Kadınlar normal dönemde bile, kurumlara başvurmakta çeşitli çekinceler yaşarlarken, salgın döneminde haklarından tamamen vazgeçebilirler. Bu yüzden evde kal ama şiddet görüyorsan polise başvur, sığınak talep et, bu telefonu ara, eczanenden yardım iste gibi çağrılar ve kamusal farkındalık kadınların güvenliğinin sağlanmasında ilk adım olabilir.

Kadına yönelik şiddetle mücadele yasası yürürlükten kaldırılabilir mi? Bir kararname ile şiddet önleme ve şiddetten korunma mekanizmaları yok edilebilir mi? Bir gün bir basın açıklamasıyla kadınlara yönelik şiddetin Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın arabuluculuk hizmeti ile çözümleneceğini duyar mıyız? Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün fiilen ve yasal olarak kapatıldığı, bütçesinin de arabuluculuk faaliyetlerine aktarıldığını okur muyuz birtakım gazetelerin başlıklarından? Birkaç yıldır mecliste yoğun çalışmalar yapan boşanmaları önleme komisyonunun, kadınların hayatları pahasına tüm planlarını hayata geçirdiğine tanık olur muyuz? Ekonomik daralma nedeniyle öncelikle kadınların işten çıkarıldığını, evlilik yaşının 15’e indiğini, 12 yaşını doldurmuş kız çocuklarının ailenin izni ile evlendirilmelerinin mümkün olduğunu, bugüne kadar çocuk istismarı suçu nedeni ile hükümlü olanların evlilik şartı ile serbest bırakıldığını buhranlar içinde takip edeceğimiz bir gündem olur mu?

Yukarıda dile gelen sorular gerçek değil. Şimdilik. Şimdilik, çünkü dünya tarihi, asla olmayacağını düşündüğümüz olayların bir anda ya da belirli bir zaman içinde olması örnekleri ile de dolu değil mi? Üstelik büyük köklü değişimlerin, farklı bir gerçekliğin tasarımını mümkün kılmak için toplumsal travma anlarından daha uygun bir zaman ve zemin var mı?

Naomi Klein, Şok Doktrini kitabında, köklü toplumsal ve ekonomi mühendisliğinde toplu travma anlarının yarattığı şok etkisinin nasıl bir fırsat olarak kullanıldığının dünya tarihinden olaylarla örnekler. Klein’a göre, krizler meydana geldiğinde alınan önlemler etrafında yer alan düşüncelere bağlı olurlar. Şok doktrininde krizler demokrasinin serbest bölgeleridir, rıza arayışında olmaz ve bu dönemde ortaya çıkan düşüncelere meşruiyet kazandırmaya, katlanılabilir kılmaya ve fırsat doğduğunda denemeye değer hale getirmeye yarar.[i] Tıpkı çocuk istismarının meşrulaştırılmasına dair bitmek bilmeyen yasa teklifi denemeleri gibi.

Büyük trajedilerin ve neden oldukları şokların aynı zamanda büyük değişimleri de getirdiğini açıklarken, insanın tepkilerinin şokla nasıl bastırıldığını şöyle açıklar:

“Şok doktrininin nasıl işlediğini şuradan görebiliriz; felaketin kendisi, (darbe, terörist saldırı, piyasaların çöküşü, savaş, tsunami, kasırga vb.) nüfusun tamamını kolektif bir şok durumuna sokar. Şoka uğratılan toplumlar başka bir yolla sıkı sıkıya korudukları şeylerden sık sık vazgeçmektedirler. Ülkelerin savaşlar, darbeler, saldırılar ve doğal felaketlerle şoka uğramaları ile bu şoktan kaynaklanan korku ve dezoryantasyonu kullanmak üzere şirketler ve politikacılar kendi istediklerini gerçekleştirmek, menfaatlerine hizmet eden eylemlerde bulunmak üzere sıraya girer.”

