Kadınlar, çocuklarının bakımı için de, şiddet gibi “aile içinde” yaşadıkları sorunlar için de Diyanet’e, müftülüğe, onun okul öncesi eğitimlerine, Aile ve Dini Rehberlik bürosuna—yani kadın-erkek eşitliğini temel almayan, eşitsizliği fıtrat olarak tanımlayan, kadınların çoğunlukla şiddet ve baskıdan uzaklaşma yolu olan boşanmayı istismar gibi “önlenmesi gereken bir sorun” olarak niteleyen bir kurumun mekanizmalarına mecbur ediliyor.

 

Diyanet’in genel anlamda sosyal politika içerisinde üstlendiği rol ve bu bağlamda yaygınlaşan ve kurumsallaşan aile-temelli politikalar hakkında konuşmaya, üzerine düşünmeye, araştırmaya başlamam, kendi adıma, Kadınlar Birlikte Güçlü grubunun geçen sene geçirilen “müftülük yasası”nı engellemek için yaptığı kampanyanın sözü kurulurken oldu. Yani bu yasaya kendi içinde, tekil bir olgu olarak değil sistematik bir sürecin parçası, aile politikaları ve diyanet ekseninde kurulan ve kadınları, hayatımızı, eşitliği ikincilleştiren belirli bir kurumsal altyapının parçası olarak bakma ve karşı çıkma sürecinde. Sonrasında bizler Çatlak Zemin ekibi olarak, hükümetin 2002’den bu yana kadın politikasının izini süren, çetelesini tutan “AKP Karnesi”ni hazırladık. Farklı kategoriler etrafında organize ettiğimiz bu karnenin “Aile” kategorisinin sunuşunu ben üstlenmiştim. Bu da beni özellikle 2011’den itibaren aile temelli politikalarda, buna bir dönüşüm demek zor olsa da—sonuçta hükümetin başından itibaren bu yönelimde olduğu iddiasının da önemli temelleri var—bambaşka bir düzeyde kurumsallaşma, sosyal alanı komple belirleyici hale gelme durumu gerçekleştiği üzerine düşündürdü.

Şimdi karneyi tekrar gözden geçirip eksiklerini tamamlama sürecinde derlediğimiz tüm verilerin ışığında diyebilirim ki bizlerin erkek şiddetiyle, haklarımız için, hayatlarımız için mücadele etmeye çalıştığı düzlem, yani sosyal politika alanı, artık büyük ölçüde yok—ki önceden ne kadar var olduğu da elbette tartışılmaya muhtaç. Artık bu yokluğun yerinde yükselen bir “sosyal yardım” rejimi var. Bu da kadınları muhtaç etmeye dayalı. Peki, neye muhtaç? İki kuruma: Biri aile ve bunun belirlediği ilişkiler yumağı, diğeri de Diyanet, yani müftülükler, bunlarla ilişkili çeşitli kurum, vakıf ve dernekler. Aile, kadınların “yardım edilebilir varlıklar” olarak sınırını çizmeye, konumunu tanımlamaya yararken—yani kadın, kim olarak yardım alacak? Dul kadın, yaşlısına bakan, çocuğuna bakan vs kadın—Diyanet ve onunla ilişkili kurumlar da bu “aileye” sahip çıkan ve başka kimsenin yetişemediğine hizmet yetiştiren rolünde. Çünkü diğer tüm mekanizmalar ve bütçeleri bir bir daralır ve yok olurken tüm kaynaklar buraya akıyor. Nasıl mı?

İlk olarak bütçe meselesi var. Şunu çok rahatlıkla söylemek mümkün: Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi 2000’lerin başından bu yana birçok bakanlığınkinin artmadığı kadar artırılmış. 2004 yılında o zamanın parasıyla 997 trilyon (yani 997 milyon) olan Diyanet bütçesi 2012’de 3 milyar 891 milyon liraya, 2013’te 4 milyar 604 milyon liraya çıkmış (ki 11 bakanlığı geride bırakmış bütçesiyle: İçişleri, Dışişleri ve Sağlık Bakanlığı[1] dahil!). Geldiğimiz noktada Diyanet’in 2018 bütçesi 7 milyar 774 milyon. Yani 2004’te olduğunun neredeyse 8 katı…

