Kadınların toprak mülkiyetinden dışlanması, erkeklere cinsiyete dayalı bir işbölümü yaratma ve bu yolla kadınların ürettiği artık ürüne el koyma imkanı verir. Yıllardır toprak mülkiyetinde erkek egemenliğinin söz konusu olduğu kırsal kesimdeki kadınlar için tarım arazisi ve diğer kırsal mülk biçimlerine, tarım teknolojilerine ve ticari faaliyetlere erişim hakkı önemini koruyor.

Bu yazı kapsamında, patriyarkal sistemin tarımda kadın emeği sömürüsüne dayanan biçimini ele alarak, Türkiye’de kapitalist dönüşüme, kadınların eğitim, ücretli istihdam ve kamusal alanın diğer kurumlarına olan erişimine, devletin, kültürel ve dini koşulların erkek egemen karakterine olan etkisine kısaca değineceğim. Erkek tahakkümünün gösterdiği çeşitliliğin kadınları kır ve kent temelinde böldüğünü düşünüyorum. Feminist politikanın bu bölünmüşlüğü kadınların farklı talep ve stratejilerini birleştirerek aşması için bazı öneriler de getirmeye çalışacağım.

Politik iktisadın kör noktası: patriyarkal emek sömürüsü

Klasik politik iktisatta tarımın rolü kapitalist dönüşümün ilk evrelerinde gerekli olan birikimi finanse etmek ve kapitalist sektörlerde ücretli çalışacak emek gücünü arz etmek ile sınırlıdır. Arthur W. Lewis, tarım-dışı kapitalist sektörlerde verilen ücret, erkeklerin tarımsal aile işletmelerinde sahip olduğu tüketim düzeyinden yüksek olmalıdır, aksi takdirde erkekler tarımı terk etmez der. Bir başka deyişle, tarımdan sınırsız emek sağlanması ücretlerin geçimlik düzeyin üzerine çıkması koşulu ile mümkündür. Neo-klasik iktisattan farklı olarak toplumsal ilişkileri göz önünde bulundurmasına rağmen, Lewis tarımdaki patriyarkal emek sömürüsünün emek arzına olan etkilerini göz ardı eder.

Kapitalist dönüşümün çeşitlilik gösteren güzergahları tek başına bu sisteme özgü dinamikler tarafından değil, patriyarkal emek ilişkileri tarafından da belirlenir. Bu anlamda feminist yazın kadınların ev içi emeğinin emek gücünün yeniden üretimi ve kapitalist emek sömürüsü için bir ön koşul olduğunu, ve hatta küresel değer zincirlerinin kadınların ücretsiz ev emeği olmaksızın ayakta kalmasının mümkün olmadığını detaylı bir şekilde ele aldı.[1] Bu yaklaşımın izinden giderek, tarımdaki patriyarkal emek sömürüsünün, erkekler için tarımsal aile işletmelerindeki tüketim düzeyini, geçimlik düzeyi ve kapitalist sektörlerde ödenen ücretleri arttırdığından, öte yandan kadınlar için ücretli emek imkanlarına erişimi kısıtladığından bahsedebiliriz. Dolayısıyla patriyarkal emek ilişkilerinin tarımdan tarım-dışı kapitalist sektörlere sağlanan emek arzı üzerinde önemli bir etkisi vardır.

Feminist yazında tarıma dayalı patriyarkal ilişkiler

Ortadoğu ve Afrika bölgesinde patriyarkanın çeşitliliğini inceleyen çalışmalar tarımdaki kadın emeği ile toplumdaki erkek egemenliği arasında bir ilişki kurarak erkeklerin tarımda kadın emeği üzerinde sağladıkları kontrol sayesinde maddi faydalar elde ettiğini söyler.[2] Aile-içi üretim tarzı, neo-patriyarka, ve klasik patriyarka gibi farklı kavramlar geliştirerek, patriyarkanın söz konusu biçiminin devletin erkek egemen karakteri, kadınların mücadele stratejileri, aile ilişkileri ve kapitalist pazar dinamikleri üzerindeki etkisine de değinirler. Tüm katkılarına rağmen bu çalışmalar, bir yandan tarımdaki erkek egemen ilişkilerin kapitalizm ile birlikte ortadan kalkacağını varsayar, bir yandan da patriyarkal emek sömürüsü ile kadınların toprak mülkiyetinden dışlanması arasındaki ilişkiyi göz ardı eder.

