İptal kültürüolarak adlandırılan, yüksek sesli ve sert oluşları nedeniyle karşıt görüşler tarafından olumsuzlanan itirazlar, meydan okumalar, kuşkusuz ki bugüne kadar sözü bastırılmış, susturulmuş olanların bir kısmının bugün Twitter gibi sosyal medya platformları aracılığıyla da sözlerini söyleyebilmeleriyle mümkün hale geldi. Harper’s mektubunu ve/veya diğer iptal kültürü karşıtlıklarını, bu anlamda, tarihsel olarak sözü tekelinde tutma ve ifade özgürlüğüne sınırsızca sahip olma hakkını sadece ve sadece kendinde görenlerin şimdi aldıkları tepkilerden ve bu tepkilerin yarattığı kısıtlamalardan/tehditlerden duydukları rahatsızlığın bir göstergesi olarak okuyabiliriz.

 

Şiddeti görünür kılmak için bazen olay çıkarmanız gerekir:
alışılmış işleyişin, trafiğin akışının durdurulması, o kapının açılıp kapanmasının,
kapının içinden ya da önünden geçilip gidilebilmesinin imkânsız hale getirilmesi gerekir.[1]

Sistem onu dönüştürmeyi deneyenleri engelleyerek çalışıyor. Demek ki
sistemi dönüştürmek onun çalışmasını engellemekle mümkün.[2]

Sara Ahmed

 

Farklı politik duruşlara sahip yüz elli akademisyen, gazeteci ve yazarın imzaladığı, “Adalet ve Açık Tartışma Üzerine bir Mektup (A Letter on Justice and Open Debate)” başlıklı metin, Harper’s Magazine’de kısa bir süre önce yayınlanır yayınlanmaz, feministlerin ve diğer muhaliflerin eleştirilerinin hedefi oldu. Mektubun başlığı her ne kadar “özgürlükçü” bir söylem vadediyormuş gibi görünse de, içeriği her ne kadar Trump yönetiminin uyguladığı politikaları sorunsallaştırıyor ve ifade özgürlüğü alanının açık tutulmasının gerekliliğini savunuyormuş izlenimi verse de, bu metnin referans verdiği olaylara yakından bakıldığında, mektubun asıl sorununun sağcı/sansürcü/baskıcı uygulamalar ve politikalar ile değil, hâkim söylem dahilinde olumsuz bir tonla iptal kültürü (cancel culture) diye tabir edilen muhalif eğilimi benimseyenler ile olduğu açıkça görülebiliyor.

Mesela söz konusu mektupta ifade özgürlüğüne yapılan darbelere dikkat çekilirken, Siyah Amerikalı George Floyd’un polis tarafından öldürülmesinin ardından başlayan sivil eylemleri bir tehdit unsuru olarak görüp, Amerikan Ordusu’nu toplumsal düzeni yeniden tesis etmek üzere göreve çağıran yazıyı yayınlayan New York Times editörü Jeff Bennet’in sosyal medyada gördüğü tepkiler üzerine istifa ettirilmesi olayına gönderme yapılıyor.[3]

Dolayısıyla mektup, Bennet’in yayınladığı yazının ırkçı ve militarist tutumunu değil, böylesi bir tutumu eleştiriye tabi tutanları, bu yöndeki eleştirilerin Bennet’in işinden olmasının nedeni olduğu gerekçesiyle, özgürlük karşıtı olarak tanımlamayı tercih ediyor. Mektubun “hoş görülmesi gereken fikir ayrılığı” ifadesine vurgu yapması da J.K. Rowling’in son dönemde transfobik açıklamaları nedeniyle aldığı tepkilere bir referans olarak okunuyor; ancak bu ifade üzerinden farklı düşüncelere saygı duymaya yaptığı davet, mektubun Rowling’in transfobik açıklamalarını değil, bizzat bu açıklamaları eleştirenlerin tutumlarını sorunsallaştırdığını gösteriyor.

