Sembolik şiddet, siz evlerinizde otururken ve daha az insanla temas halindeyken dahi işlemeye ve yeniden üretilmeye devam eder çünkü tahakkümün izleri bir dizi yatkınlıklar (habitus) ve dikotomiler üzerinden bedenlere kazınmıştır.

Son dönemde çokça karşımıza çıktı; pandemiden kim daha çok etkilendi? Hiç şüphesiz bu soruya verilecek cevaplar arasında kadınlar ilk sıralarda yer alır. Peki, bu etkilenme nasıl gerçekleşti? Ya da en çok hangi kadın etkilendi? Bu sorular beni ilk elden Bourdieu sosyolojisi ile tanıdığımız sembolik şiddet kavramına götürdü. Pandemi sonrasında sembolik şiddet ne durumda? Bir baktık ki şiddet olduğu yerde duruyor. Hem Bourdieu dememiş miydi, bedenlerde cisimleşmiş şiddet diye. Öyle bir cisimleşmiş ki şiddeti, kadın/erkek hep birlikte kendi cebimizde taşıdık evlerimize. Koynumuzda şiddetle, kapatılma günlerinde daha çok öldük, daha çok yaralandık. Ve bu artık çoğumuz için dayanılmaz bir hal aldı ki beni yazmaya teşvik eden de bu. Bu nedenle yazıda Bourdieu’nün temel kavramsallaştırmalarından biri olan, güç farklılaşmasının yapısına içkin sembolik şiddetin, pandemi sürecinde nasıl yeniden üretildiğini ve ne tür benzerlik ve farklılıklar içerdiğini tartışacağız. Ancak buna geçmeden önce Bourdieu için sembolik şiddetin ve sosyal gerçekliğin ne ifade ettiğini açıklamakta fayda var: “Bourdieu’ye göre sosyal gerçekliğin en temel özelliği, bütün sosyal dünyaların asıl olarak birer sosyal kozmos olduğudur.”[1] Nispeten özerk bu uzam, kendine özgü yasalarla donanmış bir mikrokozmosa işaret eder. Kendine özgü yasalarla donatılmış bu kozmos kabulü, sosyal yaşamın ilişkisel bir bütüne, bir zemine işaret ettiğini gösterir. Bu zeminde bütünlüğü sağlayanın ilişkiler, “güç ilişkileri” olduğunu ifade eder. Ve bu ilişkiler “eşitsiz” güç ilişkileridir. Sembolik şiddet, bu güç ilişkilerinden bağımsız düşünülemez. Eşitsiz güç ilişkilerine içkin sembolik şiddet, sosyal yaşamın her alanında tahakküm kurma tekniklerini ifade eder.

Pandemi sonrası sembolik şiddet

2018’de Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi, evi, kadınlar için en tehlikeli yer olarak nitelemişti. Pandemi koşulları birçok kadının evlere kapanmasına sebep oldu. Bu nedenle çok sayıda ülkeden ev içi şiddetin arttığına dair haberler ve açıklamalar birbiri ardına geldi. Ancak bu durum salgın öncesinde bu kadınların şiddete maruz kalmadıkları, şiddetin yeni başladığı anlamını taşımıyor. Bu nedenle pandemi öncesi ve sonrasına ilişkin karşılaştırmalı ve eleştirel bir bakış açısı geliştirilmesi elzem. Zira ilişkisellikler bütününde meydana gelen bir değişim zorunlu olarak, inşa edilmiş yapıya (sembolik şiddet) ilişkin de bir değişim ve dönüşümü beraberinde getirmekte. Örneğin pandemiden önce birçok mekân şiddet üretimi için olanaklıyken, milyonlarca insanın evlere kapandığı şu dönemde evler sembolik şiddetin yeniden üretildiği tek mekân halini almış durumda.[2] Bu şiddet mahalinin Türkiye’deki durumuna geçmeden önce sembolik şiddetin ne ifade ettiği konusunu biraz daha detaylandırabiliriz.

Sembolik şiddeti “Yumuşak, kurbanlarınca bile hissedilmeyen ve görülmeyen, çoğunlukla iletişimin ve tanımanın veya daha kesin olarak tanımamanın, kabullenmenin,[3] hatta hissetmenin saf sembolik kanallarıyla uygulanan şiddet” olarak tanımlayan Bourdieu, sosyal dünyanın eşitsiz güç ilişkilerinden, tahakküm ve zordan meydana geldiğini ifade eder.[4] Bu tahakküm ilişkileri, sosyal bölünmeler ve dikotomiler biçiminde vuku bulur.

