30 Kasım 2020’de Fransız bir kadın şarkıcı-söz yazarı vefat etti.

Adı Anne Sylvestre idi.

Hayalimde o, sihirli bir ormanın içinden gelen kırmızı ve yeşil başlıklı bir kadın. Ancak ok kılıfı, yay ve oklar değil, sadece bir gitar taşıyor. Sahnede neredeyse çıplak; sağlam bir meşe üzerine tünemiş minik bir kuşun narin soprano sesiyle salt gerçeği söylüyor.

Takip eden satırlarda, en azından benim gözümde zayıfların koruyucusu ve ezilenlerin savunucusuna, ona, hakkını verebilmek istiyorum.

‘La chanson française’: Erkeklerin dünyası 

1934’te doğan Anne Sylvestre, 50’li yıllarda Paris kabarelerinde şarkı söylemeye başladı. Bazı müzik devleri ya da “monstres sacrés” (kelimenin tam anlamıyla Kutsal Canavarlar) da aynı zamanda, özellikle Saint-Germain des Prés çevresinde sanat hayatlarına başlamışlardı. Adını Paris’teki Seine nehrinin sol yakasında bulunan 60’ların Paris kabarelerinden alan ‘Rive gauche’ isimli Fransız şarkısı, müzik tarihinde bir tür olarak düşünülebilir (eğer konuyla ilgiliyseniz ve Fransızca okuyabiliyorsanız, işte konuyu açıklamaya çalışan bir makale linki: https://hal.archives-ouvertes.fr/halshs-01800624/).

Uzun lafın kısası, kabareler o kadar dardı ki şarkıcılar kendilerine yalnızca gitarla eşlik edebiliyorlardı. Bu yüzden, bir şarkıcı-söz yazarı, icra ettiği ‘metin şarkılarıyla’ (Fransızca’da ‘chansons à textes’ diyoruz, şarkı sözlerinin rafine, şiirsel ve ayrıntılı olduğu anlamına geliyor), genelde gitar, bazen bir akordeon, nadiren de -sahneye sığmayan- bir piyano ile baş başaydı. Sanatçılar, ‘çeşitlilik’ ve daha zengin, daha şiirsel bir müzik türü arasında bir ayrım yapma eğilimindeydiler. Müziğin içine şiirler yerleştirmeye, şiirleri kendileri yazmaya, herhangi bir konuyu tınının mutlak özgürlüği içinde anlatan şiirsel hikayeler yazmaya başladılar. Bazen rahatsız edici, arsız ve siyaseten doğrucu olmayan ve bazen de sıradan karakterleri betimleyen güzel hikayelerdi bunlar.

Böylece, bir şekilde devam ettiler, ama aynı zamanda bir nesil önceki “Chanson Réaliste” geleneğini de değiştirdiler. (“Realist Şarkılar”, 20. yüzyılın başında doğan ve kadınların dramatik şarkıları oldukça teatral bir şekilde çaldığı daha popüler bir türe işaret ediyor. Edith Piaf bu hareketin son temsilcilerinden biriydi).

Bu, Léo Ferré (1916), Georges Brassens (1921), Charles Aznavour (1924) ya da Jacques Brel (1929) gibi isimlerin nasıl parladıklarını gösteriyor. Onları duymuş olmalısınız. Pek çok Türk arkadaşım, Jacques Brel ya da Aznavour’u epey beğendiklerini söyledi. Ben de öyle.

Onları dinlerken, kimin tüyleri diken diken olmuyor ki?

La Bohème

Muhteşem Bohème, muhteşem metin, muhteşem teatral performans. Bu şarkı, Paris’te yaşayan, sanatsal zekalarına güvenen ve hayatlarını kazanmak için çıplak kadınları resmeden, fakir erkek sanatçıları anlatıyor.

Ne me quitte pas

Bu muhteşem şarkı, neredeyse Orta Çağ’a özgü bir kalıbı tasvir eden muhteşem şiirsel metin, karısına onu terk etmemesi için yalvaran çaresiz bir adamı anlatıyor. Onu elinde tutmak için imkansızı vaat ediyor. “Palavra palavra”…: Kadın gidebilir ve bir daha asla dönmeyebilir.