Feminist politik iktisatçılar ise erkeklerin kadın emeği üzerindeki kontrolünü kadınları toprak mülkiyetinden, tarım teknolojilerinden, ve pazar ilişkilerinden dışlamak suretiyle arttırdığını inceler.[3] Güney Asya’da tarımdaki dönüşümün cinsiyetçi yapısı ile kadınların mülk sahipliğinden dışlanması arasındaki bağlantıyı incelediği çalışmasında, Bina Agarwal, mülk sahibi olmanın kadınların sosyo-ekonomik koşulları açısından ve erkek şiddetinden korunmak anlamında etkili olduğunu gösterir. Fakat, Agarwal mülk sahipliği kavramı altında bir üretim aracı olan toprağı diğer mülkiyet biçimlerinden (örneğin ev, dükkan) ayırmaz. Bana göre bu sorun kadınların toprak mülkiyetinden dışlanması ile tarımdaki patriyarkal emek sömürüsü arasındaki ilişkinin ihmal edilmesine yol açar.

Tarım toprağı herhangi bir mal değildir. Artık değer üretimine imkan sağlayan istisnai bir mülkiyet biçimi, bir başka deyişle üretim aracıdır. Tarihsel süreçte toprağı işleyen emekçiler üzerinde çeşitli yollarla tahakküm kuran bir kesim her daim olmuş, bu tahakküm nedeniyle emekçiler kendi ihtiyaçlarından fazlasını üretmek ve çalışmayan ayrıcalıklı kesime vermek zorunda kalmıştır. Her üretim aracında olduğu gibi toprağın da sahipliği üzerinde hak iddia etmek, emekçiler üzerinde tahakküm kurmanın ve artık değere el koymanın en önemli yoludur. Toplumda gücü elinde tutan kesim, toprağa sahip olduğu iddiası ile bir işbölümü dayatır ve emekçiler tarafından üretilen fazla ürüne çalışmaksızın el koyar. Feodal dönemde soylular, tımar sahipleri, Amerika’da kölecilik döneminde beyazlar toprağın sahibi olduğunu iddia ederek tarımsal artığa el koydu. Konuyu patriyarkal ilişkiler çerçevesinde ele alırsak: kadınların toprak mülkiyetinden dışlanması, erkeklere cinsiyete dayalı bir işbölümü yaratma ve bu yolla kadınların ürettiği artık ürüne el koyma imkanı verir. Patriyarkal işbölümü, patriyarkal emek sömürüsünü getirir.

Türkiye koşullarında tarımda patriyarkal emek ilişkileri

Klasik politik iktisada hakim olan yukarıda bahsettiğim yaklaşımın izinden giderek, Türkiye’de kapitalist dönüşümü inceleyen çalışmaların sanayi ve finans sektörlerine odaklanarak, gerek tarımın gerekse tarımdaki patriyarkal emek sömürüsünün toplumsal dönüşüme olan etkilerini ihmal ettiğini düşünüyorum. Teorik düzeydeki bu eksiklik, ampirik düzeyde de etkili. Örneğin, kent ve kırsal alan ayrımı bölgenin temel faaliyet alanı dikkate alınmaksızın salt nüfus baz alınarak yapılmakta. Oysa ki Türkiye gibi ülkelerde temel faaliyet alanı tarımsal üretim ve tarıma dayalı diğer faaliyetler olan (ticaret, taşımacılık, depolama vd.) pek çok kasaba ve kent var. Yine, tarımsal üretime bağımlı olan bu faaliyetlerin, istihdam verilerinde tarım-dışı olarak gruplandırılması tarımın toplam istihdam içindeki önemini gizliyor. Ayrıca, 2014 yılından itibaren Türkiye’de nüfusu 5 binin üzerinde olan her yere belediye açma yetkisi verildi ve belediyesi olan her yer kentsel alan kapsamına alındı. Bunun sonucunda 2012 yılında nüfusun yüzde 77’si kentlerde yaşarken, aynı rakam 2014 yılında aniden yüzde 92’ye çıktı. Patriyarkal emek ilişkilerini incelediğimizde farklı bir kent kır ayrımına ihtiyacımız olduğu açık.

