkan’ın 1992 yapımı, İki Kadın filmi. Neden bu filmler? Bu filmleri seçmenin özel bir nedeni var mı?

80’ler hareketli bir dönem olduğu için, özellikle o yılların sinemasını tercih ettim, 60’larda da tabii böyle örnekler var. İki Gemi Yan Yana, Ver Elini İstanbul gibi kadın eşcinselliğine dair görüntülerin olduğu filmler söz konusu. Ya da Düş Gezginleri gibi birebir, gerçekten adı konulmuş bir ilişki filmi varken, daha çok dışarıda kalan, “ima eden” filmleri seçtim.

Bu üç filmde, birçok benzerlik gözüme çarptı. Mesela, üçünde de iki kadın ve bir erkekten oluşan film anlatıları var. Kadınlar arasındaki hikayeler dostluk, arkadaşlık ve dayanışma içeriyor. Filmlerde bir aşamadan sonra ya erkekten dolayı kadınlar arasındaki ilişki sekteye uğruyor, ya da erkek hikayenin dışına itilip dekadraj ediliyor. Ayrıca tabii müthiş oyuncular oynuyor. Hepsi benim hayranlık duyduğum personalara sahipler. Nur Sürer hayranıyım ve tabii ki Zuhal Olcay, Müjde Ar, Hale Soygazi, Serap Aksoy ve ikonik Şahika Tekand.

Ayrıca, Türkiye sinemasında çok önemli meseleleri cesaretle ve tutkuyla işlemiş, Müjde Ar, Nur Sürer gibi muhteşem oyuncularla birlikte ortak işler üretmiş, birbirinden farklı kadın hikayelerine dikkat çekmiş olan Atıf Yılmaz, benim için yol gösterici oldu. Yaptığı her filmi hayranlık duyarak izledim. Sinemaya bakışını, filmlerini, ortaya koyduğu işleri çok değerli buluyorum. Bütün bunlardan dolayıdır bu filmleri seçmem.

Hayalimdeki Sahneler’de çok değerli oyuncuları da görüyoruz. İkna etmekte zorlandın mı?

Ben akademiye çok saygı duyardım eskiden, akademik teorilerin altında ezilirdim. Kendi cehaletim ile mücadelem hiç bitmedi. Önce sinema alanında bana bunu hissettirmeyen Engin Ertan, Özlem Güçlü ve Umut Tümay Arslan ile görüştük. Bu insanların film disiplinine ve cinsellik meselesine yaklaşımı beni hep heyecanlandırmıştır. Daha sonra filmlerde oynayan kadınlara ulaşmaya çalıştık. Ulaşabildiklerimiz ve kabul edenlerle de görüştük. Nur Sürer, Hale Soygazi, Serap Aksoy ve Deniz Türkali ile röportajlar yaptık. Çeşitli nedenlerle görüşmek istemeyenler de oldu, canları sağ olsun!

Film sadece röportajlardan ibaret değil, finali ve hayalindeki sahneler kısmı nasıl oluştu?

Günlük hayatta adını koyamadığınız şeyleri bir filmde gördüğünüz zaman bir tür aydınlanma yaşayabilirsiniz. O yüzden temsil meselesi çok önemliydi benim için. Tam da bu sebeple bu sahneleri tekrar çektim. Bu filmlerdeki imalardan öteye bir laf etmek istiyordum.

Üretim aşaması çok zor bir süreçti. Oyuncuları önce uzakta aradım, ancak olmadı, anlaşamadık ama desteklerini esirgemediler. Sonra ben neden uzakta arıyorum ki bu oyuncuları dedim. Yakın çevremden queer aktivist arkadaşlarıma ve onların çevrelerindeki oyunculara ulaştım. Müthiş tutkuları ve cesaretleri bana yol oldu. Provalar yaptık, dans ettik ve uzun uzun konuştuk. Bulut Sezer, Nihal Albayrak, Gizem Tileylioğlu, Derin Cankaya, Ece Z. Taşkın ve Su İnce, son olarak da Özgür Biber ile çalıştık.

Mesela İki Kadın filminde, Yavuz Özkan kadın karakterleri öpüştürseydi, ya da kadınlar arasındaki ilişkiye bir ad koyulsaydı seyirci açısından ne değişirdi?