Bunu 2019 bütçe kanun teklifinin TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildiği şu günlerde konuşmak da manidar. Tasarı olarak sunulan bütçede Diyanet’in payı %34 (üçte bir) oranında artmış; 10,5 milyara yükselmiş görünüyor. Tasarruf kapsamında bütçesi düşen bakanlıklar var. Artan bakanlıkların da çoğunun artış payı %15-20 iken Diyanet, bunun iki katına yakın bir artış göstermiş. Diyanet’in bütçe olarak gerisinde kalan bakanlıklar arasında Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı (2 milyar 544 milyon lira), Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (2 milyar 573 milyon lira) bulunuyor—ikisinin toplamı Diyanet bütçesinin yarısı ediyor. Ayrıca, örneğin, 2018’de 31,3 milyar lira almış olan Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’nın bütçesinin 2019’da tasarruf nedeniyle 13,6 milyar liraya düşürülmesi öngörülüyor. Yani geçen yıl Diyanet’ten 4 kat fazla harcama yapan Ulaştırma Bakanlığı, bu yıl aşağı yukarı aynı seviyeye çekiliyor. Dolayısıyla “tasarruf” denen şeyin de nereden edilip nereden edilmediğinin sorgulanması gerek (tahmin edersiniz ki Cumhurbaşkanlığı bütçesinde de tasarruf yok; 845 milyondan 2 milyar 818 liraya çıkarılıyor, yani 2 kattan fazla artıyor).

Tabii Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın (ASPB) bütçesi Diyanet’inkinden hayli yüksek. 2013’te 14 milyar 732 milyon 738 bin 500 lira olan bu bütçe, 2014’te 17 milyar 24 milyon lira, 2018’de ise 26,7 milyar olmuş. Ama bu yanıltıcı olmasın. Tüm bu yıllar içinde artan, esasında şartlı nakit transferi, doğum yardımı, büyükanne projesi, evde yaşlı, engelli, çocuk bakımı gibi bir veya bir veya birden fazla kerelik “sosyal yardım”ların bütçesi. Burada aynı zamanda ciddi bir geçicilik-projecilik (hatta pilot projecilik) var. Çok büyük reklam edilen, ama çoğu Avrupa Birliği fonlarına dayanan projeler, baktığınızda genelde 1-2 yıllık, 3-5 ilde gerçekleştiriliyor veya 5000-6000 kişiye ulaşıyor, devamı da gelmiyor. Çok bahsi geçen büyükanne projesi bitti örneğin. Sigortalı çocuk bakıcısı istihdam eden çalışan annelere bakıcı parası ödenmesini içeren AB destekli “Evde Çocuk Bakım Hizmetleri Yoluyla Kayıtlı Kadın İstihdamının Desteklenmesi Projesi” de 5 ilde yürütülen bir projeydi (2015 Mart -2017 Ekim arası) ve sona erdi, ama devamlı bir destekmişçesine akıllarda kaldı. Neyse, dediğim gibi, esas artan bu tür projelerin, yardımların bütçesi. “Kadın konuk evi” dedikleri sığınakların bütçe içindeki oranı aşağı yukarı aynı ve her daim %0,5’in (%1 bile değil!) altında kalmış. Ayrıca, amacını kadın-erkek eşitliğinin sağlanması, toplumsal yaşamın tüm alanlarında kadınların konumlarının güçlendirilmesi ve kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesi için politikalar üretmek, strateji geliştirmek olarak tarifleyen Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün bütçesinde azalma dahi görülüyor. Üstüne üstlük, ASPB bütçesinin bir kısmının da zaten Diyanet’le ortak yürütülen “Evlilik Öncesi Eğitim Programları”, Aile Eğitim Programı gibi kalemlere ayrıldığını da unutmamak lazım.