Klein kitabında, şok doktrinine birçok örnek verir; krizlerden yararlanma konusunda geniş deneyler, Amerika’nın Ortadoğu politikası ile yarattığı korku ortamının “ülke güvenliği” kılıfından, Şili’de ve diğer Latin Amerika ülkelerinde felaket zamanlarında ortaya çıkan en ağır insan hakları ihlallerine, Sri Lanka’da yerel üretim ve tüketimin savaş sonrası sona erdirildiği ve ülkenin sahillerinin sadece uluslararası turizme açıldığı gibi farklı coğrafyalardan farklı ve çok katmanlı örnekler.

Üç milyondan fazla insanın enfekte olduğu, küresel ölüm artışının geride kalan beş ayda durdurulamadığı, tüm insanlığın virüs nedeni ile evlerine kapanmak zorunda olduğu, eşi görülmemiş bir krizin sonunda bizi nasıl değişimler bekliyor? Pandeminin ilan edildiği 11 Mart öncesi ile neleri kıyas etmek zorunda kalacağız? Bu sorular üzerine büyük tartışmalar devam ediyor. Bilime olan güvenin ve inancın artacağını söyleyen de var, korku iklimi ve mesafelenmenin anti-demokratik uygulamaları sıklaştırma ihtimalini ortaya atan da. Birbirimizi düşünerek ve sorumluluk bilinci ile, eğer mümkünse, evde kalıyor, maske takıyoruz. Bu deneyim insanlar ve farklı kuşaklar arasında dayanışmayı arttırırken, aramıza koyduğumuz mesafeler ve dijitalleşme insanlar arası ilişki ve iletişimi nasıl etkileyecek sorusu da yüksek sesle sorulanlardan.

Bu yazının buraya kadar olan kısmını yazarken aklımda, toplumsal cinsiyet temelli politikaların ortadan kaldırılması, haklarımızın silinip süpürülmesi, kadınların hayati ihtiyacı olan destek mekanizmalarının öncelik olmaktan çıkması, toplumsal bir şok yaşarken, birden büyük kayıpların içinde kalmak mümkün olabilir mi, soruları alarm seviyesinde yanıp dönmeye başladı. Yazının devamı cinsel istismar yasası üzerine olacaktı ama kafamdaki bu sorular yazıyı daha genel olarak kadına yönelik şiddet politikaları olarak belirleyiverdi.

COVID-19, kadınlar, Türkiye

İnfaz yasası ile ortaya çıkan tartışmalar, beni yazının başında karamsar yaratıcılığımı zorlayarak aklıma gelen en kötü senaryolar neler olabilir diye düşünmeye teşvik etti.

Tarihinin nereden başlayacağını bile unuttuğum uzun bir zamandır sokak eylemleri şiddetle bastırılıyor. Kadınlar son yıllarda bunun hep istisnası oldu, seslerini, eylemlerini duyurmanın, göstermenin hep bir yolu oldu. Şimdi evlerimizdeyiz. Fiziksel olarak sınırlandık. Fiziksel bir arada olmak, eylem yapmak, protestolar yerini dijital alana bıraktı. Bu dijitalleşme kadınların bir kısmı için yalnızlaşma anlamına da geliyor. Genel ortalamalara göre, kadınlar erkeklere oranla yüzde 14 daha az telefon kullanırken, internete erişimleri ise yüzde 43 oranında daha az.[ii]

Sağlığımızı düşünmenin yanına, gelirimiz, işimizi kaybetme korkusu gibi farklı endişeler eklendi. 17 Nisan’da yürürlüğe giren “Koronavirüsle Mücadele Kapsamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” ile, beyaz yakalı ve hizmet sektöründe çalışan işçiler, günlüğü 39,75 TL ücretle işverenlerinin insiyatifine kalmış bir “ücretsiz izin” tehdidi altındayken, önemli bir nüfusunu kadınların oluşturduğu esnek, güvencesiz ev işçiliğinde çalışan kadınlar işsiz kaldılar bile. Ekonomik desteğe ihtiyaç duyan kadınlar, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın tek seferlik hane başına dağıtacağı nakit 1000 TL’lik “yardıma” uygun kriterlere sahip mi? Bu yardımlar için bir yere başvurmak gerekir mi? Bu yardım kendilerine mi yoksa -ihtimal dahilinde- şiddet gördüğü kocasına mı teslim edilir? gibi soruların pençesine düşmüştür.