Kısacası, mektup, ırkçılığa, transfobiye ve ötekine yönelik diğer baskı ideolojilerine karşı düşünsel-edimsel tavır alanları olumsuz bir vurgu ile iptal kültürü olarak tanımlayan sağ tandanslı tutumlarla uyaklı bir şekilde, söz konusu kültürü kişisel hak ve özgürlüklere bir engel olarak görme eğilimi sergiliyor. Oysaki aynı mektup, sağ bir konumlanıştan iptal kültürü olarak olumsuzlanan muhalif edimselliği ve düşünselliği olumlayarak da hak ve özgürlük savunuculuğuna soyunabilirdi. Ne de olsa söz konusu muhaliflik de azınlıkçı bir duruş sergileyerek böylesine bir savununun mücadelesini veriyor. Ancak mektup, bu azınlıkçı hak ve özgürlük arayışının potansiyel bir linç kültürü oluşturmasından sakınarak, oldukça muhafazakâr, sözde özgürlükçü bir söylem aracılığı ile azınlığı ve azınlıkçı olanı baskılayan yerleşik güç mekanizmalarının sözcülüğüne ister istemez soyunmuş oluyor.

Kuşkusuz, azınlıkçı olan da sorunsallaştırılabilir. Söz konusu mektubun da bunu yapmaya “hakkı” var elbette. Ancak mektubun bunu yaparken azınlıkçı olanı “farklı düşüncelere saygıya” davet edip, azınlığa ve azınlıkçılığa yönelik maddi-söylemsel baskı araçlarının sözcülüğüne kalkışanlara dokunmadan geçmesi de bu “hak” mefhumunun nasıl bir ideolojik konumdan işlerliğe sokulduğuna dair bize bir fikir veriyor. Bu bağlamda belki de sorulması gereken soru su: Azınlıkçı olanı dokunulmaz kılmadan olumlamak, ama azınlıkçı olanı sorunsallaştıracağım derken de yerleşik maddi-söylemsel baskı araçlarının sözcülüğüne soyunmamak mümkün mü?

Mektubun bu soruyu dikkate almak konusundaki isteksizliğinin aksine, ben bu yazıda, iptal kültürü ekseninde, bu soruya olumlu bir cevap vermeye çalışacağım. Öncelikle, hâkim söylemde iptal kültürü ile ne ifade edilmek isteniyor, bu kültürün ima edilen özneleri kim, söz konusu kavram nasıl bir işlev görüyor, neleri açık ediyor ve nelerin üzerini örtüyor, bunlara değineceğim. Böylece, iptal kültürü etrafında örgütlenen hâkim söylemi yapı sökümüne uğratmayı deneyeceğim. Ancak iptal kültürü tanımlamasının çok geniş bir muhalif edimsel-düşünsel sahaya referans vermesi nedeniyle, söz konusu kültüre dair yaklaşımımı, bu kültürün öncülerinden olduğu düşünülen #metoo hareketi ile ve bu hareketin alan açtığı cinsel taciz/şiddet ifşaları ile sınırlayacağım.

Azınlıkçı olanı dokunulmaz kılmadan yerleşik söylemler karsısında olumlama eğiliminin uzantısı olarak, bu yazıda, iptal kültürünü ve #metoo hareketini sundukları imkânlar bağlamında olumlarken, her ikisinin barındırdığı sınırlara da dikkat çekmeyi amaçlıyorum. Bu yöndeki bir dikkat çekmenin iptal kültürünün ve #metoo hareketinin reddiyesine dönüşmesine imkân vermeden elbette.

İptal kültürü kavramının gelişim sürecine kısa bir bakış

Bu kavramın köklerinin 1950’ler ve 1960’larda yer alan Sivil Haklar Hareketi’ne kadar gittiğine dair argümanlara bakıldığında, bu dönemde Siyahlar tarafından gerçekleştirilen boykotların da bir iptal kültürü formu olarak okunduğuna rastlıyoruz[4]. Son dönemlere geldiğimizde ise bu ifadenin sosyal medyada dolaşıma girmesinin yine Siyah Twitter kullanıcıları tarafından yapılan kimi zaman mizah içeren eleştiriler ile başladığı ifade ediliyor.