Son yıllarda sosyal yardım harcamalarına ayrılan bütçeler şöyle: ASPB’nin 2016 yılı bütçesinin % 86,5’i, 2017 yılı için bütçesinin % 84’ü, sonra bir rekorla 2018 yılı bütçesinin % 94’ü sosyal yardımlara ayrılıyor. Açıklamaya göre 2018’de tüm bakanlıklar kanalıyla yapılacak sosyal yardımlar 50,8 milyar liraya ulaşacak. Aynı 2018 yılında sığınaklara ise 102 milyon 601 bin bütçe ayrılıyor. Aradaki fark dudak uçuklatacak cinsten. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü 2013 yılında bütçeden yalnızca 11 milyon 585 bin alabilmiş. Bu 2014 yılında 9 milyon 661 liraya, 2015’te ise 8 milyon 181 bin liraya düşmüş. Yani kadınları güçlendirecek kalıcı çözümler üretmek, şiddetin de kaynağı olan toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle mücadele etmek söz konusu olunca pek bir bütçe olduğu söylenemez. Dolayısıyla kadınların şiddete uğradıklarında ya da çocuklarının eğitimi için ihtiyaç duyduklarında toplumsal cinsiyet eşitliği, kadınların eşit yaşamı ve çocuk haklarını temel alan kurumlardan ziyade ancak Aile ve Dini Rehberlik Bürosu, Türkiye Diyanet Vakfı şubesi, Hayrat Vakfı, Hizmet Vakfı, Ensar Vakfı, Muradiye Vakfı gibi kurumlara ulaşabilmelerine de şaşırmamalı. Çünkü Diyanet her yıl bütçesinden bu tip vakıf, birlik, dernek ve kuruluşlara nakit para aktarımında bulunuyor. 2017 yılında aktardığı para 103 milyon 678 bin lira etmiş. Bu aynı sene ASPB’nin sığınaklara aktardığı 87 milyon 63 bin liranın epey üstünde.

Bütçeden sonra ikinci mesele bütçelerin temel kalemi haline gelen yardımların “aile” kurumunu bir sosyal hizmet taşeronu haline getirişi. Öyle ki kadın yoksulluğu ve ihtiyacı, ancak aile içinde tanımlanabilir/geçici de olsa deva aranabilir kılınmış durumda. Ki burada sanki sosyal politika Türkiye’de yeni yeni aile odaklı olmuş gibi bir izlenim vermek istemiyorum; bunun tarihi çok eski. Ama özellikle AB uyum süreciyle ortaya çıkan asgari bir “kadına yönelik şiddetle mücadele” kaygısının giderek “ailenin bütünlüğünü zedeleyen faktörlerle mücadele”ye evrilmesi yine de bir şeye işaret ediyor olmalı. Burada belki en belirleyici değişiklik, Haziran 2011’de Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın yerine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kurulması. Bakanlığın isminden “kadın” çıkarılırken o zaman Başbakan olan Erdoğan “Biz muhafazakar demokrat bir partiyiz. Bizim için aile önemli,” demişti.

Birçok durumda aslında kadının adı geçmeden “kadın” demenin bir yolu olan “aile”, devletin yükünü üzerinden alan bir sosyal hizmet kurumu haline getiriliyor—yani hizmeti vermesi beklenen kadınlar, ama adı “evde bakım” veya “aile içinde bakım”. Üstüne üstlük bu başka zamanlarda olduğu gibi fiili, yani “zaten geleneksel olarak yaşlılara, çocuklara, hastalara, engellilere aileler bakar ve bu kadının rolüdür,” söyleminin uzantısı olan bir pratik değil, çok ciddi bir kurumsal-yasal altyapısı var. Bu aslında kadınlar açısından bir yanıyla çeşitli ücretler alabilmek, istihdamın içinde tanımlanmak demek olsa da; hem ücretler çok düşük, yani bir “aza mal etme” durumu var, hem de bir tür çıkışsızlığa—yani aileden çıkışsızlığa—işaret ediyor. Bu çıkışsızlığın da şiddetle mücadelede ne anlama geldiğini sanırım hepimiz biliyoruz. Biraz örneklendireyim:

Buradaki temel nokta, artık bütçelerin neredeyse tamamının aktarıldığı sosyal yardımların ne şekilde tanımlandığı meselesi. Mesela 2011 sonunda Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fon Kurulu, eşi vefat etmiş kadınlara düzenli nakdi sosyal yardım verilmesine karar veriyor. Şubat 2012’de Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, bu Düzenli Nakit Yardımı Programı’nı başlatıyor. Buna göre resmi nikahlı eşi vefat eden kadınlara ayda 250 TL nakit yardımı verilecek; kadının tekrar evlenmesi, nikahsız birlikte yaşaması gibi durumlarda yardım kesilecek. Bu miktar sonradan 275 TL’ye çıkarılıyor, son seçim sürecinde iktidarın seçim beyannamesinde listelediği başarılardan biri haline geliyor. Aralık 2015’te devlet erken evlilikleri teşvik için “Çeyiz Hesabı” uygulaması başlatıyor. Bir çeşit “bireysel emeklilik” gibi. Hesabı açan eğer 27 yaşından önce evlenirse % 20 oranında devlet katkısı alabiliyor; 18 yaşından küçükler adına da velileri “çeyiz hesabı” açabiliyor. Bunun hemen sonrasında başlayan bir de “Doğum Yardımı” var. Buna göre, 15 Mayıs 2015’te ve sonrasında çocukları canlı doğan ailelere birinci çocuk için 300, ikinci çocuk için 400, üçüncü ve sonraki çocuklar için 600 TL tutarında bir defaya mahsus olmak üzere doğum yardımı yapılıyor. 2017 yılında başlayan bir proje daha var: Büyükanne Projesi. Buna göre çalışan annelerin çocuklarına (yani kendi torunlarına) bakacak olan 65 yaşını geçmemiş büyükannelere asgari ücretin yüzde 30’u olan 425 lira ödenecek. Miktarın azlığına rağmen projeye 105 bin büyükanne başvuruyor; 27 bini şartlara uygun bulunsa da bu pilot uygulama olduğundan destek sadece 6500 kadına veriliyor. Proje zaten geçici olduğundan bitti, tekrar başlayıp başlamayacağı da belirsiz.

Bir başka benzeri politika da “evde bakım” politikası. Devlet yaşlı, engelli, hasta kişilerin evde bakımı için belli bir yoksulluk düzeyi altında olan ailelerde (hanede yaşayanların asgari ücretten az kazanıyor olması gibi) bakan kişiye (kadınlara) belirli bir aylık bağlıyor. Bu aylığın 2018 yılı ortalaması 1000 TL’nin hemen altında—ki asgari ücret dahi 1600 TL iken. Bakanlık, bu ödeneni “ücret” olarak değil “sosyal yardım” olarak tanımlamak suretiyle “asgari ücretin altında insan çalıştırıyor” olmamış oluyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü verilerine göre, evde bakım hizmetinden 2007’de 30 bin civarı engelli yararlanırken, bu 2013’te 408 bin küsura yükselmiş. Yani evde bakım hizmetinden yararlanan engelli sayısı, 2007-2013 arası 13 kat artmış; bu 7 yılda buna 8 milyardan fazla harcanmış. Dolayısıyla bugün sosyal politikanın temelini profesyonel bakımı yaygınlaştırmak, erişilebilir kılmak, kalıcı çözümler üretmek, bakımı kadınların üzerinden alarak ev dışı istihdama katılmalarını sağlamak değil; kadınlara verilen asgari ücretten düşük meblağlar karşılığı onlara bakıcı rolünü devlet eliyle sabitlemek oluşturuyor.

Ve gördüğünüz gibi çoğunluğu yoksulluk içerisindeki kadınların sosyal yardımdan yararlanabilme kriterleri dul eş, müstakbel eş, doğum yapmış anne, torununa bakan büyükanne, ailesindeki yaşlıya veya engelliye bakan kadın olmak. Bu tanımların dışında kalan kadın yoksulluğu büyük oranda yok sayılıyor. Hatta nikahsız birlikte yaşarsa 300 TL etmeyen yardım dahi kesiliyor. Yani bu kadınların bırakın kalıcı çözümleri, geçici yardımdan dahi yararlanabilmesi için aile dışında bir kategori genel anlamda yok. Dolayısıyla bugün devlet düzeyinde “ailenin mutlak bütünlüğü” diyebileceğimiz politikayı teşkil eden sadece boşanmaları zorlaştırmak, arabuluculuğu tartışmak, Aile Destek Merkezleri’nde “ailenizi dağıtmayın” şeklinde tavsiyeler vermek değil. Bunun ciddi bir ekonomik temeli var. O da şu: Aile dışında sosyal politika açısından görünmez hale gelmek çok kolay. Bu da hem bir “bakıcı” olarak eve bağlanma hali, hem de çoğunlukla şiddete rağmen o ailenin içinde kalma mecburiyeti demek.