“Bu tahakküm ilişkileri ve bölünmeler, sosyalizasyon sürecinde elde edilen yatkınlıklar, sosyal konum ve sahip olunan kapitaller, kısacası bu ilişkisellikler bütünü üzerinden içselleştirilir.”[5] Hükmedilenlerin, tahakkümün ürünü olan şemaları uygulamalarıyla birlikte düşünce ve algıları hükmedenlerin yapılarıyla uyumlu bir şekilde yapılandığında, tanıma edimleri[6] kaçınılmaz olarak minnet veya itaat edimleri olur.[7] Bu noktada hükmedilenler, tahakküm ilişkilerine hükmedenlerin bakış açısıyla oluşturulmuş kategorilerle bakar, bu da bu kategorilerin doğalmış gibi görünmelerine yol açar.

Bu bağlamda bu yazı, Türkiye’de pandemi sonrası kadına şiddetin bu kategoriler aracılığıyla doğalmış gibi görünen ve bu nedenle sembolik şiddet olarak bilince çıkarabilecek eylem ve pratikleri açığa çıkarma arzusu olarak değerlendirilebilir. “Tekil eyleyicilerin (örneğin erkeklerin fiziksel şiddet ve sembolik şiddet yoluyla yaptığı gibi) ve kurumların (aileler, kilise, okul, devlet) eylem ve pratikleriyle katkıda bulunduğu bir tarihsel yeniden üretimi ifade eden”[8] sembolik şiddetin yine yeniden üretimini ifade eden pandemi süreci, eşitsizlikleri derinleştirmiştir. Ki pandemi sonrası şiddetten en çok etkilenenlerin kadınlar ve çocuklar olduğu düşünüldüğünde, pandeminin olağan ve normal kabul edilen şiddetin bir anda belirginleşmesini de sağladığı söylenebilir.

Bu açıdan Çin’in Wuhan kentinde başlayan ve kısa sürede bir pandemiye dönüşen yeni tip koronavirüsün eşitsizlik biçimlerini artırdığı iddiaları, bir kez daha aslında bizlere keyfiyet biçiminde sunulan kategorileri nasıl da içselleştirdiğimizi gösteriyor. Pandemi, var olan şiddeti artırmaktan ziyade belirginleştirdi. Örneğin Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun yayınladığı rapora göre mart ayında erkekler tarafından 29 kadın öldürüldü. Raporda, “Bu ay 29 kadın cinayeti işlenmiş olup, dokuz kadın ‘ölü bulunmuştur’. Evden çıkmama çağrılarının yapıldığı 11 Mart’tan, 31 Mart’a kadar geçen 20 günlük süreçte ise 21 kadın öldürülmüştür,” açıklaması yer aldı. Aynı şekilde Nisan ayında da 20 kadının daha şüpheli şekilde öldürüldüğü kaydedildi.[9]

BBC Türkçe’den Onur Erem’in haberine göre Fransa’da pandemi süresince ev içi şiddet yüzde 30 oranında artış gösterdi. Taleplere rağmen Fransa’dakine benzer bir istatistik paylaşmasa da, Türkiye’de İçişleri Bakanlığı kadın cinayetlerinde yılın ilk iki ayında, önceki yılın aynı dönemine göre düşüş yaşandığını açıkladı.[10] Türkiye’de ilk COVID-19 vakasının ilanı olan 11 Mart 2020 tarihinden önceki kadın cinayetlerine ilişkin ilk altı aylık verilerse şöyle: Eylül ayında 53, Ekim ayında 36, Kasım ayında 39, Aralık ayında 42, Ocak ayında 27, Şubat ayında 23 kadın öldürülmüş. Önceki aylara oranla cinayet oranında belirgin bir artış gözlenmemekte.

Ancak yine aynı şekilde kadın haklarına yönelik çalışmalar yürüten dernek ve kuruluşlar, aile içi şiddete yönelik şikâyetlerin ve yine aynı şekilde şiddete bağlı olarak sığınma evlerine yönelik talebin arttığını ifade etmekte. Kadın, çocuk ve sosyal danışma hattına (183) düşen yardım taleplerinde de bir artış söz konusu. Aynı biçimde Avustralya’daki Yeni Güney Galler Kadın Güvenliği’nin araştırmasına göre, yardım taleplerinin yüzde 40 arttığı gözlenmiştir.