Mysogynie à part*

Doğrusunu söylemek gerekirse, Brel, Ferré, Brassens de kadınlar hakkında aşağılayıcı sözler ifade ettiler ve şarkılar söylediler. Bazı durumlarda, onların kadın düşmanlıklarının derecesini merak ediyoruz: Brassens sıklıkla kadın düşmanlığı ile suçlandı (bu oldukça geniş bir tartışma konusu); Brel’in röportajları bu noktada oldukça şaşırtıcı; Ferré ise açıkça kadın düşmanıydı…

Çocuk sahibi olmanın güzelliği konusunda bir şarkı söyledikten sonra Brel bir röportajında şöyle diyor: “Ben erkek şarkıları yazıyorum (…) Dinleyiciler çoğunlukla kadın, biraz tecavüz ediyor gibi hissediyorum.”

Aynı jenerasyondan, ünlü bir Fransız sanatçı olan Juliette Gréco’nun bu kaydedilmiş röportajında, Ferré, Brassens ve Brel’in kadınlar hakkındaki tartışmalı görüşlerini duyabilirsiniz… Gréco, bu görüşlere gülümsemekten başka bir cevap vermez. Tıpkı şaka yapılıyormuş gibi. Onlara şarkı söylerken, aslında bir şekilde onları onaylamış da olur. Gréco geleneksel kadın şarkıcıyı mükemmel bir şekilde somutlaştırır: Çekici, kendini arzu nesnesi haline getiren, erkekler tarafından bestelenen şarkıları söyleyen, erkek sanatçılar için bir ilham perisi…

Déshabillez-moi

Ferré ise kendisinin deha olduğuna ikna, birçok röportajında ​​kadınların sadece anne olduklarını açıkça beyan eder: “Onlar, onlara uygun yerlerinde kalmalı ve sanatçıları rahatsız etmemelidir”. Bir sonraki röportajında, evde herhangi bir “kültürlü kadın”ı kabul etmeyeceğini ve zaten kadınların “zekaları yumurtalıklarında olduğu için” erkekler kadar akıllı olamayacaklarını belirtir.

Ne saçmalık, diyebilirsiniz. O halde bu yaşlı, çirkin, ölü erkeklere neden önem veriliyor?

Yetenekleri ve ünlerinden dolayı (itiraf etmeliyim ki Brassens’in büyük bir hayranıyım), bugün bile herkesin aklında olan “Fransız müziği” kavramının inşasının tamamında yer alıyorlar. Onlar, en az onlar kadar yetenekli olan diğer kadın sanatçıların zararına bir şekilde, kolektif tarihin seçtiği isimler. (Catherine Ribeiro’yu dinlemenizi tavsiye ederim, kesinlikle parmak ısırtan biri.)

Erkekler, çok şiirsel, çok romantik, çok güzel performanslara imza atmışlar. Hâlâ hayatta olan ve şarkıları epey cinsiyetçi olan bir başka popüler şarkıcı-söz yazarı Alain Souchon, on sene evvel, ‘Rive Gauche’ isimli şarkısında bu kültürel mirası sahipleniyor:

Evet, buna tipik Fransız müziği stili deniyor: Romantizm, edebiyat ve ustalaşmış söylem kisvesi altında muhafazakarlık ve cinsiyetçilik. Onları eleştirmeye çalışın ve anında güzel sanatları takdir etmekten yoksun olduğunuz, hepsinin kadınlara hayran olduğu, sizin yanlış anladığınız, abarttığınız, çok cahil olduğunuz söylenecektir. Çünkü siz yüzyıllardır kendilerini referans gösteren o uzmanların baloncuğunun içinde değilsiniz.

Kadınların şarkılarda sıklıkla nesneleştirildiğini görmek için Einstein olmanıza gerek yok. En iyi ihtimalle ilham perileri, en kötüsüyle de aşk hikayelerinde rızalarının hiçbir önemi olmayan orospular. Popüler Fransız şarkılarındaki kadın temsiliyetine dair bir başka makale daha yazabilirim. Bir makale mi? Yok yok, bir doktora tezi demeliydim! (Eğer Fransızca anlayabiliyorsanız, işte bu konu hakkında beş podcast: https://www.franceculture.fr/emissions/continent-musiques-d-ete-multidiffusion/les-femmes-dans-la-chanson-francaise-15-les-femmes, ve bazı görüşleri içeren bir makale: https://muse.jhu.edu/article/509758)

(*)1969 yılında, Georges Brassens tarafından söylenen bir şarkı: Şarkıcı, “kadın düşmanlığı bir yana” isimli bu şarkıda sıkıcı ve mutaassıp eşinden bahsediyor ve ondan yakınıyor. Eğer karakter bir kadınsa, şarkı aslında ruhban sınıfı karşıtı bir mesaj taşıyor, daha fazlası değil. Başlık aynı zamanda kendisini eleştirenlere bir selam niteliğindedir.

