Sendikalar, toplumsal cinsiyet roller altında ezilmiş, kayıtdışı alanda yoğunlaşmış kadınları, bu kesimi örgütlemenin zorlukları nedeniyle görmezden geliyor. Kadınları görmeyen ve bünyesinde kadınlar için örgütlenme kanalları açmayan sendikalar güç kaybediyor. Güç kaybettikçe sermeyenin iştahı kabarıyor. İşçi sınıfının kazanılmış haklarına saldırı artıyor.

Her on kadından üçü istihdamda. Her iki kadından biri kayıtdışı çalışıyor. Ücretli çalışan kadınların sadece istihdam edilişleri değil, yaşamları da eğreti. Esnek çalışma adı altında yarı zamanlı, çağrıya bağlı, evden çalışma neredeyse kadın istihdam biçimi halini almış durumda. Taşeronlar aracılığı ile en çok onlar çalışıyor. Erkeklerden daha çok çalışıp daha az kazanıyorlar. İşyerlerinde ayrımcılık uygulamalarına, sözlü ve cinsel tacize en çok maruz kalanlar onlar.

Bu tablo ataerkil kapitalist düzenin kadına ve kadın emeğine biçtiği rolün ortaya çıkardığı sonuç olarak okunmalıdır. Ataerkil kapitalist düzen aynı zamanda toplumsal cinsiyet rolleri ve onun üzerine inşa ettiği erkek egemen kültürle ücretli çalışma alanında kadına eşitsiz, ayrımcılıklarla dolu bir zemin sunarken yaşadığı sorunları görünmez hale getiriyor.

Kadınların çalışma hayatında görünmezliğinin sendikalar ve dolayısıyla işçi sınıfı için iki önemli sonucu var. Birincisi; çalışma hayatına yönelik liberal dönüşümler, esnekleştirme, kiralık işçilik gibi kimi eğreti çalışma biçimleri, kadının doğası ve cinsiyet rolleri bahane edilerek kadın emeği üzerinden normalleştirilip yaygınlaştırılıyor. “10 Şubat 2016 tarihinde yarı zamanlı çalışma, ‘doğum yapan kadınlara yeni haklar’ diye servis edilen Gelir Vergisi Kanununda Bazı Değişiklikler Yapılmasına Dair Torba Yasa adı altında Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Yayımlanmış olan torba yasa, kadınların annelik hallerinden yola çıkarak Özel İstihdam Bürolarına geçici iş ilişkisi kurma yetkisinin verilmesinin ilk adımı olarak karşımıza çıktı.”[1] Bir süre sonra yapılan yeni bir yasal düzenlemeyle Özel İstihdam Büroları (yani bilinen adıyla kiralık işçi büroları) aracılığıyla istihdam, kadınların ağırlıklı olarak çalıştığı küçük iş yerlerinde, ev eksenli işlerde ve tarımda mevsimlik, gezici ve geçici çalışma biçimlerinde, istisnalar olmaksızın uygulanmaya başlandı. Kadın istihdamı üzerinden “normalleştirilen” Özel İstihdam Büroları aracılığıyla kiralık işçilik, işçi sınıfının erkek kesiminin hayatına da girmeye başladı.

İkincisi; sendikalar, toplumsal cinsiyet roller altında ezilmiş, kayıtdışı alanda yoğunlaşmış kadınları, bu kesimi örgütlemenin zorlukları nedeniyle görmezden geliyor. Kadınları görmeyen ve bünyesinde kadınlar için örgütlenme kanalları açmayan sendikalar güç kaybediyor. Güç kaybettikçe sermayenin iştahı kabarıyor. İşçi sınıfının kazanılmış haklarına saldırı artıyor. “Türkiye’de sendikal örgütlenme kadın ve erkek işçiler için yıldan yıla artış gösterse de yine de yetersizdir. 2014 Ocak ayında yüzde 4,6 olan kadınların sendikalaşma oranı, 2018 Ocak ayında yüzde 8,1’e çıkmıştır. Ancak bu oran erkek işçilerin sendikalaşması ile kıyaslanamayacak kadar azdır. Erkek işçilerin sendikalaşma oranı ise yüzde 10,6’dan yüzde 13,5’e yükselmiştir. Kayıtdışı istihdamı da içine alarak yapılan yaptığımız hesaplamada kadın işçilerin gerçek sendikalaşma oranı yüzde 6’lara düşmektedir.”[2]

Sermaye için örgütsüz kadın emeği bulunmaz bir fırsat. Toplumsal cinsiyet rolleri altında ezilmiş kadın emeği, çalışma yaşamının esnekleşmesi ve güvencesizleştirilmesinde, ücretlerin aşağı baskılanması istendiğinde manivela olarak kullanılıyor. Toplumsal yaşamın yeniden üretimi için gerekli olan ev işleri, çocuk bakımı, yaşlı bakımı gibi ücretsiz emek, dışarıdaki ücretli emek süreçlerini etkileyip belirlerken, sendikalar, emek kuruşları kadınları hâlâ “çalışan”/“çalışmayan” kadınlar olarak tanımlamaya devam ediyor. Örgütlenmemiş kadın emeği, kadına yönelik sosyal politikaların, kamu hizmetlerinin ortadan kalkmasına neden oluyor.