Bu durumdan farklı olarak İtalya’da bir aile içi şiddet yardım hattına başvuru oranında Mart ayının ilk iki haftası içinde yüzde 55 oranında bir düşüş yaşanmış ve benzer bir düşüş, Fransa’nın kuzeyinde bir kadın sığınma ağı tarafından da kaydedilmiştir. Bu hatlara yönelik başvuru taleplerindeki artış da azalış da virüsün şiddeti artırmasının emareleri olarak değerlendirilmekte. Şüphesiz bu hatlara başvuruda bir azalma meydana geldiğinde, şiddetle karşı karşıya kalan kadınların başa çıkmada zorlandıklarını ve/ya kaynak erişiminin kolay olmadığını düşünebiliriz. Ancak bu, şiddetin nicelik olarak azaldığının ya da güç ilişkilerinde bir değişim yaşandığının ifadesi olarak değerlendirilemez. Böyle olduğunda pandemi öncesi dönemde de eşitsiz güç ilişkilerinin var olduğunu yadsır ve şiddeti ilk kez başlamış gibi görürüz. Oysa “Biyolojik üreme ile toplumsal yeniden üretime ilişkin erkek merkezli temsil, sosyal dünyayı yeniden üretmenin aracı olan şemalar ve dikotomiler aracılığıyla bir [sosyal] sağduyu nesnelliğine yerleşmiş bulunur; bu sağduyu, pratiklerin anlamına ilişkin pratik ve doksik[11] bir uzlaşmadır.”[12] Ve kadınların kendileri de her türlü gerçeklikte, özellikle de içinde oldukları güç ilişkilerinde, bu güç ilişkilerinin vücut bulmasının ürünü olan ve sembolik düzendeki kurucu karşıtlıklarda ifadesini bulan bu düşünme şemalarını uygulamaya koyar. Sembolik şiddet dendiği anda Bourdieu hakkında bazı yanlış yorumlamalarla karşı karşıya kalırız. Örneğin; “Sembolik kavramı en yaygın anlamıyla algılandığında sembolik şiddete vurgu yapılarak fiziksel şiddeti göz ardı etmek, dövülen ve tacize uğrayan kadınları unutturmak ve de erkekleri bu şiddet suçundan aklamakla suçlanır.”[13] Kısacası sembolik gerçek ve fiili olanın karşıtı olarak algılandığında sembolik şiddetin gerçek birtakım etkilerinin olmadığı zannedilir. Sembolik şiddet kavramıyla asıl anlatılmak istenen, sembolik gücün hükmedilenlerin katkısı olmadan sosyal yaşama geçirilemez olduğudur. Ve onların bu güce maruz kalmalarının sebebi de onu bu şekilde inşa etmiş olmalarıdır, şemalar ve dikotomiler aracılığıyla.

Ancak, “Bu ifadede takılıp kalmamak için harekete geçip dünyanın ve onun güçlerinin inşa edilmesine ilişkin edimlerini düzenleyen bilişsel yapıların sosyal olarak nasıl yapılandığını anlamak gerekir.”[14] Bu noktaya en can alıcı örnek geçen günlerde CNN’de yayınlanan bir haber. Habere göre Singapur’daki yabancı uyruklu işçi yatakhanelerinde, koronavirüse bağlı enfekte kişi sayısında bir artış söz konusu; çoğu Güneydoğu Asya’dan gelen 1,4 milyon yabancı uyruklu işçi, şehrin en düşük maaşlı ve en savunmasız nüfusu, fakat aynı zamanda Singapur’da hayatın devam etmesinde büyük bir rol oynuyor.