Kapitalizm ile birlikte tarımın ‘çözüldüğü’, özellikle 2000’li yıllardan bu yana tarıma verilen desteğin kesilmesinin küçük-orta ölçekli işletmeleri ortadan kaldırdığına yönelik iddialar ise sadece kadınların ücretsiz emeğini değil, aynı zamanda yerel üreticiyi koruyan iç pazara yönelik korumacı uygulamaları ve arazi toplulaştırmasını da dikkate almıyor. Küçük-orta ölçekli işletmelerin verimliliğini arttıracak olan arazi toplulaştırması tarımın küresel pazar ile bütünleşmesi konusunda devlet tarafından sunulan ciddi bir desteğe tekabül ediyor. Bu uygulama ile köylülerin topraksızlaştırılacağı iddiası ise toplulaştırmanın ön koşulu olan çoğunluk esasına uygun değil.[4] Özetle, son yıllarda tarıma verilen devlet desteğinin tamamen kesilmesi yerine verilen desteğin güncel koşullara uyarlanarak farklı bir biçimde devam ettiğini düşünüyorum.

İşçi ailesi içindeki patriyarkal emek sömürüsü, feminist çalışmalar aksini gösterene kadar uzun süre göz ardı edildi. Bu yaklaşıma benzer şekilde tarımsal aile işletmelerinde köylü ailesinin tüm bireylerinin üretim sürecine eşit katıldığı varsayılır. Türkiye koşullarında tarımdaki patriyarkal emek ilişkileri incelendiğinde karşımıza çıkan tablo söz konusu varsayımdan epey farklı. Her şeyden önce yaşanan kapitalist dönüşüme rağmen, Türkiye’de tarımın küçük toprak mülkiyetine dayalı yapısı 1950’lerden bugüne varlığını koruyor. Tarımsal işletmelerin sadece yüzde 6’sı büyük ölçekli işletmelerden ibaret (20 hektar ve üzeri). Ücretsiz aile emeği olmaksızın ayakta kalması mümkün olmayan küçük-orta ölçekli tarımsal işletmelerin oranı ücretli emeğe dayalı büyük işletmelerden her daim daha yüksek.

Küçük-orta ölçekli tarımsal işletmeler ile paralellik gösteren bir diğer konu da tarımdaki ücretsiz aile işçilerinin ağırlıkla kadın olması. Öyle ki, sanayi üretim kapasitesi anlamında dünya genelinde ilk yüzde 10’a giren Türkiye’de 2006 yılına kadar tarımın toplam kadın istihdamı içindeki oranı tarım-dışı sektörlerden daha yüksek idi. Yine, Arjantin, Brezilya, Şili, Meksika, Güney Afrika ve Malezya gibi pek çok ülkede kadın ve erkek istihdamı eş zamanlı olarak tarımdan tarım-dışı sektörlere kaydığı halde, Türkiye’de ciddi bir eşitsizlik göze çarpıyor. Erkek istihdamının tarım-dışı sektörlere geçişi 1970’lerin ortasında tamamlandığı halde, kadın istihdamının geçişi 2000’lerin ortasına kadar gecikiyor.[5] Tarımda aile içinde patriyarkal emek sömürüsü olduğunu gösteren bu veriler, etnografi ve diğer niteliksel yöntemler kullanan araştırmalar tarafından da destekleniyor. Bu araştırmalar, tarımsal üretim sürecinde cinsiyete dayalı keskin bir iş bölümüne ve kadın emeği üzerindeki güçlü erkek tahakkümüne işaret ederek, dini ve kültürel değerlerin bu amaçla erkekler tarafından nasıl kullanıldığını ele alıyor.[6]

Tarımda kadın emeği üzerindeki erkek tahakkümü ile kadınların toprak mülkiyetinden dışlanması arasında bir neden-sonuç ilişkisi olduğunu yukarıda izah ettim. Türkiye’de kırsal kesimde kadınların toprak mülkiyetinden dışlanması şimdiye dek gelenekler ile açıklandı. Ancak, başka bir yazıda ele aldığım gibi 2001’e kadar küçük-orta ölçekli tarımsal arazi mülkiyetinde kadına karşı yasal ayrımcılık yapılmıştır.[7] 2001 yılına kadar yürürlükte kalan 1926 medeni kanununun miras ile ilgili maddeleri, tarıma elverişli küçük-orta ölçekli arazileri ve bu araziler üzerinde bulunan değirmen, makina, araç gereçler, ve hayvanlar gibi diğer kırsal mülk biçimlerini erkek mirasçıya verir. Kanuna göre eğer ki arazi tarım arazisi ise ve o yıllarda tapu kadastro tarafından bölgenin koşullarına göre belirlenen ‘bölünemez arazi’ ölçeğinden küçük ise medeni kanunun 507 ile 602 arasında kalan maddeleri uygulanır. Buna göre tarımsal işletme, arazi ve üzerindeki diğer mallar ile birlikte doğrudan erkek mirasçıya bırakılır. Ancak, erkek çocuklardan hiçbiri istemez ise ve kız çocuk veya kocası tarımsal işletmeyi yönetmeye ehil ise arazi ve diğer mallar kadına bırakılır. Dönemin hukukçularından Ferit H. Saymen’in de belirttiği gibi bu hüküm tarım toprağı mülkiyetinde kadına karşı ciddi bir ayrımcılık anlamına gelir.

