Bu kahramanlar adil olmaya da çalışmıyorlar, yenmeye çalışıyorlar. Çünkü bu erkekler kızgın, haklı ve cesurlar. Zaten ekranda tek haklı olanlar onlar.

kertenkele1

Biz feministler (birkaçımız hariç – ama bence sayımız artıyor[1]) dizileri sevmeyiz. Diziler ataerkil değerleri savunur, kadın karakterler hep aynı kalıp yargılar etrafında şekillenir; anne ve eş rollerinden kurtulamazlar, özgürleşemezler, baş kaldıranın başı ezilir, yoldan çıkan ya insan ya da Tanrı’nın eliyle yola getirilir. Aile değerleri üstündür; aile dışında hayat tahayyül edenler yoldan çıkmış addedilir. Dahası, kadına yönelik şiddet normal kabul edilir, hatta Yeşilçam tokatları şiddet olarak bile görülmez.

Bütün bunlar bir nebze doğru olmasa bu kadar sıkça gündeme getirilmez. Yani bütün bunlar var tabii, ama dahası da var. Dahası derken değişimden söz ediyorum, küçük küçük başka sesleri de dizilere sokmaya çalışan senarist kadınlardan söz ediyorum, daha cesur olup da ‘reytingi düşük’ denerek kısa kesilen denemelerden söz ediyorum. Ama aslında şunu söylemek istiyorum: Diziler hep aynı şeyi yapıyor diyenler genelde dizileri seyretmeyenlerdir. Çünkü birbirinin aynı olmayan diziler olduğu gibi, zaman içinde de dizilerin geneli değişir. Bu yazıda, bu sezonun moda dizilerinin ne gibi yeni konular ve yeni karakterler içerdiklerine dizilerde tariflenen erkeklikler üzerinden bakmaya çalışacağım.

Diziler yarı yalandır yarı doğru. Yalan kısmı çok. Doğru olan kısmı çeşitli olmakla birlikte, genelde ülkenin içinde bulunduğu ruh halini seyirciye ilettiklerini düşünüyorum. Bu ruh halinin gündelik yaşamdan yüksek siyasete kadar uzanan bir yelpazeyi kapsadığını da vurgulamak isterim. Bu ruh hali, ya da ülkenin içinde yaşadığı atmosfer, senaristlerin, yönetmenlerin ve oyuncuların yaşadıkları, nefes aldıkları yerlerden akıllarına, bedenlerine işler ve bir replik, bir tirat ya da bir konu olarak karşımıza çıkar.

Bugünlerde ülkenin ruh hali malum. Savaş, darbe, şiddet, ölüm. Bu ruh halini kaldırabilmek için nedenler lazım, hikayeler lazım; ama her şeyden önce kahramanlar lazım. Bu kahramanları çeşitli konumlarda olanlar üretiyorken diziler de eksik kalmıyor tabii. Komplo teorilerinin kol gezdiği ve yıllardır devam eden Kurtlar Vadisi zaten bizleri bu günlere alıştıran etmenlerden birisi olarak görülebilir, ama bu sezon devreye giren yeni kahramanlar var.

İşte Yeni Türkiye’nin yeni dizileri bize hem yeni kahramanlar kisvesi altında yeni erkeklikleri sunuyor hem de bu ruh halini kaldırmamıza yarayacak hikaye formatları ve sebep-sonuç ilişkileri öneriyor. Genelde dizilerin erkekleri kahraman olur elbette; ama onlar ailesini kurtarır, en fazla mahallesini ya da ne bileyim, aşiretini kurtarır. Şimdiyse memleketi kötülerden kurtaran diziler geldi ve bu dizilerin erkek kahramanları çok ilginç karakterler. Yaz sonundan itibaren fragmanlarını gördüğümüz, şu anda da ilk iki üç bölümü yayınlanmış olan bu dizilerin üçü çok dikkat çekici.