Bu göçmen işçi sınıfı hep buradaydı, pandemi yalnızca görünür olmalarını sağladı.[15] Bunca şiddet mağduru kadın da (ve elbette cinsiyet eşitsizliği de) bir anda ortaya çıkmadı. Dil, din, cinsiyet, etnisite, siyasi aidiyet ayrımı yapmayan bu hayati tehlike, yalnızca hali hazırda zaten var olan eşitsizlik biçimlerinin altını çiziyor. Zira virüsler canlı varlıklar oldukları halde, sosyal yaşama ilişkin ikili karşıtlıkları, şemaları ve yatkınlıkları (habitus) yoktur. Bu nedenle virüs bir süre konaklayacağı bedeni seçerken bu ikilikler ekseninde eşitsizlikleri yeniden yaratmaz; ancak bizler, yatkınlıklarımız ve sahip olduğumuz dikotomiler ekseninde sosyal yaşamdaki eşitsiz güç ilişkilerini yeniden üretiriz.

Evde kal çağrılarından önce yapılan 8 Mart kutlamalarında en çok dikkat çeken “Erkeklik Korona’dan daha öldürücü” dövizi tam da bunu temsil etmekte. Aslında daha işin başından neyin tehlikeli olduğunu biliyoruz, bu nedenle örneğin İtalya’da ve Fransa’da aile içi şiddet hattına başvuru oranındaki düşüşü değerlendirirken, kadınların şiddetle karşı karşıya kaldıklarını, bu yüzden zorlandıklarını fakat kaynaklara erişimin mümkün olmadığını düşündük. Evlere kapanmaya başladığımız andan beri çeşitli yatkınlıklarımızı, şemalarımızı, dikotomileri ve bütün bir ilişkisellikler bütününü de yanımızda taşıdığımızın farkındaydık. Ve şu anda daha fazla kadın ve erkek evlere kapanmış durumda; her ne kadar dışarıda bir fiziksel mesafeden söz etsek de birçok kadın ve erkek evlerde bir arada. Belki normal süreç içinde daha az temas halindeyken şu an bütün bir günü paylaşmaktan söz ediyoruz ve bu, aslında daha çok eylem ve pratiğin eşitsiz yanlarının daha da çok açığa çıkması demek.

Sembolik şiddetin Türkiye’deki izdüşümleri

Bu çerçevede pandemiye yönelik bir eylem planı olmayan devletlerin iktidarda olduğu ülkelerde, birçok alanda olduğu gibi kadına yönelik şiddetle mücadele mekanizmalarında da ciddi aksaklıklar yaşanmaya başladı. Aile içi şiddet başvuru hatlarında yaşanan aksaklıklar, sığınma evlerindeki doluluk oranı nedeniyle yeni başvuruların alınmaması, birçok dernek ve kuruluşun evden çalışmaya başlaması,[16] birçok ülkede yaşanan aksaklıklar arasında sayılabilir. Aynı biçimde Türkiye’de Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na (AÇSHB) bağlı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM), 3 Nisan 2020 tarihinde kadın konukevlerinde koronavirüse karşı ek tedbirler alındığını açıkladı. Bu bağlamda “Sığınma evlerinin dezenfekte edildiği, sağlık kontrollerinin yapıldığı ve can güvenliği tehdidi olan kadınlar dışında başvuru alınmadığı,” belirtildi.[17] Başvuruda bulunan kadınlardan can güvenliğinin olmadığını kanıtlaması adına darp raporu talep edilmiştir oysaki 6284 sayılı kanun uyarınca kanıt talep edilemez. Yetmiyormuş gibi uygulanamayan 6284’ün pandemi gerekçesiyle askıya alındığına da tanık olduk.

Hâkim ve Savcılar Kurulu (HSK), 30 Mart 2020 tarihli ve “COVID-19 Kapsamında İlave Tedbirler” başlıklı bir genelge yayınladı ve genelgenin 10. maddesinde “6284 Sayılı Kanun kapsamında verilen tedbir kararlarının yükümlülerin koronavirüs kapsamında sağlığını tehdit etmeyecek şekilde değerlendirilmesi gerektiği” ibarelerine yer verildi.

