Bugün toplumu etkili, kapsayıcı, adil ve sürdürülebilir bir halk sağlığı ihtiyacını sağlayacak şekilde mobilize etmek için, feminist savaş tarihçilerinin bize sunduğu dersleri öğrenmemiz gerekiyor

Cynthia Enloe 

Koronavirüs salgını “eğrisini düzleştirmek” için bütün ülkeler ve şehirler kapılarına kilit vururken, bu korku verici zamanlarda, kolektif olarak ne yapmamız gerektiği konusunda yanlış analojiyi seçme riski ile karşı karşıyayız. “Savaş açmak”, özel ve kamusal kaynakları mevcut bir tehlikeye dair harekete geçirmek için en aldatıcı ve cezbedici analoji. Fakat bu cazibeye karşı durmalıyız.

Bizler biliyoruz ki -feminist araştırmacıların bize defalarca gösterdiği üzere- pek çok ülkede ve nesiller boyunca açılan savaşlar, cinsiyetçiliği, ırkçılığı, homofobiyi, otokrasiyi, gizliliği ve yabancı düşmanlığını körüklemekte. Bunların hiçbiri, bir pandemiye engel olmaz, asla güvenilir bilimsel ve işlevsel tıbbi altyapıları desteklemez. Aramızdaki en savunmasız kişileri korumayan ve hepimizi güvende hissettirmeyen şeylerdir. Bu kavramlar, kesinlikle pandemi sonrası demokrasinin temelini atmayacaktır.

Yine de savaş açmak kesinlikle cezbedici bir analoji çünkü aramızdan çoğu ve kültürel ve politik liderlerimizin de çoğu, hem savaşlarını hem de her savaştan neyi hatırlamamızı istediklerini itinayla seçerler.

Günümüzde koronavirüs sebebiyle endişeli olan Amerikalıların birçoğu II. Dünya Savaşı’nı yaşamadı. Belki de bugünkü durum, “Hayırlı Savaş” olduğu iddia edilenin, tozpembe bir savaşma hâli analojisinin kurulmuş olmasındandır. Pek çok okulda öğretildiği, çok fazla filmde anlatıldığı ve çok sayıda kamusal törende de abideleştirildiği gibi, II. Dünya Savaşı, “herkesin fedakârlık ettiği” ve “tüm Amerikalıların bir araya geldiği” bir dönemdi. Bize “ortak bir amaç” veren savaştı. Hepimiz “oğullarımızı” desteklemiştik. “Ortak bir düşmana” karşı koymuştuk. Düşmanımız tartışılmaz derecede “kötü”ydü. İç Cephe’de “GI Joe” ve “Riveter Rosie” örnek vatandaşlardı.[i] Bir de üstüne, Amerikalılar sırf o savaşta savaşarak hafızalarda “dünyanın kurtarıcıları” olarak yer etmiş oldu.

Anti-militarist feministler olarak bizler, koronavirüsün yol açtığı ciddi küresel ve yerel zorlukların en iyi biçimde nasıl çözülebileceğini düşünürken, sosyal adaleti, cinsiyet eşitliğini ve sürdürülebilir barışı destekleyen yaklaşımlar oluşturmaya çalışıyoruz. Bu ilham veren üç amacın, savaş açmakla taban tabana zıt olduğunu düşünebiliriz. Ancak II. Dünya Savaşı’nı duygusal ve seçici şekilde hatırlayan birçok Amerikalı için favori savaşları bu üç amaca da katkıda bulunmuştu. Amerikalılar için II. Dünya Savaşı’nın romantikleştirilmiş hali, savaşın “insanları bir araya getirdiği”, “herkesin kendi üzerine düşeni yaptığı” ve “barışın kazanıldığı” bir versiyondu. GI Joe üniversiteye gitmiş ve hayalindeki evi almıştı. Rosie geçici olarak çocuk bakmış ve düzgün bir ücret almıştı.

Diğer bir deyişle feministler, savaşmak ve feminist bir barış inşa etmeyi birbirine zıt şeyler gibi düşünüyorken, aramızda en militarist olanların “hayırlı savaşı” sürdürmeyi barışı kazanmak adına dayanışmak, adalet ve kadınlar için genişletilmiş fırsatları desteklemek olarak düşünmesi muhtemel.

Pek çok ülkede olduğu gibi, dikkatlice seçilmiş savaş anılarının güllük gülistanlık tablosu savaştan hangi deneyimlerin çekilip anlatıldığına bağlıdır. Örneğin, günümüzde hızla yayılan koronavirüse karşı “II. Dünya Savaşı tipi bir savaş” yapabileceğimizi düşünen Amerikalılar, 1940’larda savaş zamanı yasalarına uyan Japon asıllı Amerikalıların toplama kampına kapatılmasını unutmayı uygun görüyorlar. Aynı şekilde, sevgiyle anılan “Hayırlı Savaş” sırasında Amerika Birleşik Devletleri ordusu ve donanması saflarının ırklara göre ayrıldığını hatırlamak da oldukça rahatsız edici.

Geçtiğimiz kırk yılda, Blanche Weisen Cook, Mary Louise Roberts, Brenda Moore, Jeanne Wakatsuki Houston, Maureen Honey ve Alison Bernstein gibi Amerikalı feminist tarihçiler, kolektif gözlüklerimizdeki pembe tonları silmek için gerekli titiz araştırmalar yaptı. Bu araştırmacıların da gösterdiği üzere Amerikalılar “Hayırlı Savaş”ı, seks işçiliğine talebi arttırarak, ırkçılığı güçlendirerek, homofobik, Yahudi karşıtı uygulamalarla ve kadınlara sahte vaatlerde bulunarak sürdürdü.

Bugün, feminist tarihçilerin bulguları kasten görmezden gelinir ve herhangi bir kolektif sivil çabayı bir “savaşa” dönüştürmenin gerçek maliyeti hakkında gösterdikleri önemli politik dersleri almak reddedilirse, ancak o zaman hızla yayılan bir hastalığa karşı “II. Dünya Savaşı tipi bir savaş” yürütmenin istenen bir strateji olduğu düşünülebilir. Bugün toplumu etkili, kapsayıcı, adil ve sürdürülebilir bir halk sağlığı ihtiyacını sağlayacak şekilde mobilize etmek için, feminist savaş tarihçilerinin bize sunduğu dersleri öğrenmemiz gerekiyor. Bunu başarabilmemiz için tozpembe bir militarizasyonun baştan çıkarıcı cazibesine karşı çıkmalıyız.

Çeviren: Dağlar Yaraşır

Bu yazının orijinali Women’s International League for Peace and Freedom’da yayınlanmıştır ve Cynthia Enloe, WILPF Academic Network üyesidir.

 

[i] ÇN. GI Joe Amerikan askeri, Amerikan “Mehmetçik”i. Rosie the Riveter ise “We can do it” görseli ile bildiğimiz II. Dünya Savaşı sırasında fabrikalarda çalışan ve cephanelik üreten Amerikalı kadınları temsil eden simge.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.