Kuzey Amerika’da başlayan iptal kültürü kavramı son beş yıldır Twitter’da bir ifade olarak dolaşımda. Başlarda daha mizahi bir üslubun parçası olarak kullanılmış olsa da #metoo hareketini takiben bu kavramın daha farklı çağrışım ve anlamlarda yaygınlaşarak gündeme gelmeye başladığını görüyoruz.

Kavram şöyle özetlenebilir: Ünlü ya da topluma mal olmuş kişilerin, sosyal medya kullanıcılarının ve kurumların, egemen özne konumlarından ürettikleri transfobik, cinsiyetçi, türcü, tacizci, ırkçı, homofobik vs. gibi ötekilere yönelik ofansif söylem ya da eylemlerine, azınlıkçı politikaları savunanlar, feministler, LGBTİ+ lar, Siyahlar ve pek çok başka azınlıklar tarafından gösterilen tepkiler; ofansif ifadenin/eylemin failinin, gücünü aldığı konumundan uzaklaştırılması veya boykot edilmesi talepleri; faillerin işverenleri tarafından disipline edilmesi/uyarılması çağrıları, karşıtları tarafından negatif anlamlar atanarak iptal kültürü olarak tanımlanıyor.

İptal Kültürü’nde #metoo, feminist ifşalar ve imkânları

Daha önce iptal kültürü kavramının kullanımının #metoo ile yaygınlaşmaya başladığından ve #metoo hareketinin de iptal kültürü olarak tanımlandığından bahsetmiştim. #metoo’nun iptal kültürüyle ilişkilendirmesinin sebebinin, cinsel şiddet/taciz ifşalarında faillere uygulanması yüksek sesle talep edilen yaptırımlar olduğu söylenebilir. Cinsel şiddet ve taciz kültürünün her yerdeliğine dikkat çeken bu ifşalar, sadece faillerin eylemlerinin sorumluluğunu almalarını ya da bu taciz eylemlerini kolaylaştıran ve bu eylemlere zemin sağlayan konumlarından azledilmelerini değil, aynı zamanda hukuki düzlemde yaptırımlara tabi tutulmalarını da talep ediyor.

Bununla birlikte, faillere atfedilegelen “sapkınlık,” “canavarlık,” “anormallik” gibi kategorizasyonlarla cinsel şiddetin patolojikleştirilerek istisnai alanlara sıkıştırılması ve sadece belirli ırksal, sınıfsal ve cinsiyet kategorilerine indirgenmesi eğilimleri, #metoo ile ifşa olan faillerin sundukları “başarılı,” “saygı duyulan,” vs. gibi imajlar tarafından da sekteye uğratılıyor.