Ancak alanda salgın öncesinden beri varolagelen sorunlar, bu süreçte derinleşti. Sığınaklar, ilgili yönetmelikte “Fiziksel, duygusal, cinsel, ekonomik ve sözlü istismara veya şiddete uğrayan kadınların, şiddetten korunması, psiko-sosyal ve ekonomik sorunlarının çözülmesi, güçlendirilmesi ve bu dönemde kadınların, varsa çocukları ile birlikte ihtiyaçlarının da karşılanmak suretiyle geçici süreyle kalabilecekleri yerler” olarak tanımlanmakta. 6284 sayılı kanun uyarınca yine Şiddet Önleme İzleme Merkezleri (ŞÖNİM) ve kolluk kuvvetleri kadınlara kalacak yer için yönlendirme yapmakla yükümlü. Fakat kanun gereğince gerekli yönlendirmeleri yapması gereken kuruluşlar da bunu yerine getirememekte. Aynı biçimde, şiddet mağduru kadından darp raporu talep edilemez, zira 6284 gereğince “Şiddet ve istismar tanımı yalnızca fiziksel değil ekonomik, cinsel, duygusal, sözlü istismar ve/ya şiddet olmak üzere geniş bir alanı kapsar.” Ancak şiddet mağduru kadınlardan can güvenliği tehdidi olup olmadığının kanıtı olarak darp raporu talep edilmekte. Türkiye’de kadına yönelik şiddet özelinde bir acil yardım hattı da bulunmuyor; kadın, çocuk ve sosyal dayanışma hattı ALO 183’e ise yoğunluk sebebiyle ulaşılamadığı ifade ediliyor. Birçok dernek ve kuruluş, şiddet mağduru kadınların güvenlik güçlerince kendilerine yönlendirildiğini ifade ediyor. Ancak bu dernek ve kuruluşlara başvuruda bulunmak isteyen kadınlar da yalnızca belli gün ve saat aralıklarında ulaşabilecekleri bir telefon numarası bulunan elektronik notlarla karşılanıyor.

Sonuç yerine

Birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de pandemi gibi herhangi bir kriz anında kadına karşı her türlü “ayrımcılığı” ve şiddeti önlemeye dair bütünlüklü bir eylem planı geliştirilememiştir. Bu durumun nedeni şöyle açıklanabilir: Devlet, habitus’ların düzenlenmesinin koşullarını yaratır. Ve bunu, sağduyuyu kuran “konsensüs” temelinde[18] gerçekleştirir. “Devlet sosyal gerçekliği inşa araçlarının üretimine ve yeniden üretimine belirleyici bir katkıda bulunur.”[19] Bu nedenle sembolik şiddet, siz evlerinizde otururken ve daha az insanla temas halindeyken dahi işlemeye ve yeniden üretilmeye devam eder çünkü tahakkümün izleri bir dizi yatkınlıklar (habitus) ve dikotomiler üzerinden bedenlere kazınmıştır.[20]

Cinsiyet eşitsizliğini, bedenlere işlemiş bir halde sosyal yaşamda kendini yeniden üreten bir yapı olarak gördüğünüzde, pandemi koşullarının kadına yönelik şiddeti artırdığını değil, bu koşulların yalnızca eşitsiz güç ilişkilerini belirginleştirdiğini görürsünüz. Eşitsiz güç ilişkileri COVID-19 sonrası ortaya çıkmış değildir. Bu açıdan “Bünyeye dâhil edilmiş olan habitus, geçmişin anısı değil, geçmişin mevcudiyetidir -ya da geçmişte mevcudiyettir.[21] Daha çok kadının şikayette bulunması, aslında sosyal kozmosta meydana gelen daralmayla birlikte (her ne kadar temasın azaldığını düşünsek de) daha çok kadın ve erkeğin, LGBTİ+’nın ve yakınlarının bir arada olduğunu gösterir ve buna bağlı olarak da sosyal ilişkiselliğin bir devamlılığı, ayrıca eşitsiz güç ilişkilerinin yeniden üretimi söz konusudur. Türkiye’de koronavirüs sonrası cinsiyet eşitsizliğinde, yukarıda sunmuş olduğum tablo da virüsün, yalnızca var olan eşitsizliği belirginleştirdiğini göstermektedir.

Daha çok kadının şikayette bulunması umut verici olarak değerlendirilebilir, çünkü neredeyse gizli bir biçimde etrafımızı saran “eşitsizlik” görünür hale gelmektedir. Aslında daha fazla kadın ve erkek, daha çok eylem ve pratiği şiddet olarak kabul etmekte ve “bilince çıkartmaktadır.”