İşte şimdi kadınlar ve Anne’ın zamanı

50’lerden 70’lere kadar, yalnızca birkaç kadın kartlarını doğru oynamayı başarabildi. Ancak onları duyduğunuzdan emin değilim. Fransa’da meşhurlar. Ancak yukarıda bahsettiğim bu Kutsal Canavarlar’dan daha az. Fransa’da meşhurlar. Ama yurtdışında pek de değil.

Anne Sylvestre da öyle.

Tarzıyla son derece mütevazı, harika işlerinde üretken ve içten. Şiirsel figürler ve referansları, günlük Fransızca ve argo kadar kullanıp, karıştırabilen bir dil virtüözü. Ferré, Brel ya da Brassens, müzik alanında uygulanan Fransız edebiyatının mirasçılarıdır. Retorik figürlerin, edebi dilin ve siyasi istekliliğin (ya da daha doğrusu anarşizmin) ustaları, sarsılmaz meşelerdir. Oysaki Anne Sylvestre, tüm dünyayı kucaklayan, dilin ve melodilerin evreninde özgürce dolaşan, erkeklerin ve kadınların, yetişkinlerin ve çocukların (aslında çocuklara söylediği şarkılar ile daha çok tanınıyor) dünyasında uçan, onların dalındaki minik bir kuştur.

Elbette onlarla birçok ortak yönü var. Konuşma ve üslup özgürlüğü, şarkıcı-söz yazarı kişiliği, politik doğruculuğa olan nefreti.

Ancak o, Kutsal Canavarların hiç ilgilenmediği başka konular hakkında yazmaya karar verdi. O, bir bakıma, onlardan çok daha bağımsız ve alışılmadıktı.

En güzel parçalarından birini size tanıtmadan önce, size kadın meseleleri ve hayatlarıyla ilgili, kronolojik olarak sıralanmış şarkılarından oluşan geniş bir seçki vereyim. Bu, bir sanatçı olarak onun nasıl biri olduğuna dair size bir fikir verecektir. 🙂

La fille du vent, 1962

Bu şarkıda bir anne, kızını rüzgarı sevmemesi için uyarıyor. Ancak kız, kendi tehlikesinin içinde özgür olmak istiyor. En sonunda hamile kalıyor ve oğlu ile eşi sırra kadem basıyor.

Burada sevdiğim, gelecek vaat eden Laura Cahen’ın versiyonu bulabilirsiniz:

Fille folle amante du vent
Boucle ton corset
Baisse bien la tête
Méfie-toi qui aime le vent
Engendre la tempête
Deli kız, rüzgarın aşığı
Korseni iliştir
Başını iyice eğ
Dikkat et, rüzgarı sevenler
Fırtınaya sebep olurlar

 

Éléonore, 1962

Éléonore, evli erkeklerin onu ziyaret etmesi sebebiyle herkes tarafından dışlanan, şehir dışında yaşayan bir kadındır. Bu yüzden, hem erkekler hem de kadınlar tarafından hor görülmüştür, kalbinin büyüklüğü, yalnızlığı ve acısıyla ilgili şarkı söylemektedir.

Je vous ai vus l’un après l’autre déguisés en jolis mariés,
Mais je suis pourtant restée votre
Seule manière d’oublier
Lors je vis à l’écart, en butte
À mille et une méchancetés
Vos épouses me persécutent
Et vous, vous me tyrannisez
Moi, je reste Éléonore Éléonore
Et mon cœur est plus vaste encore
Sizi güzel gelin ve damat kılıklarında gördüm bir bir,
Ama hâlâ sizin kaldım
Unutmanın tek yolu
Bir tepede tek başına yaşadığımda
Bin bir kötülükle
Eşleriniz bana işkence ediyor
Ve siz, siz bana zulmediyorsunuz
Ben, ben Eleonore kaldım
Ve kalbim hâlâ çok büyük

 

Non, tu n’as pas de nom, 1974 

Anne Sylvestre, ninni tarzındaki bu şarkıda kürtaj hakkını savunmaktadır. Var olmayan çocuğunu uyutmak için şarkı söylerken, her bir mısra bu mesele için güçlü argüman içermektedir.