Tacizin hayatta kalan tarafından söze dökülmesinin ancak belirli kalıplarda yapıldığında kabul görmesinden bahseder Linda Alcoff ve Laura Gray, “Hayatta Kalanın Sözü: Hâkim Söylemin Sınırını mi Aşıyor yoksa Hâkim Söylemin Parçası Haline mi Geliyor? (Survivor Discourse: Transgression or Recuperation?)” başlıklı yazılarında. Alcoff ve Gray bu makalede, Amerikan talk şov programlarından örneklere odaklanırlar ve bu şovların cinsel taciz/şiddet hikayelerine yer verirken kullandıkları görsel ve anlatımsal metotlar aracılığıyla hayatta kalanın travmasını nasıl sunduklarına dikkat çekerler. Hayatta kalanın ağlama sahnelerinin, acı dolu ifadelerinin yakın çekimlerle ekrana aktarılması ve sunucular tarafından cinsel şiddet anının nasıl gerçekleştiğine ilişkin detaylı sorular sorulması gibi failliklerini ellerinden alan yöntemlerle, bu şovlarda, hayatta kalanın kurban gibi resmedilerek izleyicinin bakışına sunulmasından söz eder yazarlar. Dolayısıyla, bu şovların taciz/tecavüz kültürünün sistemsel ve politik oluşuna dikkat çekmek şöyle dursun; bu hikayeleri, izleyicide şok ve sansasyonellik yaratmak ve izleyicinin bu temaşadan zevk almasını sağlamak üzere sunduklarını söylerler. Alcoff ve Gray’e göre, hâkim söylemler tarafından temellük edilme ve temaşaya dönüştürülme gibi riskler taşımasına rağmen, hayatta kalanın hikayesi, cinsel şiddetin konuşulabiliyor dahi olmasının tabu olduğu düşünüldüğünde, normları sarsma ve sözün sahibine faillik tanıma gibi olanaklara da alan açma potansiyeline sahip. Foucault’nun önermelerinden yola çıkarak, bu imkânları şu koşullara dayandırır Alcoff ve Gray: Hâkim söylemin sarsılması, hayatta kalanın sözünün bu talk şovlarda veya din ve psikiyatri alanlarında olduğu gibi bir uzman aracılığıyla (sunucu, psikiyatr, din görevlisi), hiyerarşik bir denetim ve düzenleme mekanizması içerisinde normalleştirilen ve temellük edilen bir itiraf/konuşma eylemiyle söze dökülmesi ile değil, bu hikayelerin ancak uzman konumunun bertaraf edildiği, hayatta kalanın failliğine dolayımsız alan açan bir şekilde dışsallaştırılmasıyla ve, bence en çarpıcı önerileri olan, dinleyenleri şahitliğe çağırmasıyla mümkün olabileceğini söylerler.

Tacizin aktarımına yönelik yukarıda bahsettiğim bu yerleşik normalleştirici dinamiklerden farklı olarak; #metoo’nun merkezsiz ve dolayımsız olduğunu söyleyebiliriz. #metoo, bu haliyle sadece okuyanları, dinleyenleri kolektif bir söze dökmeye, kolektif bir şahitliğe ve daha yüksek sesle konuşmaya çağırmakla kalmıyor; aynı zamanda her yerde olan tacizciler için de birtakım tehditler oluşturuyor. #metoo’nun iptal kültürü gibi adlandırmalarla itibarsızlaştırılmaya ve değersizleştirilmeye çalışılmasının da hangi saiklere dayanmakta olduğu bu bağlamda kendini açık ediyor.

İptal kültürü bir hayal ürünü mü?

Cinsel taciz failleri arasında bulunan şöhret/güç sahibi ünlü erkeklerin ancak sadece birkaçının (R. Kelly, Harvey Weinstein, Kevin Spacey, Bill Cosby vs.) kariyerlerini sonlandırmış olsa da #metoo’nun ve dolayısıyla da iptal kültürünün iddia edildiği düzeyde bir yaptırım gücüne sahip olmadığını görüyoruz. Örneğin, cinsel taciz faili komedyen Louis C.K.’in aldığı tepkiler üzerine sahnelerden uzaklaşması ancak 10 ay sürdü ve geri dönüşünde kapalı gişe oynadı. Yine transfobik şakaları nedeniyle eleştirilen Dave Chapelle ise Netflix özel şovu “Stick & Stones” ile 2020 yılı Grammy Ödüllerinde “En İyi Komedi Albümü” ödülünü aldı. Bu örnekleri daha da çoğaltabilirim. Bu örneklere bakıldığında, iptal kültürünün ve #metoo’nun barındırdığı iddia edilen tehlike ve tehditlerin bir hayal ürününden ibaret olduğunu; muhalif itirazları anlamsızlaştırmak, itibarsızlaştırmak ya da susturmak üzere kullanılan bir söylem olarak işlev gördüğünü iddia edebiliriz. Cinsel şiddet faillerinin bırakın sorumluluk almasını ya da cezalandırılmasını, neredeyse ödüllendirildiği, faillerin itibarlarını ve kariyerlerini korumanın refleksif bir bicimde ön planda tutulduğu bu ortamda, iptal kültürüne atfedilen gücün ne kültürel, ne de kurumsal anlamda henüz karşılığı olmadığı apaçık.