Düşmanınız görünür hale geldiğinde onunla savaşmak daha da kolay olacaktır. “Bugün kendini aşikâr, kazanılmış, sonsuza dek yerleşmiş, tartışılmaz gibi sunan şey ezelden beri böyle olmamıştır.”[22] Böyle bakıldığında, “Koronavirüs kapitalizme Kill Billvari bir darbedir, komünizmi yeniden icat edebilir,” diyen Žižek gibi biz de koronavirüsü eril tahakküme (onu daha fazla görünür kılarak) bir “darbe” olarak görebiliriz. Zira “Hem kadınların hem erkeklerin bedenlerine içkinleşmiş yapılar ile tüm bir sosyal düzenin kendini tamamlayıp yeniden ürettiği büyük kurumların yapıları arasındaki nesnel işbirliği aracılığıyla faaliyete geçen tahakkümün tekmil etkilerini gerçekten ele alan bir siyasi eylem, eril tahakkümün tedrici yok oluşunu sağlayabilecektir.”[23] Radikal dönüşümlere şahit olur muyuz bilinmez ama bir şeylerin aynı ol-a-mayacağı kesin.

[1]İnsanlar ve Kozmoslar: Bourdieu Sosyolojisine Dair Bir Taslak, s.112.

[2]Birleşmiş Milletler Kadın Komisyonu, dünya genelinde koronavirüs sürecinin kadına yönelik şiddete etkisine ilişkin bir rapor hazırladı. Ev içi şiddette Fransa’da yüzde 30, Arjantin’de yüzde 25 artış söz konusu. Kıbrıs ve Singapur’da acil yardım hatlarını arama oranında da yüzde 30-33 arası artış var. Çin’de sokağa çıkma yasağının kaldırılmasının ardından ev içi şiddet geçen yılın aynı dönemine oranla yüzde 300 artış gösterdi ve boşanma taleplerinde büyük bir artış yaşandı.

[3]“Reconnaissance” terimi metinde yerine göre minnet veya kabullenme olarak karşılanmıştır (ç.n.) Bourdieu, P. (2015). Eril Tahakküm. (B. Yılmaz, Çev.) İstanbul: Bağlam Yayınları, s. 11-12.

[4]Eril Tahakküm, s. 11-12.

[5]Eril Tahakküm, s. 23.

[6]Tanıma edimleri de aslında pratik kabullenme, doksik benimseme edimleridir, yani, o şekilde düşünülmesine yahut dile getirilmesine gerek duyulmayan, bir anlamda kendisinin tabi olduğu sembolik şiddeti yapan inançlardır.Eril Tahakküm, s. 49.

[7]Eril Tahakküm, s. 26.

[8]Eril Tahakküm, s. 50.

[9]Bkz. (http://kadincinayetlerinidurduracagiz.net/veriler/2911/kadin-cinayetlerini-durduracagiz- platformu-nisan-2020-raporu, 2020).

[10]İçişleri Bakanlığı açıklaması için bkz. https://www.icisleri.gov.tr/aile-ici-ve-kadina-yonelik- siddetin-onlenmesine-yonelik-alinan-tedbirler-sonuc-vermeye-basladi (Erişim Tarihi; 3 Mart 2020).

[11]Bilişe ait, epistemolojik olan.

[12]Eril Tahakküm, s. 49.

[13]Eril Tahakküm, s. 50.

[14]Eril Tahakküm, s. 59-60.

[15]Bilgi için bkz. Zizek, S. (2020). Viral dünyada 1 Mayıs YENİ işçi sınıfının bayramıdır (N. Öztürk, Çev.) Independent Türkçe.

[16]Türkiye’de 16 Mart tarihinden itibaren birçok dernek ve kuruluş da evden çalışmaya ve başvuruları telefon ve internet üzerinden almaya başladı.

[17]Koronavirüse karşı alınan tedbirler için bkz. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı https://www.ailevecalisma.gov.tr/ksgm/haberler/kadin-konukevlerinde-koronaviruse-karsi-ek- tedbirler-alindi/ (Erişim Tarihi; 3 Nisan 2020).

[18]Bourdieu, P. (2016). Sosyoloji Meseleleri (2 b.). (L. Ünsaldı, Çev.) Ankara: Heretik Yayınları, s. 209.

[19]Sosyoloji Meseleleri, s. 208-209.

[20]Eril Tahakküm, s. 56.

[21]Sosyoloji Meseleleri, s. 250.

[22]Sosyoloji Meseleleri, s. 207.

[23]Eril Tahakküm, s. 146.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.