Eşitlik gündemlerinde yok

Avrupa’da ve dünyanın birçok ülkesinde, kadınların yüzyılı aşan eşitlik mücadelesinden etkilenen sendikal yapılarda kadın çalışmalarının değişik biçimlerini görmek mümkün. Sendikalar kadınları güçlendirmek, kadın-erkek eşitliğini ve temsilini sağlamak için kadın komisyonları, kota uygulamaları ve toplumsal cinsiyet eğitimleri gibi tedbirleri hayata geçiriyorlar. Ancak yıllardır, uluslararası sendikalarla güçlü bağlar kuran Türk sendikalarının bu çalışmalardan çok da feyz aldığı söylenemez. Avrupa sendikalarının sendikal politikalarında 30-40 yıllık geçmişi olan toplumsal cinsiyet eğitimlerini, Türk sendikalarının sendikal politikaları arasında kalıcı bir şekilde görmek pek mümkün değil.

Sendikal yelpazenin en sağında kendini muhafazakâr olarak tanımlayan sendikaların, kadın-erkek eşitsizliğini kadının fıtratında gördüğü biliniyor. Hükümetin muhafazakâr kadın söylemini tabana yayma misyonunu üstlenmiş bu sendikaları bir kenara bırakıyorum. Sözüm elbette kadın-erkek eşitliği savunduklarını söyleyen ama var olan tablonun sorumluluğunu kadınlara ve yetersizliklerine yıkan sendikalara ve sendikal kadrolara. Onlar da kadınları sendikalara çekecek bir kadın politikası hayata geçirmek yerine, erkek egemen düzende iktidar olmanın nimetlerine sığınıyorlar.

Gelişen kadın mücadelesi gösteriyor ki, “Başkasının maaşına bağımlı olan, dolayısıyla başka birinin bilinci ile şekillenen izole kadın figürüne dayanan kadın yetersizliği miti, bugüne dek sadece tek bir eylemle yıkıldı: Kadının kendi maaşını kazanması, kişisel ekonomik bağımlılığını alt etmesi, ev dışındaki hayatla kendi bağımsız kişisel deneyimlerini oluşturması, fabrika ya da ofis gibi sosyalleşmiş bir yapıda sosyal emek ortaya koyması ve buralarda sınıfın geleneksel isyan biçimleriyle birlikte kendine özgü toplumsal isyan biçimlerini başlatması işte kadın hareketinin oluşması, işte bu alternatifin reddedilmesidir.”[3] Kadınlar artık erkek aklın onları sıkıştırmaya, şekil vermeye çalıştığı noktanın çok ötesindeler. Kadınların sendikalarda görünmezliği, karar mekanizmalarında olamayışı, erkek egemen sendikaların bilinçli bir tercihidir.

Direnirken var, yönetirken yoklar

Ağırlıklı olarak kadın işçilerin çalıştığı sektörlerde bile tablo değişmiyor. Üye sayısı yarı yarıya ya da yarıya yakın olsa bile tüm iktidar alanlarında erkekler var. Özellikle profesyonel merkez yönetim kadrolarının neredeyse tamamı erkek. Yöneticiler erkek, uzmanlar erkek, dolayısıyla ortaya çıkan sendikal politikalar erkek. İşçi konfederasyonlarında da durum değişmiyor. Tek kadın yönetici DİSK’in Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu.

Tekstil sendikalarına bakıldığında bunu rahatlıkla görmek mümkündür. Sektörde çalışan kadın oranı yüzde 50 olmasına rağmen karar mekanizmalarında ve merkezi yönetim kurullarında kadınları görmek mümkün değil. Aynı saptamayı hizmet ve perakende sektörü için yapmak mümkün. Memlekette, yer gök AVM’lerle kaplanırken ve buralarda gözle görünür bir ücretli kadın emeği artışı gözlemlenirken, bırakın merkez yönetimlerini, kadınlar şube yönetimlerine bile gelemeyip ciddi bir “erkek dayanışması” ile geri püskürtülüyorlar. Ücretli kadın emeğinin daha düşük olduğu sektörlerde de durum aynı. Tek tük şube yönetimlerinde ancak kendilerine yer bulabilmiş durumdalar. Merkezi, kritik ve profesyonel konumlarda hep erkekler bulunuyor.