Savent-ils que ça transforme
L’esprit autant que la forme?
Qu’on te porte dans la tête?
Que jamais ça ne s’arrête?
Tu ne seras pas mon centre
Que savent-ils de mon ventre?
Pensent-ils qu’on en dispose
Quand je suis tant d’autres choses?
Non, non tu n’as pas de nom
Non tu n’as pas d’existence
Tu n’es que ce qu’on en pense
Non, non tu n’as pas de nom
(…)
À supposer que tu vives
Tu n’es rien sans ta captive
Mais as-tu plus d’importance?
Plus de poids qu’une semence
Oh ce n’est pas une fête
C’est plutôt une défaite
Mais c’est la mienne et j’estime
Qu’il y a bien deux victimes
Bunun dönüştürdüğünü biliyorlar mı
Bedeni olduğu kadar ruhu da?
Seni zihnimizde taşıdığımızı?
Asla durmayacağını?
Benim merkezim olmayacaksın
Benim rahmim hakkında ne biliyorlar
Bizim sadece ona sahip olduğumuzu mu düşünüyorlar
Oysa ben çok başka şeyler iken?
Hayır, hayır senin bir adın yok
Hayır senin bir varlığın yok
Sen sadece insanlar ne düşünüyorsa osun
Hayır, hayır senin bir adın yok
(…)
Hadi yaşadığını varsayalım
Sen tutsak olmadan bir hiçsin
Ama daha mı önemli?
Bir tohumdan daha ağır olmak
Ah bu bir parti değil
Bu, daha çok bir yenilgi
Ama bu benim ve saygı duyuyorum
Gerçekten iki kurbanın olduğuna

 

Clémence part en vacances, 1977

Bu şarkıda, yaşlı bir kadının hayatının sonlarına doğru delirdiği görülüyor. Yaşamı boyunca gereğinden fazla çalıştığı için, aniden bir şey yapmayı bıraktığı, belki de sakat kaldığı ve koltuğuna mahkum olduğu anlaşılıyor. Tıpkı bir çocuk gibi davranıyor, tüm kasaba onun dedikodusunu yaparken, zavallı kocası Honoré bütün bir ev işini yapmak zorunda kalıyor. Hafif bir dil tutturarak, Anne Sylvestre anlamın farklı katmanlarıyla oynar: özgürlüğün karşısında hastalık, ölüm ve dinlenmenin karşısında hayat ve çalışmak, seçimin karşısında zorunluluk, kadınların karşısında erkekler. Clémence’ın tavrının yaygınlaşması gerektiği ile düşüncesini tamamlar: eğer ‘tüm Clemence’lar’ tatile çıkarsa, en sonunda dinlenebilirler.

Clémence, Clémence
A pris des vacances
Clémence ne fait plus rien
Clémence, Clémence
Est comme en enfance
Clémence va bien
Honoré, c’est bien dommage
Doit tout faire à la maison
La cuisine et le ménage
Le linge et les commissions
Quand il essaie de lui dire
De coudre un bouton perdu
Elle répond dans un sourire
« Va, j’ai bien assez cousu ! »
Clemence, Clemence
Bir tatile çıktı
Clémence artık hiçbir şey yapmıyor
Clemence, Clemence
Tıpkı çocukluğundaki gibi
Clemence iyi durumda
Honoré’ye, çok yazık,
Evdeki her iş yapmalı
Yemek pişirmeli ve temizlik yapmalı
Çamaşırları yıkamalı ve alışveriş yapmalı
Ona söylemeye çalıştığında
Kayıp bir düğmeyi diktiğini
O, gülerek cevap veriyor
“Git, ben yeterince diktim!”