#metoo’nun ötesinde iptal kültürü tartışmaları ve yarattığı anksiyeteler

Bir yandan, bu tartışmalarda iptal kültürünün kişilerin sosyal/mesleki konumlarını tehdit ettiği yönündeki iddialar ve ifade özgürlüğünün (yani sadece belirli zümrelere tanınan ofansif olma ya da ötekine yönelik şiddeti hakkı/özgürlüğünün) önünü tıkayan bir fenomene dönüştüğüne dair eleştiriler ön plana çıkarken; öte yandan, ifade özgürlüklerinin bağlamı/sınırları, kimlerin ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı ve bu ifade özgürlüğü kılıfı altında üretilen söylemlerin öteki düşmanı bir kültürü nasıl yeniden inşa ettiği neredeyse kasıtlı bir şekilde es geçiliyor.

İptal kültürü olarak adlandırılan, yüksek sesli ve sert oluşları nedeniyle karşıt görüşler tarafından olumsuzlanan itirazlar, meydan okumalar, kuşkusuz ki bugüne kadar sözü bastırılmış, susturulmuş olanların bir kısmının bugün Twitter gibi sosyal medya platformları aracılığıyla da sözlerini söyleyebilmeleriyle mümkün hale geldi. Harper’s mektubunu ve/veya diğer iptal kültürü karşıtlıklarını, bu anlamda, tarihsel olarak sözü tekelinde tutma ve ifade özgürlüğüne sınırsızca sahip olma hakkını sadece ve sadece kendinde görenlerin şimdi aldıkları tepkilerden ve bu tepkilerin yarattığı kısıtlamalardan/tehditlerden duydukları rahatsızlığın bir göstergesi olarak okuyabiliriz. Ya da diğer bir ifadeyle; egemen özne konumlarını işgal ederek söylem ve edim üretenlerin, iptal kültürü olarak tanımlanan muhalif tutumların yaygınlaşmasıyla dokunulmazlıklarını kaybetme tehdidiyle karşı karşıya kalmış olmalarının, bu kültürün etrafında toplanan bunca anksiyetenin başlıca sebeplerinden olduğunu söyleyebiliriz.

Türkiye’de iptal kültürü tartışmaları

Türkiye’de de son dönemde, özellikle dizi sektöründe (oyuncular arasında), akademide, sol örgütlenme içerisinde ve başka pek çok yerde fiziksel, duygusal veya cinsel şiddet ve tacize maruz kalmış kadınların yaşadıklarını söze dökmelerine ve failleri ifşa etmelerine şahit olduk. Bu ifşaların birinde tartışmanın merkezine oturan lovebombing kavramının feministler arasında tacizin tanımının sınırlarına ilişkin fikir ayrılıklarına yol açtığını; bir kadın akademisyenin söz konusu ifşanın taciz kapsamında düşünülmemesi gerektiğini savunarak olayın failini desteklemesi üzerine aldığı (üniversitedeki konumundan uzaklaştırılması dahil) çeşitli tepkileri iptal kültürü olarak adlandırdığını gördük.