Peki “ailenin mutlak bütünlüğü”nün korunmasında Diyanet’in rolü ne? Bu bağlamda vurgulamak istediğim üçüncü nokta: Sosyal politika alanında kadınların ihtiyaç duyduklarında başvurabilmeleri için yaygın, erişebilir şekilde mevcut olması gereken sığınak, danışma merkezi, şiddet hattı, kreş gibi mekanizmaların yerini giderek müftülüklere bağlı veya müftülüklerle ilişkili kurumların alıyor olması. Örneğin, 2018 yılı sonuna doğru 81 İl ve 400’e yakın İlçe Müftülüğüne bağlı “Aile ve Dini Rehberlik Bürosu” bulunduğu belirtilirken, aynı dönemde ancak 73 Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi ve 144 kadın sığınağı var. Yani bu ikisinin toplam sayısı ülkedeki Aile ve Dini Rehberlik Bürosu sayısı etmiyor. Ki bunun üzerine bir de son 16 yılda açılan 140 Aile Destek Merkezi’ne karşılık, son iki yılda (OHAL’den beri) kapatılan 11 kadın derneği, 40’ın üzerinde belediyenin kadın kurumu/birimini eklemek gerek. Bunlar arasında belediyelere bağlı sığınaklar, dayanışma merkezleri de bulunuyor. Yani bugün her ile iki sığınak bile düşmüyor. Her ilde bir Şiddet Önleme Merkezi yok. Nüfusu 100.000’in üzerinde, dolayısıyla sığınak açma yükümlülüğü bulunan 237 belediye olmasına rağmen sadece 32 belediyenin kadın sığınağı var. Onun yerine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı Aile Destek Merkezleri, Diyanet’e bağlı ve amacı “Aile bireylerinin saadetine ve aile kurumunun korunmasına dini manada katkı sağlamak” olarak ifade edilen Aile ve Dini Rehberlik Büroları her yerde var. Bu büroların çalışma yönergesi 2015 yılında değiştirildi; yeni yönerge Diyanet’in artan bütçesiyle uyumlu olarak çalışma alanının ne kadar genişlediğini gösteriyor: Buna göre imamlara, çocuk evlerinden öğrenci yurtlarına, fabrikalardan gençlik merkezlerine, sığınaklara kadar birçok alanda “manevi destek sağlama” görevi veriliyor. İmamlar, “sosyal ve ekonomik krizlere karşı” da aile bireylerine yönelik “manevi eğitim çalışması” yapacak deniyor.

Aynı durum—hatta daha ağırı—kreşler için de geçerli. Kreş açması gereken işyerlerinin % 60’ında kreş yok ve doğru düzgün denetlenmiyorlar. 2008’de 497 olan kamu kreşi sayısı 2016’da 56’ya indi; yani 8 yılda 441 kreş kapandı. Kamu kreşlerinin kapanmasının sebebi bunun devlet düzeyinde “zarar” olarak tariflenmeye başlanması. 2012 yılında hükümet çıkardığı genelgeyle kreş açmak isteyen kamu kurumlarına kaynak tahsis etmeyeceğini açıklarken 2013 yılında Maliye Bakanlığı’nın yayınladığı “Kamu Sosyal Tesislerine İlişkin Tebliğ” ile kreşlere kamu bütçesinden harcama yapılması engellendi. Üstüne 2013’te Sayıştay, belediyelerde çalışan memur çocukları için belediyelerin çocuk evi ve kreş hizmetleri satın alamayacağına karar verdi, yani bunun bir “belediye ihtiyacı” olarak tanımlanamayacağını vurguladı. Öte yandan ise Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı 4-6 yaş kurslar ve derneklerin açtığı kreşleri kapsayan toplum temelli kurumlar ilk kez 2015-16’da Milli Eğitim Bakanlığı Örgün Eğitim İstatistikleri içinde yer aldı. Yani bir anlamıyla Diyanet, okul öncesi çocuk eğitimi alanında kabul görmüş bir aktör haline geldi. 2012 Nisan ayında Kur’an kurslarında 12 yaş sınırının kaldırılmasıyla açılan ve günde 6, haftada 30 saate kadar ders yapabilen okul öncesi 4-6 yaş Kur’an kurslarına giden çocuk sayısı her yıl artıyor. 2015-2016 eğitim-öğretim yılında bu sayı 55.321. 2016’da 56 kamu kreşi kalmışken 2016-2017 arası bir yılda Diyanet’e bağlı 4-6 yaş kurslarının sayısı 692’den 1552’ye çıkmış durumda. Yani kadınlar 3-5 çocuk doğurmaya teşvik edilirken bir yandan kamu hizmetleri kısıtlanıyor. İstese de istemese de kadınlar çocuklarının bakım için de, şiddet gibi “aile içinde” yaşadıkları sorunlar için de Diyanet’e, müftülüğe, onun okul öncesi eğitimlerine, Aile ve Dini Rehberlik bürosuna—yani kadın-erkek eşitliğini temel almayan, eşitsizliği fıtrat olarak tanımlayan, kadınların çoğunlukla şiddet ve baskıdan uzaklaşma yolu olan boşanmayı istismar gibi “önlenmesi gereken bir sorun” olarak niteleyen bir kurumun mekanizmalarına mecbur ediliyor.