 

Frangines, 1977

‘Frangines’ (argoda ‘kız kardeşler’ anlamına geliyor), kızkardeşlik hakkındaki mükemmel bir şarkı. Anne, erken çocukluk döneminden itibaren, bazılarının yeteneklerinin güzelliği sayesinde nasıl ufak bir güç kazanabileceği ve diğerlerinin bu yüzden sert rekabetiyle karşılaşabildiği, kızların birbiriyle yarışa girdiği pek çok durumu aktarıyor. Bunun nasıl bir enerji kaybı olduğunu gösteriyor ve kadın dayanışmasına, onlara daha fazla alan tanımayanlara karşı birlik olmaya, erkeklerin daha iyi eğitilmesine, toplumdaki daha köklü bir değişime çağrı yapıyor.

On aurait pu rester frangines
Ça nous aurait gagné du temps
Main sur l’épaule, j’imagine
Qu’on aurait pu, se regardant,
Voir qu’on était toutes assez belles
Et même celles
Qui ont pas le tempsC’est tout pareil dans nos métiers
On nous oppose et on nous monte
En épingle, pour mieux montrer
Qu’on se trouve en dehors du compte
Pour peu qu’on dépasse la tête
On est toujours une exception
Chacune sur notre planète,
Ce qu’on a pu tourner en rond !Si on se retrouvait frangines
On n’aurait pas perdu son temps
Unissant nos voix, j’imagine
Qu’on en dirait vingt fois autant
Et qu’on ferait changer les choses
Et je suppose, aussi, les gensEt qu’on ferait changer les choses
Allez ! On ose
Il est grand temps !
Kız kardeşler olarak kalabilirdik
Bu bize zaman kazandırırdı
Omuzda bir el, hayal ediyorum. Birbirimize bakabilirdik
Hepimizin çok güzel olduğunu görebilirdik
Ve hatta Hiç zamanı olmayanların bile Bizim işlerimizde hepsi aynı
Bizi karşı karşıya getiriyorlar ve göklere çıkarıyorlar,
Daha iyi göstermek için
Hesabın dışında olduğumuzu
Başımızı dışarı çıkardığımız sürece
Her daim bir istisna olarak kalacağız
Her birimiz kendi gezegenimizde
Harmanlayabilirdik!Eğer kendimizi bulsaydık kız kardeşlerim
Zamanımızı harcamazdık
Seslerimizi birleştirdiğimizi, hayal ediyorum
Yirmi kat daha fazla söyleyebilirdik
Ve bir şeyleri değiştirebilirdik
Ve tabii, insanları daVe bir şeyleri değiştirebilirdik
Hadi! Cesaret ediyoruz
Şimdi tam zamanı!

 

L’histoire de Jeanne-Marie, 1977

Jeanne-Marie, çirkin, çok zeki ve çalışkan bir kız. Çok zeki olduğu için, birçok düşmanı var. Herkes onun evlenmesini, çocuk sahibi olmasını istiyor… Ancak o kendi hikayesini yazmaya kararlı. Ona biçilen hayatı reddediyor, çalışmaya devam edip, geleceğine yatırım yapıyor. Son satır, sanki tüm kadınların kaderiymiş gibi, çok güzel bir şekilde ifade edilmiş: ‘ve onun hikayesi henüz bitmedi’.

Ça me plairait pas d’être pute
Pas plus qu’entrer en religion
Non que l’ouvrage me rebute
Mais il y faut une raison
Et dites-le bien à vos hommes
Qu’ils ne viennent jamais frapper,
De n’appartenir à personne
M’empêchera pas d’exister
Je ne veux pas la charité !On pourra dire, on pourra croire
De médisance en calomnie
Elle est pas terminée l’histoire,
L’histoire de Jeanne-Marie.
Bir orospu olmayı
Bir dine ait olmaktan daha fazla sevmezdim
İş beni ittiğinden değil
Ama bir sebebi olmalı
Ve erkeklerinize şunu iyice söyleyin
Asla kapımı çalmaya gelmesinler
Kimseye ait değilim
Beni var olmaktan alıkoyamazlar
Hayırseverlik istemiyorum! Söyleyebilirdik, inanabilirdik
Bir iftiradan diğer bir karalamaya,
Hikaye bitmedi,
Jeanne-Marie’nin hikayesi.

 

Comment je m’appelle, 1977

‘Comment je m’appelle’, kendi kimliğini merak eden bir kızla ilgili. Başkaları için ve onların gözlerinden yaşayan biri olarak, kayıptı: Güzel, deli, ev kadını, orospu, fiziksel ve edebi nesne, onun gerçek ismi ne?