Feminist teori ve politika açısından bazı sonuçlar

Türkiye koşulları patriyarkal sistemin tarımda kadın emeği sömürüsüne dayanan özel bir biçimi olduğunu gösteriyor. Patriyarkanın türleri üzerine yapılan çalışmalar, erkek tahakkümündeki değişimi baz alarak iki temel kavram geliştirir: (1) kadınların kamusal alanın her türlü kurumundan, örneğin eğitim, ücretli emek, siyaset, sendikalar, parlamento ve diğer kamusal karar alma mekanizmaları, kültürel ve dini koşulları şekillendiren medya ve diğer etki odakları, dışlanmasına dayanan ‘ev içi patriyarka’, ve (2) kadınların kamusal alanın her türlü kurumu içerisinde yer alabildiği, ancak söz konusu kurumlar içerisinde daha az etkili olabildiği ikincil konuma itildiği, ‘kamusal patriyarka’.[8] Her ne kadar ülke, bölge ve tarihsel koşullara göre değişen stratejiler geliştirmemize yardımcı olsa da, bu çalışmalar kamusal patriyarkaya odaklanarak, ev içi patriyarkanın farklı biçimlerini göz ardı ediyor.

Bana göre ev içi patriyarkanın iki alt türünden bahsedebiliriz: modern ve modern-öncesi ev içi patriyarka. İlkinde kadını ücretli emekten dışlamak ev içinde patriyarkal emek sömürüsünün sürekliliği için gerekliyken, ikincisinde kadınları toprak mülkiyetinden dışlamak kadın emeğinin tarımdaki patriyarkal sömürüsünü mümkün kılar. Ev içi patriyarkanın her iki türü de devletin, kültürel ve dini koşulların patriyarkal karakterini şekillendirirken, kadının kamusal alana dair her türlü kurumdan dışlanmasına yönelik bir baskı yapma eğilimindedir.

Modern-öncesi ev içi patriyarka aynı zamanda Türkiye’de kapitalist dönüşümün izlediği güzergahları belirleyen etkenlerden biri. Kapitalizmin ileri aşamalarının tarımdaki köylüleri topraksızlaştıracağı, işçileştireceği, ve ücretli emeğe ihtiyaç duyan kapitalist çiftliklere yol açacağı varsayımına karşılık, Kapital’in üçüncü cildinde Karl Marx, kapitalist dönüşümün farklı güzergahları olduğunu anlatır. Küçük üreticilerin üretim araçlarına sahip olmaya devam ederek başkalarının emeğini sömürebileceği ihtimalinin mevcut olduğunu söyler.[9] Bu yaklaşımın izinden giderek, tarımdaki patriyarkal emek sömürüsünün, kırsal kesimdeki kadınların işçileşme sürecini yavaşlatmak, ve geçimlik düzey ile ücretleri arttırmak suretiyle tarımdan sağlanan emek arzı üzerinde etkili olduğunu göz ardı edemeyiz. Örneğin, Latin Amerika ülkelerinde, erkek kadın, tüm emekçiler topraksızlaştırılarak işçileştirilmiş, böylelikle ücretli emeğe dayalı kapitalist çiftlikler tarımsal yapıya hakim olabilmiştir. İstihdamda erkeklere öncelik veren bu çiftlikler, ilk elden kadınların tarım-dışı sektörlere kayması sonucunu doğurmuştur. Oysa ki Türkiye gibi ülkelerde tarımda cinsiyete dayalı iş bölümünden faydalanma imkanına sahip olan erkekler, üretilen tarımsal artık değere el koyarak görece daha yüksek bir tüketim düzeyine sahip olur. Tarımdaki patriyarkal emek sömürüsünün emek arzı üzerindeki etkisi tarihsel süreçte sermaye birikimini ve küresel pazardaki rekabeti de şekillendirir. Ancak bu tartışmayı odağı patriyarkal dönüşüm olan bu yazı kapsamında ele almayacağım.