Son olarak da Diyanet’in bu büyüyen ve bu alanın tamamını belirler hale gelen rolünün bir fiili durum, yani yalnızca artan bütçeler ve yaygın şekilde açılan kurumlarla meydana gelmiş bir hal olmadığını vurgulamak önemli. Yani bunun bir dizi protokolden oluşan bir yasal alt yapısı var. Bu yasal alt yapı da bunu en çok tartıştığımız, bu meselenin gündemimizi en çok belirlediği bugünlerde değil epey önceden, 2007’den itibaren, ama yoğunluklu olarak 2011-2013 arasında geliştirilmiş; özellikle 2012’den itibaren ve giderek daha yoğun şekilde de Diyanet haricinde bir takım dini vakıf ve dernekleri kapsamış.

Öncelikle doğrudan Diyanet İşleri Başkanlığı ile imzalanan protokollerden bahsedeyim, sonra diğerlerini özetlemeye çalışayım. İlk olarak 26 Şubat 2007’de Diyanet İşleri Başkanlığı ile Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü arasında İşbirliği Protokolü imzalanıyor. Protokolün amacı şöyle tarifleniyor: Diyanet İşleri Başkanlığı’nın toplum üzerindeki etkinliğinden yararlanmak, Kurum tarafından bakılan kadın, çocuk, genç, yaşlı, özürlü vb. kişilerin “Türk örf, adet, inanç ve milli ahlakına sahip kendine güvenen, insan sevgi ve saygısıyla dolu, Atatürkçü düşünce, Atatürk ilke ve inkılaplarına uygun olarak yetiştirilmelerine” yardımcı olmak. 2009 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı bu sefer Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü’yle işbirliği protokolü imzalıyor ve buna bağlı olarak her iki kurumun görevlilerinden oluşan bir komisyon “Evlilik Rehberi” adlı bir kitapçık hazırlamaya girişiyor. 2010’da Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesinde Din Görevlilerin Katkısının Sağlanması Projesi protokolü imzalanıyor ve bu 2013’te yenileniyor. Sonra 2011 senesi geldiğinde 2007’de imzalanan protokol güncelleniyor, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kurulmuş olduğundan kapsamı genişletilip amacı şöyle tarif ediliyor: “Aile yapısının ve değerlerinin korunması […] aileyi tehdit eden problemler hakkında toplumun duyarlı kılınması.” Bu protokolle göç, boşanma, aile içi ihmal ve istismarı ailenin parçalanmasına sebep olan nedenler olarak tarif edilirken, iş birliği alanları “ailelere yönelik eğitim, danışmanlık ve sosyal hizmet modelleri geliştirmek, Türk aile yapısının karakteristik özelliklerini ortaya koymak, ahlaki, milli ve dini duyguları geliştirmeye yönelik faaliyetler yapmak,” vs. şeklinde tanımlanıyor. 2013 senesinde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü ile Diyanet İşleri Başkanlığı Eğitim Hizmetleri Genel Müdürlüğü arasında “Aile Eğitim Programı”na dair işbirliği protokolü imzalanıyor. Buna göre Diyanet İşleri Başkanlığı personeli aile eğitim programlarında eğitici olarak görev yapabilecek. Bir iki gün sonrasında ise Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile bu kez Türkiye Diyanet Vakfı arasında “Koruyucu Aile İşbirliği” protokolü imzalanıyor. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez bu sırada “aile yapısının korunması ve boşanma oranlarının en az seviyeye çekilmesi için Diyanet İşleri Başkanlığı olarak yurdun her köşesinde üstün bir gayret sarf edeceklerini” söylüyor. Protokol, çocuklar için koruyucu aile programının yerellerde uygulanmasında Türkiye Diyanet Vakfı’nı ve din görevlilerini yetkili kılmak gibi amaçlar taşıyor.