Cumhurbaşkanı, koronavirüsle mücadelede “ekonomik istikrar kalkanı” olarak 14,3 milyar euro değerinde bir destek paketi açıkladı. Bu destek paketinde genel olarak vergi muafiyetleri ve lojistik, AVM, otomotiv sektörlerine çeşitli vergi muafiyetleri sağlanırken, paketin içeriğinde toplumsal cinsiyet politikalarına dair tek bir ifade aramak için düzenlemelere bakmak da bu ülkede yaşayan bir kadın olarak benim lüksüm olsun.

Devletin koronavirüs ekonomik paketi içinde Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na tahsis edilen 2 milyar TL’den bakanlığın aile, aile kısmının da kadın birimine ne kadarlık bir bütçe planlaması ve tahsisi yapıldı (mı)? Bakanlığın basın duyurularına göre, bu kaynağın dağıtımı üç fazda planlanmış. Birinci fazda, 2 milyon 111 bin haneye 1000’er lira, halihazırda sosyal yardım ve dayanışma kanunu kapsamında sosyal yardım alan kişilere; ikinci ve üçüncü faz yardımlar ise ihtiyaç sahibi kişilere dağıtımı yapılacak. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu ile Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın basın açıklamalarında, bu sosyal yardımların kadına yönelik şiddet bakımından tek bir düzenleme, değerlendirme kriteri yok.

Cinsiyet temelli tek referans, sosyal yardımlaşma kanunu kapsamında sosyal destek almaya hak kazanan çoklu doğum yapan kadınlar. Diyelim ki kadınlara yönelik özellikli bir politika bütüncül olarak tesis edilmedi. On yıllardır, kadın hareketinin ve uluslararası sözleşmelerin zorla öğrettiği ekonomik şiddet unsuru, hane başına dağıtılacak yardımların dağıtım organizasyonunda değerlendirildi mi?

Kadınlar ve yetişkin kız çocukları toplumsal olarak ev içi emeğin yüzde 76.2 oranında toplumsal yüklenicileri.[iii] COVID-19 halk sağlığı krizi olması ve önlemlerden birinin sürekli evde kalmak olması, hasta bakımı ile ev içi emek bakımından kadınları daha da savunmasız bırakması söz konusu iken, bu konuda çeşitli destek mekanizmaları bakanlığın gündemine gelmiş midir?

Kadınlar için EV’in güvenliği

Ekonomik güvenliğin yanı sıra bir de fiziksel güvenlik meselesi var. Milyonlarca kadın için ‘evde kal’ çağrısı güvenlik, korunma değil, şiddet, korku, tehdit ve risk ifade ediyor. Kadına yönelik şiddetle mücadele mekanizmalarının önemli bir kısmı, ev dediğimiz yerin kadın için güvenlikli hale getirilmesi gibi temel bir amaç üzerine kurulmuştur.

Örneğin, uzaklaştırma kararı her ne kadar şu anda çok daha geniş anlamda şiddet uygulayan ile şiddete maruz kalan erkek ve kadın arasında fiziksel mesafelenmenin sağlanması ve şiddet tehdidinin etkisinin azaltılması olarak uygulansa da, 1990’larda ilk uygulamalar, şiddet uygulayanın şiddetin meydana geldiği eve, ortak haneye uzaklaştırılması ile ortaya çıkmıştır.

Benzer şekilde, müşterek hayat içinde sahip olunan veya kullanılan ev üzerinde kadının kararı olmadan istediği gibi tasarruf eden, kadınları ve çocukları güvenli barınmadan yoksun bırakan kocalara karşı, aile konutu şerhi yine kadınların evde güvende olmaları amacına odaklanır.