İptal kültürünün, politik doğruculuk ve duyar kasma ile ilişkisi üzerine

Kuzey Amerika’da #metoo ile daha da sık tartışılan ve Türkiye’de son dönemdeki ifşalar ve yarattığı yankılar ile gündeme gelen iptal kültürü kavramı, taşıdığı benzerlikler bakımından politik doğruculuk ve bizde sıkça kullanılan duyar kasma gibi ifadeleri de bu metne dahil etmeye çağırıyor. Öteki pahasına sarf edilen ofansif ifadeler ve şakalara getirilen itirazlar, eleştiriler ve kaygılar sıkça politik doğruculuk veya Türkiye’de de son yıllarda sıkça kullanılan duyar kasma söylemleriyle hafife alınmaya, değersizleştirilmeye ve geçersizleştirilmeye çalışılmakta. Muhafazakârların muhalif olanı olumsuzlamak adına son on yıldır kullandıkları sosyal adalet savaşçısı[5] (social justice warrior) ifadesi de bu tartışmaya dahil edilebilir. Politik doğruculuk ve duyar kasma ifadeleri aracılığıyla sergiledikleri tavrın bir uzantısı olarak, muhafazakârlar sosyal adalet savaşçısı nosyonu ile de politik/sosyal/kültürel adaletsizliklere dair kaygıları ve itirazları sırf “ilerlemeci” kesim tarafından onaylanmak adına sergilenen samimiyetsiz performanslar olarak tanımlayarak olumsuzlamaya yöneliyorlar. “Politik doğrucu kültür” (politically correct culture – PC culture) de tıpkı iptal kültürü gibi bir kavram halini alarak yine adı açıkça konmayan bir kitleyi ve bu kitlenin edimlerini olumsuzlamak üzere dile girdi. Aşırı sağcılar ve sosyal medya trolleri tarafından da sıkça benimsenen Anti-PC culture konumlanışı, politik doğrucu kültüre karşı sergilediği tutumla kendine geniş bir yer bulmuş gibi görünüyor.

Özellikle mizahın alanında sıkça karşılaştığımız PC ithamlarına, ötekiler pahasına yaptıkları ofansif şakalara getirilen eleştirilerden rahatsızlık duyan komedyenlerin (Dave Chapelle, Louis C.K. vb.) ve ötekileri ırkçı, cinsiyetçi söylemleriyle aşağılayan ve alaya alan Trump ve onun aşırı sağcı destekçilerinin de sıkça başvurduğunu görüyoruz. Öyle ki, Trump, politik doğruculuğu, Amerikan devletinin güçsüzleşmesinin ve zayıflamasının sebebi olarak gösteriyor ve sertleşmenin gerekliliğinin övgüsünü yapıyor her fırsatta.

Politik doğrucu kültürü, tıpkı iptal kültürü gibi, kimlerin oluşturduğu net olarak adlandırılmasa da ima edilenlerin başında feministler, LGBTİ+, Siyahlar, ilerlemeci ve sol tandanslı kişilerin geldiği açık. Politik doğruculuğun, açıkça konuşmaktan korkmak ve dolayısıyla yeterince sert olamamak, aşırı duygusal ve hassas olmak gibi anlamları beraberinde taşıdığı ve ayrıca heteronormatif ikili karşıtlık sisteminde duyguların feminenlikle, aklın ve rasyonalitenin ise maskülenlikle ilişkilendirildiği düşünüldüğünde, politik doğrucu kültür olarak tabir edilenlerin ya da duyar kasanların cinsiyetlileştirildiğini görüyoruz.[6] Bu bağlamda, politik doğruculuk karşıtlığı, sertlik ve güçlülük gibi anlamlarla maskülenlikle ilişkilendirilirken; politik doğruculuk ya da duyar kasmak, maskülenlik idealinin dışında kalan ve onu bozuma uğratan feminenlikle eşleniyor. Nihayetinde, her feminen itiraz gibi histerik olmakla, aşırı hassaslıkla ve yersiz duygusallıkla, dolayısıyla abartmakla itham edilerek bu itirazların haklılık potansiyellerinin sadece altı oyulmuyor; aynı zamanda kültürel/yapısal/sistemik/politik sorunlara dair kaygılar, tartışmalar, diyaloglar geçersiz kılınarak dışlanıyor.

İptal kültürü, politik doğruculuk ya da duyar kasmanın alanı olarak kanıksanan Twitter gibi sosyal medya platformlarında üretilen eleştiri, itiraz ve ifşalar, sadece şiddet türlerine (sözlü, fiziksel, cinsel, yapısal, kurumsal, sistemsel, vb.) dikkat çekmekle kalmıyor; itirazın daima uysal, mevcut düzeni tehdit ve rahatsız etmeyecek kalıplar içerisinde yapılması beklentisini de sarsıntıya uğratıyor. Olay çıkarmaktan ve gürültü yapmaktan kaçınmayanların itirazlarına ve sözlerine kulak tıkamak, bu sesleri susturmak ya da kısmak için iptal kültürü, politik doğrucu kültür, duyar kasanlar gibi ifadelerin sirkülasyonu, şiddetin üstünü örtmek ve mevcut düzenin, yani asıl iptal kültürünün -kapitalist ırkçı patriarkal kurumların, sistemlerin, yapıların, yönetimlerin ve kişilerin- devamını sağlamak için muhteşem bir illüzyon imkânı sunuyor. Asıl iptal kültürünün, muhalif olanı iptal kültürü olmakla yaftalayarak iptal etmek istemesi de bu kavramın ironisini gözler önüne seriyor.