Şimdiye dek ev içi patriyarkanın alt türleri üzerine yazdıklarım, Türkiye’de kamusal patriyarkanın var olmadığı anlamına gelmiyor. Tarım-dışı faaliyetlere dayalı kentsel bölgelerde eğitim, ücretli istihdam, özel mülkiyet ve kamusal karar alma mekanizmalarına erişebilen ciddi oranda kadın mevcut. Her yıl 8 Mart gece yürüyüşlerinde sokakları dolduran bu kadınlar, bana göre ağırlıkla kamusal patriyarkaya özgü olan tahakküm biçimleri ile boğuşmak zorunda kalıyor. Artan ücret bağımlılığı koşulları altında, erkeklerin ücretli istihdam imkanlarından kadınları dışlaması karşısında kentli kadın için eğitim, istihdam, kreş, ücret ve politik temsiliyette eşitlik gibi konular önem kazanırken; yıllardır toprak mülkiyetinde erkek egemenliğinin söz konusu olduğu kırsal kesimdeki kadınlar için tarım arazisi ve diğer kırsal mülk biçimlerine, tarım teknolojilerine ve ticari faaliyetlere erişim hakkı önemini koruyor. Patriyarkal düzlemde oluşan kadınlar arasındaki bu farklılık sadece taleplere değil, stratejilere de yansıyor. Örneğin dini hukuk ve değerlere dayalı bir mücadele stratejisi kurmak, kırsal kadın için farklı bir önem taşıdığı için kadınlar politik tercihlerini bu yönde kullanabilir.

Feminist hareket kadınlar arasındaki bu bölünmüşlüğü kadınların farklı talep ve stratejilerini birleştirerek aşabilir. İki örnek ile izah etmeye çalışacağım. Dünya Değerler Araştırması’nın sunduğu veriler erkek şiddeti odaklı taleplerin Türkiye’de hem kır hem de kentteki kadınların hemen hemen tamamı tarafından sahiplenildiğini gösteriyor. Patriyarkal sistemin bu üçlü çeşitliliği ve farklı tahakküm biçimleri altında, erkek şiddetine karşı geliştirilen feminist politika ve stratejiler kadınlar arasındaki farklılıkları kesen ortak bir talep haline gelmiş durumda. Öte yandan, 1926 medeni yasasını 2001 yasası ile değiştirirken, feminist hareketin ciddi kazanımları olmasına rağmen, toprak mülkiyetinde kadına yönelik mevcut ayrımcılık yeni yasada kararı yargıca bırakan muğlak bir ‘ehil olma’ ibaresi ile devam etti (2001 medeni yasası, madde 661). Yargıçların ağırlıkla erkek olduğunu düşünürsek, kadına yönelik bu ayrımcılığın 2001 yasası altında da devam ettiğini tahmin etmek güç değil. Ancak 2014 sonunda AKP hükümetinin yayınladığı ve kadınlara pozitif ayrımcılık getiren puan sistemi ile – her ne kadar yetersiz olsa da – medeni yasa toprak mülkiyeti açısından tarihimizdeki en eşitlikçi yasa haline geldi.[10]

Patriyarkal sistemin tarımda kadın emeği sömürüsüne dayanan biçiminin var olduğu tek ülke Türkiye değil. Mevcut veriler incelendiğinde Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Ortadoğu ve kuzey Afrika’daki bazı ülkelerin de (Fas, Mısır, savaş öncesi Suriye) benzer bir yapıda olduğu görülüyor. Feministler olarak patriyarkanın Türkiye’ye özgü olan koşullarını baz alarak bize benzer ülke deneyimlerinden her daim faydalanmaya çalıştık. Ancak, bana göre Latin Amerika ya da petrol/gaz gelirine dayalı İslami diktatörlükler ile yönetilen ülkelerinden ziyade kapitalist dönüşüm ile tarımda patriyarkal emek sömürüsünün birlikte var olduğu, kamusal patriyarka ile ev içi patriyarkanın alt türlerinin hem çatıştığı hem de uyum içinde hareket ettiği yukarıda sayılan ülkelerden öğreneceğimiz çok şey var.