Sırf aile politikalarında değil, eğitim alanında da benzer bir durum var. 24 Mart 2016’da Milli Eğitim Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı arasında “Eğitimde İşbirliği Protokolü“ imzalanıyor. Buna göre Diyanet´in tüm yazılı ve görsel yayınları, Eğitim Bilişim Ağı’na (EBA) dahil ediliyor. 11 milyon 700 bin kullanıcısı olan MEB’in sosyal eğitim platformu Eğitim Bilişim Ağı’nda Diyanet’in okul öncesi ve ilköğretim çağındaki çocuklara yönelik yayınlarının yer almasının böylece önü açılıyor. Sonrasında da 2017’de yeni bir protokolle Diyanet TV’de yayımlanmakta olan “Kur’an Öğreniyorum” başlıklı videolar MEB’in Eğitim Bilişim Ağı’nda yayımlanıyor.

Sadece genel anlamda Diyanet değil, yerellerde müftülüklerle de sayısız protokol imzalanıyor. Buna birkaç örnek olarak: Manisa Milli Eğitim Müdürlüğü’nün 2015 yılında “Yaşam Koçumla Başarıya Doğru” projesine rehberlik öğretmenlerine ek olarak imamları katması, yani lise öğrencilerine “değerlere saygı, ahlak ve sorumluluk duygusu” kazandırmak için imamları görevlendirmesi; 2017’de Burdur İl Müftülüğü ve Burdur Milli Eğitim Müdürlüğü arasında temel ve orta öğretim çağında “milli, manevi, ahlaki, insani, kültürel değerlerin benimsetilmesi, öğrencilerin müftülüklerin yaptığı faaliyetlerden haberdar edilmesi” için imzalanan protokol; Muğla’da bir benzerinin imzalanması; Trabzon İl Müftülüğü ve Milli Eğitim Müdürlüğü arasında okul öncesi çocuklara “Değerler Eğitimi” verilmesi için protokol; Bolu’da İl Milli Eğitim Müdürlüğü ile Müftülük arasında imzalanan protokolle normalde zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi dersi dışında kalan anaokulu, ilkokul 2 ve 3. sınıfları da kapsayan din ve değerler eğitimi verilmesi sayılabilir.