İptal kültürü ve #metoo’nun pedagojik imkânları

İster iptal kültürü olarak ister politik doğrucu kültür ya da duyar kasmak olarak tabir edilsin, Sara Ahmed’in de söylediği gibi, eski düzenin alışılageldik işleyişini mümkün kılan şiddeti durdurmak için gürültü yapmanın, olay çıkarmanın ve bazı kapılardan faillerin girişini ve çıkışını durdurmak için o kapıların açılmasını ya da kapatılmasını imkânsız hale getirmenin sunabileceği imkânlar feminist politikalar bakımından oldukça önemli.

Buradan yola çıkarak, Ramzi Fawaz’ın üniversitede verdiği derslerde uyguladığı ve duygulanımsal kür (affective curation) olarak adlandırdığı yöntemin bize önemli feminist pedagojik olanaklar sunabileceğini düşünüyorum. Dersin sahasına kasıtlı olarak rahatsız edici duyguları tetikleyen (politik) konuları getirmenin, özellikle egemen özne konumlarını işgal eden öğrencilerin dönüşümüne alan açma potansiyeli barındırması nedeniyle sunabileceği pedagojik imkânlardan bahseder Fawaz. Öğrencilerin güç konumlarını sorgulaması, bu konumları yeniden şekillendirmesi ve dünyayı algılayış biçimlerini yeniden yönlendirmesi gibi dönüştürücü etkilerine istinaden, duygulanımsal kür yöntemiyle rahatsızlık duygusu yaratmanın önemine ve değerine vurgu yapar yazar. Böyle düşünüldüğünde, iptal kültürünün de gündeme soktuğu tartışmalar ve dolayısıyla doğurmakta olduğu rahatsız edici duygular, Fawaz’ın dikkat çektiği bu olanaklara kapı aralama potansiyeli taşıyor. Bununla birlikte, özellikle ifşalar bağlamında, patırtı yapmanın, rahatsız etmenin tetiklediği duygulanımların, Fawaz’in önerilerine ilaveten, diyalog olanağı sağlama, gündemi dönüştürme, erkin “bütünlük” fantezisini sarsma, ve dayanışmayla güçlendirme gibi imkânlar da sunabileceğini düşünüyorum. Sara Ahmed’in önerdiği oyunbozan (killjoy) ifadesini de yine bu bağlamda düşünebiliriz.

Buraya kadar özelde #metoo dolayımıyla feminist ifşanın ve genelde da iptal kültürünün imkânlarını ele alarak ilişkilendirildikleri negatif anlamları yapı sökümüne uğratmaya ve feminist patırtı yöntemleri olarak düşünebileceğimiz bu kavramları olumlu bir çerçeveye yerleştirmeye çalıştım. Yazıyı sonlandırmadan önce de bu kavramların ve itiraz biçimlerinin sınırlarına birkaç soruyla değinmeye çalışacağım.

Sosyal medyada bir hashtag olarak başlayan #metoo ve beraberinde gelen cinsel şiddet ifşaları paylaşımlarına kimlerin dahil olabildiği ve kimlerin dışarıda bırakıldığı düşünüldüğünde, bu hareketin kolektifliğinin limitleri de görünür hale geliyor. Başka bir deyişle, cinsel şiddetin söze dökülmesinin sınırlarını tartışırken, internet teknolojilerinin kimlerin erişimine kapalı olduğunu, kimlerin ana dillerinde dertlerini anlatmak isterken resmî dil bariyerine çarptığını, kimlerin cinsel yönelimleri ve kimlikleri nedeniyle şiddet görse dahi şiddet görmemiş sayıldığını, kimlerin şiddeti dile döktüğü için tekrar şiddete maruz kaldığını ve kimlere, “yeterince edepli” olmadıkları gerekçesiyle, şiddetin hak görüldüğünü daima akılda tutmak gerekiyor.