Söz konusu filmlerde kadınlar el ele sokaklarda dolaşıyorlar, beraber bir kayığa binip romantik bir yolculuğa çıkıyorlar, birbirlerini dikizliyorlar… Mesela Nur ve Müjde birlikte yatıyorlar, üstelik çıplaklar. Ancak, bütün bunlar dostluk olarak geçiriliyor.

Kadınlardan hoşlanan bir lubunya, Dul Bir Kadın filmini izlediğinde, “Bu filmde kadınlar yakınlaşıyor, ama sanırım aralarındaki ilişki arkadaşlık. Ben de hemcinsime ilgi duyuyorum, öyleyse bizim aramızdaki şey de arkadaşlık” diyebilir. Ne gösterirsen, ne kadar gösterirsen bunu izleyen izleyici de o kadarını görür ve hayatına yansıtır. Ben o temsili bir adım öteye götürmek ve o olasılığı tekrar tartışmak istiyorum aslında. Benim filmimdeki sahneler de izleyiciyi yine muğlak bir yerde bırakabilir, en azından olasılıklar genişler, tek bir ihtimalden çıkar gibi geliyor.

Proje aşamasındayken filmin adı Çekil(e)meyen Sahneler’di, sonra neden değişti?

Film yapmak için yola çıktığınızda bazen değişiklikler yapmanız gerekebilir. Film ile ilgili röportajlara başladığımızda bizim düşündüğümüz kelime oyunu ve metafor konuştuğumuz kişilerle benzer tınlamadı. Röportaj yaptığımız oyuncular ve filmlerin yapımcıları, “Biz her şeyi çektik, çekilmedik sahne yok” dediler. Benim çekil(e)meyen demekteki niyetim sahnelerin çekilemediğini söylemekten öte, bu sahnelerin neden böyle çekildiğini araştırmak adına bir kapı açmaktı. Ancak bir anlatım ve anlam karmaşasına mahal vermek istemediğimizden, filmin ismini Hayalimdeki Sahneler olarak değiştirmeyi doğru bulduk. Herkes çok memnun oldu bu yeni isimden. Ben koç burcuyum, buna ikna olmam zor olmadı.

Film nerelerde gösterilecek?

Çok tatlı bir ekip var filmin oluşmasını sağlayan, hep beraber festival başvuruları yapıyoruz. Ben Berlin’de bir sanatçı rezidensisine kabul edildim. Bir ay boyunca Berlin’de yeni filmim üzerine çalışacağım ve hazır buraya kadar gelmişken de özel bir gösterim yapacağız. Ardından Duke Üniversitesi’nde bir queer artist buluşması olacak. Orada ve Boston’daki Wicked Queer Film Festivali’nde de seyirci ile buluşturacağız.

Nisan’da İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) Film Festivali’ne başvurduk; eğer seçilirse Türkiye prömiyerini İKSV’de yapacağız. İngiltere Leeds’te yer alan East Street Art isimli kurum ile bir ortaklık yaptık, mayıs ayında da orada gösterimimiz olacak. Ayrıca İngiltere’ye bir queer artist buluşmasına gideceğim, filmi bu buluşmada da gösterecekler.

Filminin sade, ama derdini çok iyi anlatan bir afişi var. Kim tarafından tasarlandı ve nasıl ortaya çıktı?

Vardal Caniş ile çalıştık. Afişte tekniği ve içeriği birleştirmek istedik. Sulu boyanın dağılan, akışkan, belli belirsiz olan güzelliğini yöntem olarak seçtik. Bu filmlerdeki kadın karakterlerin denizle ilişkileri var. Kadınlar arasındaki muğlak temsilleri de askının indirilmesi üzerinden ifade ettik. “O askı iniyor mu, yoksa düzeltiliyor mu?” ikilemini ya da çokluğunu resmetmek istedik. Ve 80’li yıllardaki estetikten referansla -ki Atıf Yılmaz film afişleri böyle olurdu- “bir Metin Akdemir filmi” yazdık. Önce biraz çekindim klişelerden dolayı. Mavi renk, deniz, gökyüzü gibi sembollerin yoğun anlamlarından sıyrılmamız gerekiyordu. Biz de kendi film anlatımımızı afişe yansıtmaya çalıştık. Vardal çok iyi iş çıkardı elbette.

Türkiye sinemasında LGBTİ+ karakterlerin yeterince yer bulamamalarının nedenleri sence neler? Sevdiğin queer konulu yerli filmler var mı?