6284 sayılı şiddet yasası, kadınların evde güvende olabilmesi için reformlar getirmiş, şiddet uygulayan erkeklerin ev içindeki hakimiyetlerine “anında” müdahale eden sistemsel bir değişimin parçası olmuştur. Tarih boyunca “Yetkim yok, müdahale edemem” diyen polis, 7/24 şiddete maruz kalan kadının başvurusuna istinaden şiddet uygulayanı 24 saat süre ile uzaklaştırmaya yetkilendirilmiş ve görevlendirilmiştir.

Şiddet durmadığında, tehdidin niteliğine göre, güçlenme ve şiddetten uzaklaşma durak noktaları olan sığınaklar diğer her şeyin yanında aynı zamanda güvenli bir barınma yerleridir.

Milyonlarca insanın zorunlu haller dışında evde kalmak zorunda olduğu, belirli aralıklarla sokağa çıkma yasağının uygulandığı salgın krizinde, kadınlar için evin güvenli olması amacıyla olağan dönemlerden farklı olarak nasıl önlemler alındı?

Bu soruların cevapları için birkaç kaynak taraması yaptığımızda, incelemeye bile gerek olmayan soyutluk ve genel geçer ifadeler ile yazılmış basın duyuruları dışında kaynak bulmak güç. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün web sitesinde yayınlanan 11 Nisan tarihli bir basın açıklamasında, sosyal yardımların yüzde 61 oranında kadınlara verildiği ifade ediliyor. Fakat dikkat çekmek istediğim nokta şu ki, bu kadınların özellikle “şartlı doğum yardımı” ve “eşi vefat etmiş kadınlara” yönelik destekler olduğu açıklamanın devamında yer alıyor. Basın açıklamasında kadına yönelik şiddet hakkında tek bir satır yok.[iv]

Evde kal çağrısı tek başına bir çağrı olduğunda, kadınların çeşitli mekanizmalara başvurması için bile yeterli düzeyde caydırıcı olabilir. Kadınlar normal dönemde bile, kurumlara başvurmakta çeşitli çekinceler yaşarlarken, salgın döneminde haklarından tamamen vazgeçebilirler. Bu yüzden evde kal ama şiddet görüyorsan polise başvur, sığınak talep et, bu telefonu ara, eczanenden yardım iste gibi çağrılar ve kamusal farkındalık kadınların güvenliğinin sağlanmasında ilk adım olabilir.

Dünyadan örnekler[v]

Küresel salgında, Birleşmiş Milletler gibi kuruluşlar dahil olmak üzere, birçok uluslararası kuruluş, salgın dönemi zorunlu tedbir olan evde karantina uygulamasının kadına yönelik şiddeti arttırdığına yönelik çarpıcı rakamlar ve raporlar açıklıyor. Birleşmiş Milletler tarafından yapılan açıklamalara göre, Fransa’da karantina önlemlerinin alındığı 17 Mart tarihinden itibaren şiddet yüzde 30 oranında artış gösterdi. Rapor, Amerika, Almanya, Kanada, İngiltere ve İspanya’da da vakalar ile birlikte acil durum sığınağı taleplerinin arttığına işaret ediyor.

Kanada’da karantina dönemi boyunca kadın sığınaklarının açık kalacağı belirtilirken 50 milyon dolarlık bir destek paketinin, cinsel şiddet ve diğer toplumsal cinsiyet temelli şiddet gören kadınların kaldığı sığınaklara aktarılacağı açıklandı.

İtalya’da karantina döneminde, şiddet söz konusu olduğunda savcılar şiddete uğrayan kadının değil, şiddet uygulayanın uzaklaştırılması konusunda karar ve önlemler alacak.

Fransa’da sığınakların kapasitesinin arttırılmasının yanı sıra, ihtiyaç halinde, otel gibi barınma olanaklarının sağlanmasına karar verildi.

Çin’de dijital alanda, pandemi döneminde şiddete karşı toplumsal farkındalık hedefleyen, şiddete karşı sessizliği kırmak için geniş çaplı kampanyalar düzenlendi.