Son olarak, feminist çalışmaların bir kısmı kapitalizmin, ırkçılığın ve milliyetçiliğin kadınların deneyimini nasıl farklılaştırdığını ve kadınlar arasında sınıf, ırk, ve etnik köken temelinde bölünmeler yarattığını ele alarak önemli katkılar sundu. Ancak erkek tahakkümünün aldığı biçimler, kadınlar arasındaki sınıf, ırk ve etnik kökene dayalı farklılıkları bir yandan keserken, bir yandan da patriyarkal zeminde kadınları yeniden bölebiliyor. Bu nedenle feminist stratejilerimizi oluştururken patriyarkal zeminde oluşan değişim kadar sürekliliği de araştırmak önemli. Bunu yapabilmek için patriyarkanın türleri üzerine kafa yormanın bizlere uygun bir teorik ve politik zemin sağladığına inanıyorum.

Yazının İngilizcesi için tıklayınız

Kaynaklar

Acar Savran, G. (2004) Beden, Emek, Tarih: Diyalektik bir Feminizm için. İstanbul: Kanat Kitap.

Agarwal, B. (1994) ‘Gender and command over property: A critical gap in economic analysis and policy in South Asia’, World Development, 22(10), pp. 1455- 1478.

Agarwal, B. (2003) ‘Gender and land rights revisited: Exploring new prospects via the state, family and market’, Journal of Agrarian Change, 3(1-2), pp. 184-224.

Boserup, E. (1975) Women’s role in economic development. New York: St. Martin’s Press.

Boyraz, Z. and Üstündağ, Ö. (2008) ‘Kırsal alanda arazi toplulaştırma çalışmalarının önemi’, E-Journal of New World Sciences Academy, 3(3).

Brown, C. (1981) ‘Mothers, Fathers and Children: From private to public patriarchy’, in Sargent, L. (ed.) Women and Revolution: A discussion of the Unhappy Marriage of Marxism and Feminism. New York: Pluto Press, pp. 239- 268.

Caldwell, J. (1982) Theory of Fertility Decline. London, New York: Academic Press Inc.

Deller Ross, S. ‘Women’s Land and Property Rights in Kenya’, The International Women’s Human Rights  Clinic, Kenya: Georgetown University, Law Center and Federation of Women Lawyers, 41.

Dunaway, W. A. (2014) Gendered Commodity Chains: Seeing women’s work and households in global Production. Stanford, California: Stanford University Press.

Federici, S. (2004) Caliban and the Witch: Women, the Body and Primitive Accumulation. Brooklyn: Autonomedia.

Fonjong, L., Sama-Lang, I. F. and Fombe, L. F. (2012) ‘Implications of Customary Practices on Gender Discrimination in Land Ownership in Cameroon’, Ethics and Social Welfare, 6(3), pp. 260-274.

Gardiner, J. (1975) ‘Women’s domestic labor’, New Left Review, 89 (January, February), pp. 47- 58.

GDSW (2000) Kırsal Alan Kadınının İstihdama Katkısı, Ankara: Türkiye Cumhuriyeti, Kadın statüsü ve sorunları bakanlığı.

Hartmann, H. I. (1979a) ‘Capitalism, patriarchy and job segregation by sex’, in Eisenstein, Z. (ed.) Capitalist patriarchy and the case for socialist feminism. New York, London: Monthly Review Press.

Hartmann, H. I. (1979b) ‘The unhappy marriage of Marxism and feminism: Towards a more progressive union’, Capital and Class, 8(Summer), pp. 1- 33.

Hartmann, H. I. (1981) ‘The Family as the Locus of Gender, Class, and Political Struggle: The Example of Housework’, Signs, 6(3), pp. 366- 394.

Himmelweit, S. and Mohun, S. (1977) ‘Domestic labor and Capital’, Cambridge Journal of Economics, 1(1, March), pp. 15- 31.

Hoşgör-Gündüz, A. and Smits, J. (2007) ‘The status of rural women in Turkey: What is the role of regional differences?’, in Moghadam, V.M. (ed.) From patriarchy to empowerment women’s participation, movements, and rights in the Middle East, North Africa, and South Asia. Syracuse, New York: Syracuse University Press, pp. 180- 202.

Kandiyoti, D. (1988) ‘Bargaining with Patriarchy’, Gender and Society, 2(3), pp. 274- 290.