Bu bağlamda Diyanet’e ek olarak çevresindeki vakıf ve derneklerle imzalanan bitmek tükenmek bilmeyen bir protokol sayısı var, özellikle 2017 senesinde. Bunlarda “Değerler Eğitimi” vurgusu sıkça geçiyor ve özellikle Çocuk Esirgeme Kurumları’nın yerini alan Çocuk Evleri’nin açılmasında, çocuklara Koruyucu Aile kazandırılmasında çeşitli din-temelli dernek ve vakıfların başat rol oynar hale geldiğini görüyoruz. Nisan 2012’de Mutlu Yuva Mutlu Yaşam Derneği’yle ASPB arasında çocuk evlerinin açılması ve işletilmesine yönelik işbirliği protokolü imzalanıyor mesela—ki Diyanet İşleri Başkanı’nın konuşmacı olduğu Kutlu Doğum Haftası etkinliği düzenleyen bir dernek bu. 2013’te Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü bu sefer İnsan Vakfı aslı dini bir vakıfla yetim ve öksüz çocukların barınması ve topluma kazandırılması amacıyla çocuk evi açılması, psiko-sosyal ve fiziksel gelişimlerine katkıda bulunacak her türlü proje ve sosyal etkinlikleri gerçekleştirmesi için protokol imzalıyor. İHH’yla bağlantılı İzmir İnsani Yardım Derneği, Huzurlu Aile ve Yaşam Derneği gibileriyle de benzer protokoller imzalanıyor. 2013 sonunda, sosyal bilimler liselerinde zorunlu olan Osmanlı Türkçesi dersinin tüm liselerde seçmeli ders olarak verilmeye başlanması sonrası öğretmen açığının yaşanması üzerine Milli Eğitim Bakanlığı, Nur Cemaatine yakınlığıyla bilinen Hayrat Vakfı’yla öğretmen yetiştirme protokolü imzalıyor; 81 ilin valiliklerine bu konuda yazı gidiyor. Yine 2013’te Nakşibendi tarikatına yakınlığıyla bilinen Muradiye Vakfı’yla “ihmal ve istismar mağduru çocuklara ‘çocuk evi’ kurması” için 10 yıl süreli bir protokol imzalanıyor. Bakım altındaki çocukların psiko-sosyal, fiziksel ve zihinsel gelişimleri için 2014 yılında Önder İmam Hatip Mezunları ve Mensupları derneği ile protokol imzalanıyor. Hizmet Vakfı’yla 2014’te “Değerler Eğitimi” için imzalanan protokol sonrası bir kitapçık oluşturuluyor ve buna bağlı olarak okullarda ders dışı seminerler veriliyor, sonra bu 2017’de ders saatlerini kapsayacak şekilde genişletiliyor ve müfredata bu başlığın dahil edileceği açıklanıyor. 2017’de MEB ile İlim Yayma Cemiyeti ve sonrasında Ensar Vakfı arasında da öğrencilere yönelik sanatsal, sportif, sosyal, kültürel etkinlik, yaz okulu, kamp, vs. için birer protokol imzalanıyor.

Bunlar sadece birkaç örnek ama bunların genel anlamda bize gösterdiği şu: Sosyal politika ve eğitim alanında Diyanet’in ve çevresindeki dini kurumların belirleyici rolünün ciddi bir zemini var. Diyanet bu anlamda hem ailenin nasıl bir kurum olması gerektiğinin tariflenmesi ve yaygınlaştırılmasında rol üstleniyor (aile eğitimi ve evlilik rehberleriyle), hem de bu kurum “dağıldığında”—yani kadınlara sığınaklarda, çocuklara çocuk ve sevgi evlerinde—nasihat ederek birlik ve bütünlüğünü daim kılıyor (Aile ve Dini Rehberlik Büroları çalışma yönergesinin gösterdiği üzere). Ayrıca, hem toplumun bir bütün olarak sahip olması gereken “değerleri” belirliyor (“Değerler Eğitimi”yle); hem de kimsesiz çocukların bakımında, okul öncesinden liseye eğitim alanında (tüm bu protokollerle) ana aktörlerden biri haline geliyor. Diyanet çevresinde olmayan kurumların küçüldüğü, kadınların başka türlü destek mekanizmalarının giderek azaldığı bu dönemde Diyanet, tekrar vurgulayayım, toplumsal cinsiyet eşitliğini temel almayan ve boşanma oranını azaltmayı amaç edinen bir yapı olarak, tam tersine büyüyor. Dolayısıyla erkek şiddetiyle mücadele ettiğimiz ve edeceğimiz düzlemin kendisi de buna bağlı olarak değişiyor. Bu yeni düzlemde, bu mücadeleyi yalnızca soyut/ideolojik bir düzlemde ve sıklıkla sadece kadınları birbirine düşman etmeye yarayan “din” ve “gericilik” tabirleriyle sürdüremeyeceğimiz aşikar. Yolumuzu hep birlikte bulmak umuduyla…[2]

[1] Sağlık Bakanlığı bütçesine Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu ve Türkiye Halk Sağlığı Kurumu eklenince bu miktarı aşıyor elbette: 2013’te 16,7 milyar bu üçünün toplam bütçesi.

[2] Yukarıda paylaştığım metin, 3-5 Kasım 2018’de Bodrum’da gerçekleştirilen “Kadına Yönelik Erkek Şiddeti Yeni Devlet Politikalarının Neresinde?” başlıklı 21. Kadın Sığınakları ve Da(ya)nışma Merkezleri Kurultayı’nda yaptığım sunumun, Feminist Mekân’da Cuma Buluşmaları kapsamında sunmak için güncellenmiş halidir.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.