Avustralya, Fransa ve İngiltere’de şiddet gören kadınlara özellikli olarak ekonomik destek ve hizmet sunumu koordinasyonu yapılacak.

Almanya’da şiddet nedeni ile tutuklu olan, kadınlara karşı suç işlemiş hükümlüler af yasası kapsamı dışında tutuldu.

Kurumsal politikaların yanı sıra, şiddet gören kadınların destek çağrısının ilgililere ulaştırılabilmesi için yöntemler de mevcut.

İspanya’da kadınlar eczaneleri “Mask-19” kavramı ile şiddet gördüğü yönünde uyarabiliyor ve polisin gelmesini sağlayabiliyor.

İngiltere’de polis, posta işçileri ve dağıtım görevlileri ile işbirliği yaparak, iletişim kurdukları hanelerde tanık oldukları veya şüphelendikleri istismar, şiddet olayları üzerine çalışma programı uyguluyor. Ayrıca Bright Sky adı verilen bir aplikasyon ile, her ne kadar gizlilik konusunda endişeleri açığa çıkarsa da, şiddete maruz kalanlar ile bilgi paylaşımı yapılıyor.

Türkiye’de durum nedir? Şiddet vaka sayılarında değişikliklere dair bir veri tutuluyor mu? Salgın döneminde şiddete maruz kalan kadınların ihtiyaçlarında bir değişiklik oldu mu? Evde şiddet nedeniyle kalamayan kadınlara sağlıklı koşullarda barınak veya acil durum sığınağı alternatifleri sunuluyor mu? Sunuluyorsa kadınlar için erişilebilirlik nasıl sağlanıyor? Hastaneye gitmenin çok zor olduğu bu dönemde, cinsel saldırıya uğrayan kadınların klinik muayeneleri konusunda özellikli bir tedbir alındı mı? Bunun için kadınların nereye başvurması gerekli? Salgının toplumdaki psikolojik ve sosyolojik boyutu ile ilgili incelemelerde ve tavsiyelerde bulunacak Toplum Bilimleri Kurulu’nda salgınla birlikte kadına yönelik şiddet vakalarının küresel artışının teyit edildiği bir dönemde, bu konuyu özellikli olarak inceleyebilecek ya da bu konuda kendisine sorumluluk verilmiş bir kurul üyesi var mı? Emniyet teşkilatı ve bakanlık, salgın döneminde şiddet vakalarının nasıl çözüleceği ile ilgili özel bir protokol oluşturdu mu? Salgın döneminde şiddete müsaade etmemek için herhangi bir toplumsal farkındalık kampanyası düzenlenecek mi?

Hukukun, yasaların uygulanmasının veya uygulanmamasının belirleyicisinin siyasi demeçler, söylemler olduğu bir ülkede, tek bir hükümet partisi siyasetçisi çıkıp kadınların güvenliği ve yaşam hakkı hakkında konuşacak mı? Ya da bu kriz döneminde, alınan ve alınmayan önlemler uzun vadeli bir siyasi fikrin taşıyıcıları mı?

[i] Naomi Klein, Şok Doktrini, Felaket Kapitalizminin Yükselişi, 2007.

[ii] COVID-19 and Women’s Economic Empowerment, https://reliefweb.int/report/world/covid-19-and-women-s-economic-empowerment

[iii] COVID-19 and Women’s Economic Empowerment, https://reliefweb.int/report/world/covid-19-and-women-s-economic-empowerment

[iv] Bakan Selçuk: “Sosyal Yardımlarda Kadınlara Ödenen Miktarlarda Artışa Gittik”

https://ailevecalisma.gov.tr/ksgm/haberler/bakan-selcuk-sosyal-yardimlarda-kadinlara-odenen-miktarlarda-artisa-gittik/

[v] Birleşmiş Milletler salgın döneminde kadına yönelik şiddet raporundan derlenmiştir. https://www.unwomen.org/en/digital-library/publications/2020/04/issue-brief-covid-19-and-ending-violence-against-women-and-girls

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.