Ayrıca #metoo’nun ifade ettiği hem bireysellik (me), hem de kolektiflik (too), cinsel şiddetin her yerdeliğine ve yaygınlığına işaret ediyor olsa da bu “her yerdelik” anlayışının cinsel şiddet kültürünün sistemsel/yapısal oluşunu açıklamaya yetmediğini düşünüyorum.

Elbette ki feminist ifşanın cinsel tacizin her yerdeliğine dikkat çekerek sağlayabileceği, yukarıda da bahsettiğim imkânları çok kıymetli. Ancak, feminist ifşalarla tekil kişiler ve eylemleri üzerine odaklanmanın, cinsel şiddete itirazı “bireyselleşen” bir harekete dönüştürmesi riskine kapı aralayabileceğini söylemek mümkün. Cinsel/fiziksel/psikolojik şiddetle mücadele, Türkiyeli trans/feministlerin uzun yıllardır emek verdiği bir alan. Özellikle Türkiye’de kadına (trans-natrans) yönelik türlü şiddetin vahameti ve bu şiddet kültürünün oldukça normalleşmiş olduğu göz önünde bulundurulduğunda, tekil olarak faillerin hukuki ya da sosyal boyutlarda cezalandırılmalarının kısa dönemde cinsel şiddet kültürü sorununa yama yapmanın ötesine nasıl geçebileceğine; yani her yerde olan şiddet faillerini tekil olarak yargılamanın (hapse göndermenin) cinsel şiddet kültürü sorununa uzun vadede sosyal/kültürel anlamda nasıl bir dönüşüm ve değişim sağlayabileceğine dair sorular ifşaların sınırlarına işaret ediyor. O halde, ifşalarda zaman zaman çözüm mercileri olarak gösterilen hukuki/cezai kurumların ya da şirketlerin nötr alanlar olmadığını ve neoliberal kapitalist heteronormatif sistemdeki eril rollerini akılda tutarak, bu ifşalarda dile getirilen faillerin resmî/sosyal düzlemde cezalandırılmaları taleplerinin yanında, uzun dönemde sosyal anlamda dönüşümler sağlayabilecek ne gibi alternatif yöntemler düşünebiliriz?

#istanbulsozlesmesiyasatir

Kaynakça:

Alcoff, Linda, and Laura Gray. “Survivor Discourse: Transgression or Recuperation?” Signs 18, no. 2 (1993): 260-90.

Fawaz, Ramzi. “How to Make a Queer Scene, or Notes toward a Practice of Affective Curation.” Feminist Studies 42, no. 3 (2016): 757–68.

 

[1] Çeviri bana aittir. Orjinali: “To make violence seeable, sometimes you have to create a scene: to stop business as usual, to stop the flow of traffic, to make it impossible to open or close that door, to pass through or pass by.” Sara Ahmed, What’s the Use?: On the Uses of Use (Duke University Press, 2019), 210.

[2] Çeviri bana aittir. Orjinali: “The system is working by stopping those who are trying to transform the system. This means that to transform a system we have to stop it from working.” A.g.e, 212.

[3] https://www.latimes.com/entertainment-arts/story/2020-07-09/cancel-culture-harpers-letter

[4] https://www.vox.com/culture/2019/12/30/20879720/what-is-cancel-culture-explained-history-debate

[5] Ayşe Gülkızı’na, bu kavramı bu diyaloga dahil etmem yönündeki önerisinden dolayı teşekkür ederim.

[6] Bu değerlendirmeye daha kapsamlı bir şekilde “Towards Negotiating the Ethics Of Comedy Through Affective Pedagogies of Feminist Humor” başlıklı yüksek lisans tezimde yer vermiştim.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.