Si vous le savez comment je m’appelle
Vous me le direz, vous me le direz
Si vous le savez comment je m’appelle
Vous me le direz, je l’ai-z-oublié
Vous me le direz, je l’ai-z-oubliéQuand j’étais petite et que j’étais belle
On m’enrubannait de ces noms jolis
On m’appelait fleur, sucre ou bien dentelle
J’étais le soleil et j’étais la pluie
Quand je fus plus grande, hélas, à l’école
J’étais la couleur de mon tablier
On m’appelait garce, on m’appelait folle
J’étais quelques notes dans un cahier
Eğer adımı biliyorsanız
Bana söyleyebilirsiniz, bana söyleyebilirsiniz
Eğer adımı biliyorsanız
Bana söyleyebilirsiniz, ben unuttum
Bana söyleyebilirsiniz, ben unuttum. Ben küçük ve güzelken
O güzel isimlerle sarılmıştım
Bana çiçek, şeker ya da dantel diyorlardı
Ben güneştim ve ben yağmurdum
Ben büyüdüğümde, ne yazık ki, okulda
Önlüğümün rengiydim
Bana sürtük dediler, bana deli dediler
Bir defterde birkaç nottum 

 

Douce maison, 1978

Tecavüz hakkında bir şarkı bu. Kadına evde tecavüz ediliyor ama kimse ona inanmıyor, bu tamamen onun suçu çünkü o çok bağımsız ve özgür biri: Evli değil, köyün dışındaki bir evde, anahtarsız, kahyası olmayan çiçekli bir bahçede… Muhtemelen başına gelen şeyi istedi o.

Non, non, je n’invente pas,
Mais je raconte tout droit.
Elle ouvrait parfois sa porte à ceux qu’elle choisissait.
La serrure n’est pas forte, maison, tu n’as pas de clé,
Mais avec sa confiance jamais elle ne pensa
Qu’on pût user de violence pour pénétrer sous son toit.
Hayır, hayır, uydurmuyorum
Ama anlatıyorum, tamam.
Bazen seçtiklerine kapısını açardı.
Kilit sıkı değildi, ev, senin bir anahtarın yok
Ancak o kadar güveniyordu ki kendine hiç düşünmemişti
O çatının altına girmek için birinin güç kullanabileceğini.

 

 Mon mystère, 1978

‘Benim gizemim/sırrım’ isimli bu şarkıda, bir kadın, kadınların maruz kaldığı çelişkili bir durumu tanımlıyor. Bir tarafta, kadın, tıpkı diğer herkes gibi yaşlanıyor, kilo alıyor, temizlik yapıyor ve çok çalışıyor. Ancak ‘endişelenmeyin’ diyor, çünkü diğer taraftan, kadın, dergilerdeki ve reklamlardaki kadınlar gibi arzu edilebilir olmak için, yanıltıcı reklamlar sayesinde satış yapan kozmetikler, epilasyon, hoş kokulu regl ürünleri, estetik cerrahi gibi binlerce sırra başvuracaktır. En sonunda, yaşlı bir kadın olduğunda kimse onu umursamayacağı için, onun da hiçbir şeyi umursamayacağını söyler.

La vaisselle, 1981

‘La vaisselle’ (bulaşıklar), en zorlu ve pis işleri yaparken dahi daima güzel olmaya çalışmalarıyla ilgili, kadınlar tarafından deneyimlenen çifte ve çelişkili görev hakkında epey komik bir şarkı.

Qui c’est qui fait la vaisselle?
Faut pas qu’ça se perde!
Qui c’est qui doit rester belle
Les mains dans la merde ?
Kim o, kim bulaşıkları yıkıyor
Kaybolmamalı!
Kim o, kim güzel kalmalı
Elleri bokun içindeyken?

 

Petit bonhomme, 1986

‘Petit bonhomme’ (küçük adam), son derece kibar ve nazik görünen, evden çıktığında her zaman çöpü aşağı kata indiren bir erkeği anlatan bir şarkı. Ancak karısı Maryvonne’a, metresine ve annesine yalan söyler. En sonunda üç kadın durumu fark eder ve birleşirler, Güney Fransa’da tatile çıkıp, aldatılan daha fazla kadının neşeli yaz kamplarına katılmalarını beklerler.