Sendikaların karar mekanizmalarında göremediğimiz kadınları direnişlerde görmek mümkün. Sendikaların kadınları görünür yaptıkları ve bunun için çaba harcadıkları tek alan işçi direnişleri. Direnişi görünür kılmanın, medyanın ilgisini çekmenin, kamuoyu oluşturmanın aracı olarak görülen kadınlar, direnmenin hakkını da sonuna kadar veriyorlar vermesine ama sular durulduğunda, bu kadınları sendikal kademelerde ya da sendikal yapı içinde görmek mümkün olmuyor.

Direniş gibi zorlu bir süreci göğüsleyen kadınların, sendikal kademelerde ve karar mekanizmalarında yer almamasını kadının potansiyeli, kapasitesi üzerinden açıklamanın hiçbir tutar yanı yoktur. Bunun için yapılacak tek açıklama; sendikal kademelerde karar verici erkeklerin, bu kadınları sendika içine çekmek için çaba harcamamasıdır. Devreye cinsiyetçi rol dağılımı, toplumsal yargıların da girmesiyle kadınlar direniş sonrası tekrar evi ve işi arasına dönüyorlar.

Kadınlar, yüzyılı aşkın süreyle verdikleri eşitlik ve özgürlük mücadelesiyle, kadın örgütlenmesi/ kadınların güçlendirilmesi konusunda yeterince deneyim biriktirmiş durumdalar. Bu deneyim ile sendikal politikaları buluşturmak gerekiyor. Kadınların sendikalarda varlık gösterebilmesi için sendika yönetimlerinin iradesi gereklidir. Bugün sendikaların erkek yapısını sorgulayacak, bundan rahatsız olacak, kadınların sendikada ve yönetim kademelerinde varolmalarını isteyecek, kapıları kadınlara açacak, kadın politikalarını hayata geçirecek sendika yöneticilerine ihtiyaç var.

Vahim ama umutsuz değil!

Sendikalarda değişim kaçınılmaz bir durumdur. Kimi zaman sendikalarda görev yapan kadın uzmanların, kadın işçilerin zorlaması, kimi zaman değişim isteyen sendikacıların kadın üyelere yönelik çalışma isteği, sendikalarda kadın çalışmalarının dönem dönem kapılarını aralıyor. Kişisel sendikal tarihime denk gelen süreçte, sendikalarda kadın çalışmalarının ağırlıklı olarak kadınların işi olarak görülmeye başlandığı dönem oldu. Sadece kadın çalışmaları için kadın uzman çalıştırma  aşamasına henüz gelinmese de, bir şeyler yapmaya çalışılan sendikalarda bu işler var olan kadın uzmanları ya da çalışanlar aracılığıyla yürütülüyor.

İşçi sendikaları arasında en özgün çalışma, geçmişte Petrol-İş yönetiminin başlangıçta erkek üye eşlerine yönelik çıkarmaya başladığı, daha sonra kadın üyelere doğru evrilen, kadın dergisiyle oldu. Necla Akgökçe’nin editörlüğünde çıkarılan dergi, evde ve kamusal alanda kadın emeğinin görünür kılınmasında bir dönüm noktası oldu. 2010 yılında Türk-İş içinde Petrol-İş, Hava-İş, TekGıda-İş, Kristal-İş, Tümtis, TGS ve Deri-İş gibi muhalif sendikalar bir araya gelerek Sendikal Güç Birliği adı altında bir platform oluşturdu. Bu sendikalardan kadınlar bir süre sonra, yönetimlerin de onayıyla  bir araya gelerek Sendikal Güçbirliği Platformu Kadın Koordinasyonu adı altında kadın çalışmaları yürüttüler. 8 Mart ve 25 Kasım’larda ortak etkinlikler organize edildi. Kadınların içinde olduğu grev ve direniş yerleri ziyaret edildi. Kadınların taleplerinin görünür olması için basın toplantıları düzenlendi; atölye çalışmaları ve emek kurultayları yapıldı. Bu dönem, kadın-erkek eşitliğine ilişkin kimi düzenlemelerin sendika tüzüğüne, programına ve toplu sözleşmelere girmesinin tartışıldığı ve bu konuda belli adımların atıldığı bir dönem oldu. İşçi sendikalarından Petrol-İş ve TGS’de, kadına yönelik şiddet, cinsel taciz, cinsel sataşma ve mobbing gibi suçlarda “kadının beyanı esastır” ilkesi, sendikalar için oldukça radikal bir madde olarak tüzüğe girdi. TGS’de kadın, LGBTİ, göçmen işçilere yönelik ayrımcılıklar da sendikanın uğraşacağı ayrımcılık türleri arasında sayıldı ve kadın, göçmen, LGBTİ işçilerin sorunlarının çözüme ulaştırılması için çaba sarf etmek, ayrımcılığa uğrayan bu işçilerin sorunlarının çözüme ulaştırılmasını sağlamak için pozitif ayrımcı önlemler alıp hayata geçirmek ve çalışma yapmak ve komisyonlar kurmak sendikanın öncelikleri arasına girdi. TGS, 2013 yılından itibaren tüzükte yer almamasına rağmen şube ve merkez yönetimlerinde kadın kotasını fiili olarak uygulamaya başladı. İlkay Kaya ve Olcay Büyüktaş Akça merkez yönetiminde yer alan kadın gazeteciler oldu.