Kocabicak, E. (2018) ‘What excludes women from landownership in Turkey? Implications for feminist strategies’, yayına hazırlanıyor

Lewis, A. W. (1954) ‘Economic Development with Unlimited Supplies of Labour’, The Manchester School, 22(2), pp. 139-191.

Marx, K. (1976) Capital: A Critique of Political Economy. Translated by: Fowkes, B. England: Penguin Books.

Mies, M., Bennholdt-Thomsen, V. and Werlhof, C. v. (1988) Women : the last colony. London ; Atlantic Highlands, N.J.: Zed Books.

Moghadam, V. M. (2003) Modernising Women: Gender and Social Change in the Middle East. London: Lynne Reinner.

Moghadam, V. M. (2004) ‘Patriarchy in transition: Women and the changing family in the Middle East’, Journal of Comparative Family Studies, 35(2), pp. 137- 162.

Morton, P. (1971) ‘Women’s work is never done!’, in reprinted in 1995, M., E. (ed.) The politics of housework. Cheltenham: New Clarion Press, pp. 110- 134.

Morvaridi, B. (1992) ‘Gender Relations in Agriculture: Women in Turkey’, Economic Development and Cultural Change, 40(3), pp. 567- 586.

Morvaridi, B. (1993) ‘Gender and household resource managements in agriculture: Cash crops in Kars’, in Stirling, P. (ed.) Culture and Economy: Changes in Turkish Villages. London: Eothen Press.

Muchomba, F. M., Wang, J. S.-H. and Agosta, L. M. (2014) ‘Women’s land ownership and risk of HIV infection in Kenya’, Social Science & Medicine, 114, pp. 97-102.

Onaran-İncirlioğlu, E. (1999) ‘Images of village women in Turkey: Models and anomalies’, in Arat, Z. (ed.) Deconstructing Images of ‘the Turkish Women’. New York: Palgrave Macmillan US, pp. 199- 223.

Saymen, F. H. (1944) ‘Medeni kanunumuzda köylünün ve ziraatin yeri’,  Medeni Kanunun XV. Yıl Dönümü için. İstanbul: İstanbul Üniversitesi, pp. 216- 325.

Sharabi, H. (1988) Neopatriarchy: A Theory of Distorted Change in Arab Society. New York: Oxford University Press.

Siim, B. (1983) ‘Changes in patriarchy: From private to public patriarchy?’, in Brink, M. & et al (eds.) Capitalism and Patriarchy: Report from a seminar at Aalborg University Centre: Vol. Women’s Studies Series No: 13. Aalborg: Aalborg University press.

Tillion, G. (1983 [1966]) The Republic of Cousins: Women’s Oppression in Mediterranean Society. London: Al Saqi Books.

Walby, S. (1990) Theorizing patriarchy. Oxford, Cambridge: Basil Blackwell.

Walby, S. (2009) Globalisation and inequalities: Complexity and contested modernities. London: Sage Publications Ltd.

[1] Detaylı bilgi için bakınız: Ev içi Emek Tartışması, Acar Savran, Himmelweit, Gardiner, Morton, Mies, Federici, ve Dunaway

[2] Detaylı bilgi için bakınız: Caldwell, Sharabi, Kandiyoti, Moghadam, ve Tillion

[3] Detaylı bilgi için bakınız: Agarwal, Fonjong, Muchomba, Deller Ross, ve Boserup

[4] Çoğunluk esasının detayları için bakınız Boyraz ve Üstündağ.

[5] Tüm istatistik verileri Türkiye İstatistik Kurumu, Uluslararası Çalışma Örgütü ve Dünya Bankası tarafından sağlanan veri tabanlarından elde edilen veriler üzerinden hesaplanmıştır.

[6] Detaylı bilgi için bakınız: Karkıner, Hoşgör-Gündüz ve Smits, GDSW, Onaran-İncirlioğlu, ve Morvaridi.

[7] 1926’dan günümüze gelinceye dek tarım toprağı mirasında cinsiyete dayalı yasal ayrımcılık ile ilgili detaylı bilgi için bakınız Kocabıçak.

[8] Detaylı bilgi için bakınız: Walby, Hartmann, Siim, ve Brown

[9] Bakınız Marx, K. (1976) Capital: A Critique of Political Economy (vol 3: pp 931). England: Penguin Books.

[10] Ehil mirasçı kriterleri için bakınız: Resmi Gazete, sayı 29222, Madde 10.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.