Bir ülkenin heteroseksizm ile ilişkisi her şeyine dair bir söz söylüyor. Ne yazık ki ülke olarak “normal” olmayanın dışında kalan her çeşitliliği yok sayıyoruz. Esasen sinema çeşitliliğe açık bir alan. Ne kadar çok, farklı, değişken karakter varsa, aslında tahayyülümüzü o kadar ferahlatır ve genişletir. Umarım daha çok çeşitli karakterler görebiliriz.

Çok fazla film var elbette. Ancak LGBTİ+ bireyler çok az gösterildiği için bir rol model yok. Ben kişisel olarak kurmaca dünyasından İki Başlı Dev’i severim. Vicdan, Beyoğlu’nun Arka Yakası, İhtiras Fırtınası aklıma hızlıca gelenler.

Netflix gibi film izleme platformlarının queer filmler için bir avantaj sağlayacağını düşünüyor musun?

Kesinlikle. Online izleme platformları izleyicilerin gurmeliğini ve izleme deneyimini genişletiyor. Ancak Türkiye pazarı için daha fazla Türkiyeli/yerli içerik hazırlanabilir. Türkiye yapımı olan çok iyi queer belgeseller var. Üstelik devamı da geliyor bu filmlerin. En son İKSV’nin Köprüde Buluşmalar etkinliğinde çalışırken güzel hikayeleri ve dertleri olan queer film projeleri okudum. Gümbür gümbür geliyor lubunya yönetmenler ve içerikler. Netflix’e bile gerek yok hatta. Biz kendi online izleme sistemlerimizi neden kurmayalım ki!

Sinema ile ilişkin nasıl başladı?

İstanbul Üniversitesi Sinema Bölümü’nden mezun olduktan sonra, kadın çalışmaları alanında yüksek lisans yaptım. O dönemler queer ekoloji üzerine bir tez yazmıştım. Yüksek lisansa başladığım dönemde Kültür Bakanlığı fonuna başvurdum ve gelen destek ile, Ben Geldim Gidiyorum isimli bir belgesel film yaptım. Bu film, Akbank Film Festivali, Uluslararası Altın Koza Film Festivali, Split Uluslararası Yeni Film Festivali, Altın Safran Film Festivali gibi birçok festivalde gösterildi ve “En İyi Belgesel” dalında onun üzerinde ulusal ve uluslararası ödül aldı.

Ardından Anadolu Kültür, o dönem küçük miktarlı bir hibe programı açmıştı. Ona Küpeli isimli projemle başvurduk ve yönetmen arkadaşım Çetin Baskın ile destek aldık. Küpeli filmiyle birçok festival gezdik. Bu filmimiz de Ozu Film Festivali İtalya Özel Ödülü, Kortfilmfestivalen Norveç En İyi Film Ödülü, Capalbio Film Festivali İtalya World Of Map Award Ödülü gibi ödüllere layık görüldü. Bu iki film de Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi’nin hazırladığı Hisar seçkisine seçildi. Halen bağımsız bir yönetmen olarak yeni filmler yapmaya devam ediyorum.

Sinema ile hep iç içe ve yakın bir ilişkim oldu. Birkaç yıl İKSV Film Festivali’nde ve Documentarist Film Festivali’nde çalıştım. Arada, video formatında, güncel sanat işleri de ürettim ve bu üretimlerim çeşitli sergilerde sergilendi. Bu aralar film ve güncel sanat alanını birleştirmek gibi bir hayalim var.

Bu iki filmime ve yaptığım diğer video işlerine https://vimeo.com/metinakdemir adresinden ulaşılabilir.

Yola LGBTİ+ aktivisti Boysan Yakar ile koyulmuştunuz. Boysan’ın gidişi filmi etkiledi mi?

Umarım daha fazla queer yönetmen ve daha fazla queer filmlerin yapılmasına olumlu bakan yapımcılar olur, çünkü çok yetenekli oyuncular ve teknik ekipler var Türkiye’de. Boysan yaşasaydı Hayalimdeki Sahneler’in yapımcısı olacaktı. Arkadaşım, aktivist yoldaşımdı, ancak aramızdan ayrıldı. Bu dünyada bir yıldızdı, şimdi daha da parlak bir yıldız oldu. Gidenler parıldasın, kalanlar pullansın diyorum.

Sen Müjde, ben Nur!

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.