Aynı dönem, tüzükle tanımlanan bir yapı olmasa da fiili bir yapı olan DİSK Kadın Komisyonunun da hareketli olduğu, kadınların bir araya gelip politikalar üretmeye çalıştığı bir dönemdi. DİSK Kadın Komisyonu, Sendikal Güçbirliği Kadın Komisyonu diğer emek ve meslek odalarından kadınların ve feministlerin temas ettikleri bu dönem, hem sendikalara hem de kamuoyuna yönelik taleplerin ortaya çıktığı bir dönemdi.

Petrol-İş sendikasında yönetim değişikliği, Sendikal Güç Birliği’ndeki dağılma, bu merkez etrafında yürütülen kadın çalışmasını da ne yazık ki dağıttı. Ama, Deriteks (Deri-İş) Sendikası’nda 1998 yılında Genel Mali Sekreter olarak bir dönem görev yapan Naciye Özdemir’in ardından, son seçimlerde tekrar merkez yönetime Nebile Şahin adlı kadın işçinin seçilmesi; Petrol-İş sendikasının Gebze’de yapılan 8 Mart etkinliğinde işçi kadınların yönetimlerde yer almayı, temsilci olmayı dillendirmesi, bu çalışmaların bir geri dönüşü olduğunu açıkça gösteriyor.

Bu yıl, kadın dergisi çıkartarak toplumsal cinsiyet çalışmalarına adım atan bir diğer sendika Tez-Koop-İş Sendikası oldu. Petrol-İş’te yönetimin değişmesi sonucu işten ayrılan (bırakmak zorunda kalan) Necla arkadaşımızın editörlüğünde, Tez-Koop-İş Sendikası Kadın Dergisi, Mart 2018 ayında ilk sayısı ile yayın hayatına başladı. Son olarak Tez-Koop-İş Sendikası’nın tüzüğünün de toplumsal cinsiyet bakış açısıyla gözden geçirilip, bazı maddelerin eklendiği  haberini aldık.

DİSK 8 Mart’larda, bazen de 25 Kasımlar’da, kimi zaman da erkek işçiler için hazırladıkları işsizlik ve istihdam raporlarında kadınlara istatistiki düzeyde ve söylemsel olarak yer vermeye başladı. Merkezi bir kadın politikaları olmasa da, hafif bir yel estiğini söylemeden geçmek haksızlık olur. Genel-iş Sendikası Araştırma Dairesi’nin yine kadınların özel günlerinde ve genel sorunlarına ilişkin yayınlarını unutmamak lazım. Fakat Genel-İş’te -belki de şube başkanının cinsiyeti nedeniyle- görmezden gelinen ve kadın emek hareketi uzmanları ile yürütülen bir başka çalışma daha var. İstanbul Konut İşçileri Şube Başkanı Nebile Irmak’ın yürüttüğü kadın çalışmaları. Batı sendikalarında uzun süredir yürütülen “kadın ve eşitlik çalışmaları” bağlamında değerlendirebileceğimiz, kadın işçilerin güçlenmesine yönelik gerçekleştirilen  atölyeleri, kadın işçi sağlığı ve toplumsal cinsiyet eğitimlerini unutmamak ve not düşmek gerekiyor.