Marions-les, 2007

Eşcinsel evlilik Fransa’da yasallaşmadan beş sene öncesinde, Anne Sylvestre bu şarkıyı, konuyu savunmak için yazmıştır. 70’lerde, ‘Mousse’ ya da ‘Ruisseau bleu’ gibi, lezbiyen ilişkiler hakkında sağduyulu başka şarkıları da var.

Juste une femme, 2013

Sosyalist Fransız partisinin ana temsilcilerinden biri ve o zamanki Uluslararası Para Fonu başkanı Dominique Strauss-Kahn’ın New York’taki prestijli bir otelde bir temizlikçiye cinsel saldırıda bulunmasının ardından, Anne Sylvestre kağıt kaleme sarıldı. Saldırganın ve kendisinin bakış açısını zeki, ironik ve alaycı bir biçimde üst üste koyarak, tüm bu güçlü şehvet düşkünü adamlara duyduğu tiksintiyi ifade etti. Onlar için kadınlar hiçbir şeydir; cinsel iştahlarını tatmin etmekten daha fazla değerleri ve işlevleri yoktur.

Il y peut rien si elles ont des seins
Quoi, il est pas un assassin
Il veut simplement apprécier
C’que la nature met sous son nezMais c’est pas grave
C’est juste une femme
C’est juste une femme à saloper
Juste une femme à dévaluer
J’pense pas qu’on doive
S’en inquiéter
C’est pas un drame
C’est juste une femmePetit ami, petit patron
Petite pointure
Petit pouvoir, p’tit chefaillon
Petite ordure
Petit voisin, p’tit professeur
Mains baladeuses
Petit curé, petit docteur
Paroles visqueuses
EntremetteusesIl y peut rien si ça l’excite
Et qu’est-ce qu’elle a cette hypocrite?
Elle devrait se sentir flattée
Qu’on s’intéresse à sa beauté
Eğer onların göğüsleri varsa, o hiçbir şey yapmayabilir
Ne olacak, o bir katil değil ya
Sadece zevk almak istiyor
Doğanın burnunun önüne koyduğu şeyden Ama bu büyük bir mesele değil
O sadece bir kadın
O sadece kirli ahlaksız bir kadın
Sadece değeri düşen bir kadın
Düşünmüyorum
Bunun hakkında endişelenmemiz gerektiğini
Bu bir dram değil
O sadece bir kadın Erkek arkadaş, küçük patron
Küçük boylu
Küçük güç, küçük büyük patron
Küçük döküntü
Küçük komşu, küçük öğretmen,
Dolaşan eller
Küçük rahip, küçük doktor
Yapışkan sözler
Çöpçatanlar Eğer bu onu tahrik ediyorsa ne yapabilir
Ve bu ikiyüzlü kızın nesi var?
Gururu okşanmalı
Onun güzelliğiyle ilgilendiğimiz için

 

Diğerleri gibi bir cadı, 1975

Umarım artık Anne Sylvestre’ın sanatı hakkında bir fikriniz vardır. 🙂

Gerçek bir hazine olarak gördüğüm, tüm kadınlara saygı duruşu niteliğindeki 7 dakikalık, “Diğerleri gibi bir cadı” adlı şarkıyı yorumlayarak sizlerden ayrılmak istiyorum.

Ama öncelikle, lütfen bunu dinleyin. Ayrıca işaret dili olan bir versiyonunu ve şarkı sözlerinin çeşitli dillere çevrildiği bir sayfayı da ekledim, ancak Türkçe yok maalesef 🙁

Şarkı sözleri:

https://www.beatgogo.com/lyrics-translation/anne-sylvestre/106304/une-sorciere-comme-les-autres

Clémence Colin’in işaret dili versiyonu:

Şarkı, birinci ağızdan, “bir cadı… tıpkı diğerleri gibi” sözcüklerine eşlik eden bir mistik melodiyle biten üç müzikal cümleden oluşuyor. Bu her şeyi anlatıyor: Bir yanda büyülü, olağanüstü, güçlü ama cadılar gibi çoğu zaman yasaklanan, diğer yanda ise her yerde, görünmez, sıradan, basit olan, bir ilgi alanı olmayan kadınlar.

