Siz hiç panik ve öfke içerisinde fikirsiz bir savunmaya davranmayan; anlatılanı önce bir duyan, ne demeye çalışıyor diye bir soruya yer bırakan erkek gördünüz mü?

Charles Demuth, The Purple Pup, 1917

Malum son günlerin/haftaların öne çıkan gündemi ifşalar ve ifşaların başlattığı tartışmalar. İfşaların her biri kendi içinde apayrı yaşanmışlıkları içerse, tartışmalar başka başka yollardan ilerlese de bazı kabak gibi paralellikler de mevcut. Bu ortak unsurlardan biri dikkatimizi çekmekle kalmıyor, bizleri hakikaten garipsetiyor da. Kısaca açalım istedik.

Feministler olarak birçoğumuzun ifşanın yıllar içindeki evrimi açısından hatırı sayılır bir deneyimi var. Son on yıl içerisinde ifşanın içeriği, anlamı, yöntemi, nihai amacı, örgütleyici kitlesi, hedef kitlesi, kazanımları… hemen her öğesinde tartışmaya değer değişimler oldu. İlginç bir şekilde, ifşanın tarihindeki bunca değişim/dönüşümün arasında sarsılmadan ayakta duran bir unsur var: ifşa karşısında erkeklerin defansifliği ve özdüşünüm eksikliği!

Elbet son günlerde de hızla kurulan erkek dayanışması ve bunun alameti farikası olan hızlı cümlecikler (“Ya iftira atıyorsa?”, “Kadın da …’mış canım”, “Linç edildi/m”ler) yine patır patır karşımıza döküldü. Yani zaten alışık olduğumuz, karşı tarafı suçlayarak kendini aklama çabasını gördük. Bunun yanısıra, bu kez birtakım yarım ağız özürler, kadınların mücadelelerine destek beyanları da duyduk. Ama bu yüzeyin altında, karşı tarafı öyle doğrudan suçlamayan erkeklerin açıklamalarının içeriğinin de ilk gruptan pek de farklı olmadığını deneyimledik: Tıpkı doğrudan inkarcılar gibi bu adamlar da asla sorumluluk almıyor, bir an olsun dönüp kendilerine bakmıyor, üstüne kalkıp esasen “doğru” bir yöntem olan ifşanın hangi durumlarda kullanılması gerektiğini ve neden kendi özellerinde bunun yanlış olduğunu bizlere uzun uzun anlatıyorlar.

Bütün ifşa konularını bir potada eritmek yanlış olur elbette ama suçlama yöneltilen tarafların, biraz da yükselen harekete biraz mecburi bir merhaba’sıyla başlayan açıklamalarında kuvvetli bir ortaklık var. Bu erkekler asla kendi davranışlarına bakmayarak, gözlerini kadınların—en makul ifadesiyle—“algılarına” dikiyor. Yani tacizi kabul etmiyorum ama karşı taraf öyle algıladıysa özür dilerim, hali. Ben bir şey yapmadım ama o kötü hissettiği için affola, gibi. Faturayı karşıdakinin algısına kesmek olayı sistematiklikten de çıkarıyor tabii. Bu da pardon, biz ilişkilenmeyi böyle öğrendik, sorgulamak da işimize gelmedi demekten daha cazip ve kolay geliyor belli ki.

Dikkat çekici bir durum. Siz hiç panik ve öfke içerisinde fikirsiz bir savunmaya davranmayan; anlatılanı önce bir duyan, ne demeye çalışıyor diye bir soruya yer bırakan; acaba ben o niyetle davranmamış olsam da karşı tarafı rahatsız etmiş olabilir miyim diyen; acaba ben flört ettim tamam, bunda ne var ama işte erkeklik hali, sınır aştığımı görmedim, görmek işime gelmedi kabul, benim pozisyonum daha sağlamdı doğru, belki de korkuttum karşımdakini, hakkım olduğunu düşündüğüm şeyleri öyle yaşayıverdim, üzerine iki kez düşünmedim, kendimle meşguldüm, karşımdakini pek de gözetmedim diye kendini açıklamaya çalışan erkek gördünüz mü? En harekete yanaşan erkekler bile, kendisinin yapmadığını, kadının hissinin böyle olduğunu, hiç değilse, ima ediyor.

Taciz vb. suçlamalar karşısında, erkeklerin, bu örnek listedeki cümlelerden faydalanmaları, karşıdakini kurcalayıp oradan sözcük devşireceğine kendi hareketlerinin üzerine biraz bir düşünme ile sorumluluk almaları sanıyoruz ki onları yok edecek diye korkuyorlar. Halbuki, deneseler ölmezler, ezik görülmezler, yenilmez, bir savaşı kaybetmezler, aksine bir ortalamanın dışına doğru gözle görülür bir adım atmış olurlar.

Kadınların öfkesi setleri yıkan bir sele dönüşmüş, ve evet şimdiden pek çok şeyi kökten değiştirmişken, bir bu eşiğin hala aşılamıyor olması size de ilginç gelmiyor mu?

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.