Son dönemde Birleşik Metal-İş sendikasında da toplumsal cinsiyet çalışmaları alanında bir hareketlilik ve atılım göze çarpıyor. Kadın Komisyonunu çalıştırma, kadın temsilci sayısını arttırmaya yönelik bu çalışmalar, sendikaların örgütsel olarak da değiştirilebileceğinin umudunu veriyor bizlere. Merkez Kadın Komisyonu düzenli olarak toplanıyor. 8 Mart ve 25 Kasım etkinlikleri ile yılda iki defa yapılan kadın eğitimleri bu komisyonda planlanıyor. 25 Kasım 2017’de Kadın Komisyonu, Kartal Meydanı ve İzmir’de kadına yönelik şiddeti protesto etmek için basın açıklaması yaparak stant kurdu. Sendika merkez yöneticileriyle birlikte bildiri dağıtımı yaptı. İki yıl gibi kısa sürede kadın temsilci sayısı beşten 13’e çıkmış durumda. 8 Mart, üç işyerinde toplu sözleşme ile bir işyerinde ise fiili olarak tatil oldu. Bir işyerinde, toplu iş sözleşmesiyle kadınlar, ayda bir gün regl izni kullanıyorlar. Birleşik Metal-İş sendikası ile birlikte Türkiye’den 17 sendikanın üyesi olduğu IndustriALL Kadın Komisyonu tarafından hazırlanan, işyerlerinde cinsiyet temelli şiddetin durdurulmasına yönelik politika belgesi, 2017 yılının son ayında üye tüm sendikalara gönderildi. Birleşik Metal-İş, bu belgenin altına imza atan tek sendika oldu.

Kadın dayanışması görünür kılar

2015 yılı, DİSK, Sendikal Güç Birliği Kadın Platformu, diğer emek ve meslek örgütlerinden kadınların en fazla temas ettikleri yıl oldu. Geçmiş yıllardan farklı olarak DİSK’in, Türk-İş’in, KESK’in, Hak-İş’in basın metinlerine kadın taleplerinin girmiş olduğu yıl oldu. Bu dönem ve öncesi, sendikalarda var olan bir avuç kadının birbirleriyle en çok temas ettikleri dönemdi. Bu temasın etkileri o yıl 1 Mayıs metinlerine de yansıdı. “Bu niye böyle oldu? Öncelikle güvencesiz emek biçimlerinin giderek artması, bu tür çalışmaların kadınla tanımlanıyor olması bir etken. Fakat bir başka gelişme daha var; 10 yıldır, kadınlar tek tek sendikalarda, nokta atışları biçiminde kadın politikası üretiyorlardı. Son yıllarda kurulan sendikalar arası kadın platformları veya kadın politikası alanında çalışan kadınların kişisel dostluklar temelinde bir araya gelişleri, farklı sendikalarda yürütülen çalışmaları bir biçimde ortaklaştırdı. Sendikalarda çalışan kadınlar birbirlerinden öğrenmeye başladılar. Bu biraz da  feminist bilincin yaygınlaşması, feministlerin sendika üyeleri ve çalışanları olarak sendikal süreçlere girmesiyle mümkün oldu. Fakat kadın kurtuluş hareketinin kazanımlarının ağır ve gıdım gıdım bu sürece akıtıldığını söylemek boynumuzun borcu. Sendikalar erkek egemen yapılar ve bu yapıların değişimi ve dönüşümü zor ve sancılı.  Çok köklü cinsiyetçi geleneğe sahip örgütlerle karşı karşıyayız, onların feminizasyonu, feminist hareketin tarihsel birikiminin ve teorik açılımlarının sendikal politikalara aktarılmasıyla mümkün hale gelebilir ancak.”[4]

Kadınlar bir süredir, kendilerine kapıları açan sendika yönetimleriyle sendikalarda var olmaya, kadın taleplerini sendikal politika haline getirmeye çabalıyorlar. Bu elbette  kolay değil. Değişim bugünden yarına hemen olmayacak. Ancak geriye dönüp baktığımızda, bu zorlu süreçte katettiğimiz yol, geleceğe dönük umutlarımızı canlı tutmaya yetiyor.

[1] http://www.birlesikmetal.org/basin/ba_2017/ba_2017-07-17.docx (Erişim: 09.04.2018)

[2] http://www.genel-is.org.tr/turkiyede-kadinlar-ve-kadin-emegi-raporu,2,16759#.WssdNi5ubIU (Erişim: 09.04.2018)

[3] Selma James; Cinsiyet, Irk, Sınıf; Syf. 65, bgst yayınları

[4] https://www.birgun.net/haber-detay/konuk-yazar-necla-akgokce-sendikalar-cinsiyet-ezilmesini-kesfediyor-78521.html  (Erişim: 10.04.2018)

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.