İlk cümlede, notalar hafifçe, daha yavaş ya da daha hızlı bir şekilde akarken, şarkı söyleyen kadın, doğal unsurların olabildiğince içtenlikle dinlenmesini ve gerçekten dikkat edilmesini istiyor. Hafif ol, akıcı ol, yumuşak ol, burada ol ve bu sefer kaçma, diyor, söyleyeceklerimi dinle… Şu an o, “artık hareket edemiyor”. Yıkılmak üzere ve şarkı, kadın davası için bir yürüyüş olduğu kadar son bir vasiyet gibi de.

İkinci cümle, doğrusunu söylemek gerekirse yoğunluğu artan bir tür yürüyüşe dönüşüyor. Tempo, bu kez bir doruk noktasına ulaşana ve aniden yumuşayıp alçalan modellere dönüşene kadar, enstrümanlar ve sesle birlikte işaretlenerek, daha düzenli, daha güçlü geliyor. Anne Sylvestre güzel imgeler, basit melodiler ve yapılarla, kadınların her yerde bulunmasını, tarih ve nesiller boyunca (ilerleme) gücünü ve ardından erkeklerin eylemleriyle bir araya getirildiğini (yumuşama) anlatıyor: Erkekler kavga ederken, kadın şarkı söylüyor ve tüm kadınları temsil ediyor, onları destekliyor, çocuk yetiştiriyor, hiçbir şikayette bulunmadan ve hiçbir ödül almadan çok çalışıyor. İnsanlar ona hayran olurken, onu reddederken, onu terk ederken, cahil ya da köle olmasını, evli ya da fahişe olmasını isterken, bir gün onu sevip ertesi gün onu küçümserken, kadın, talihsizlik ve utançla ayakları üzerinde doğrulur:

Çığlıklar içinde seni arıyordum
Burada, tıpkı bir mezar gibiyim
Tüm bu talihsizlik içinde
Sadece benim
(…)
Dizlerinin üzerinde bana taptın
Burada, tıpkı bir kilise gibiyim
Tüm bu utanç ile
Sadece benim

Son bölümde, olası tüm incelik ve alçakgönüllülükle kadın, kim olduğunu tanımlar: ‘O, sadece benim’ diye tekrar edip durur ve sonra azalan kısa müzikal ifadelerle, tüm kadın tarihi boyunca desteklediği tüm işlevlerle birlikte şarkı söyler; tüm kadınların, kız çocuklarının, kız kardeşlerin, annelerin, sizlerin kız kardeşlerinizin, erkeklerin annelerinin, bizlerin portresini –heyecan içinde yapılan bir meydan okumayla- çizmeye çalışıyor. Tüm zamirleri, konuları, sıradan, tarihi, fantastik imgeleri birbiriyle harmanlıyor…

Et c’est mon cœur
Ou bien le leur
Et c’est la sœur ou l’inconnue
Celle qui n’est jamais venue
Celle qui est venue trop tard
Fille de rêve ou de hasard
Et c’est ma mère
Ou la vôtre
Une sorcière
Comme les autres
Ve bu benim kalbim
Ya da onlarınki
Ve bu kız kardeş ya da yabancı
Asla gelmeyen
Gelmek için çok geç kalan
Hayal ya da tesadüf kızı
Ve bu benim annem
Ya da sizinki
Bir cadı
Tıpkı diğerleri gibi

 

…tıpkı bir cadının kazanda iksirini karıştırması gibi. Bir cadı, tıpkı diğerleri gibi.

Sevgili Anne, şimdi sen de tıpkı Clémence gibisin, huzur içinde uyuyabilir ve hiçbir şey yapmayabilirsin. Hem de hiçbir şey.

Keşke bu şahane şarkıyı Türkçe’ye çevirebilseydim. Eğer ilgilenen müzisyenler olursa, hep birlikte bazı şarkıları adapte etmeyi düşünebiliriz. 🙂

Fransızca okuyabiliyorsanız ve Anne Sylvestre hakkında daha fazla şey öğrenmek isterseniz, ayrıca bu makaleyi okuyabilirsiniz: https://www.cairn.info/revue-travail-genre-et-societes-2010-1-page-5.htm?contenu=article

Çeviren: Gaye Polat

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.