Bu dizilerden bir tanesi Kertenkele. Kartal Çıdamlı tarafından yönetilen[2] dizi ATV’de üçüncü sezonuna girmiş bulunuyor. İlk sezonda sevimli bir hırsız olan Kertenkele hapisten imam kılığında kaçtıktan sonra bir mahallede mecburen imam olarak saklanır. Yavaş yavaş mahallenin zengin ailesinin kızına tutulur ve cemaate verdiği vaazlar yoluyla kendi de imana gelmeye başlar. Ama ikinci sezonda kötülükte sınır tanımayan kötüler peydahlanır ve kahramanımız bunlara karşı da savaş vermek durumunda kalır. Bu kötülerden bir tanesi sezon finalinde hem Kertenkele’yi hem de sevdiği kızı öldürmeyi başarır.

Ancak Kertenkele: Yenikertenkele2den Doğuş adıyla üçüncü sezona girince Kertenkele’nin ölmediğini, estetik ameliyatından sonra komiser kimliği ile Türkiye’nin derin güçleri tarafından kötülerle savaşmaya eğitilmiş olduğunu, kendisinin de en önemli amacının sevdiği kızın intikamını almak olduğunu öğreniyoruz. Bunu yapabilmek için geceleri Ay Yıldızlı Adam kılığına giriyor. Bu kılık Kaptan Amerika ile Örümcek Adam karışımı bir görüntüye sahip ama sırtında kocaman bir Ay Yıldız var. Fragmanlarda ve dizinin ilerleyen bölümlerinde bu adamın özellikleri hem seyirciye hem de komiserin kendisine bu derin güçler tarafından sık sık hatırlatılıyor: “Senin bir kimliğin yok, sevgilin yok, geçmişin yok. Sana bir kimlik verdik, gelecek vermedik. Sen geçmişi olmayan adamsın.” Ay Yıldızlı Adamın yanında ikinci sezondan tanıdığımız bir gizli kahraman daha var: Akıncı. Bu da mahallenin zararsız görünen yeni imamı Hicabi’den başkası değil. Bunun da kostümü peleriniyle pek afili. Ama hepsi bu kadar değil. Kadınlar pasif rollerde çoğunlukla tam da beklediğimiz gibi ama dizide bir de Maskeli Kız var. O da Batman’daki Kedi Kadın benzeri. Onun da ağır bir yükü var omuzlarında. Kendi kendine “Senin bir görevin var, bu ülkeye bir borcun var,” diye konuşan motosikletli bir kadın kahraman. Şu anda Ay Yıldızlı Adam’la rekabet halinde ama muhtemelen ilerleyen bölümlerde bu ilişki aşka dönüşüp kadın kahramanın erkeğin üstünlüğünü kabul etmesine evrilebilir. Ama yine de bilinmez.

i%cc%87c%cc%a7erdeYeni başlayan dizilerden bir tanesi İçerde adını taşıyor. Burada oyuncu olarak ağır toplar var: Çağatay Ulusoy, Aras Bulut İynemli, Çetin Tekindor. Yapımcı bundan önce de başarılı örnekler vermiş olan Ay Yapım ve Kerem Çatay, yönetmen Uluç Bayraktar. Adeta bir Ezel ekibi var karşımızda. Dizi sitelerinde Köstebek[3] filminin bir uyarlaması olarak tarif edilen dizide mafyanın içine sızan bir polis ile polisin içine sızan bir mafya adamının hikayesini izliyoruz. Buraya kadar filmle aynı mantığı sürdüren dizide yerli unsur hemen karşımıza çıkar: bu iki kişi aslında kardeştirler ama ikisi de bunu bilmemektedir. Bir de aşık olunacak iki kız da var. Biri mafya babasının avukatı, diğeri polisin annesini yalnız bırakmayan gazeteci kız. Yani her iki kadın karakteri de evde oturan cinsten değil, anne bile küçük bir lokanta işletiyor geçinmek için. Ama tabii aksiyon erkeklerde; kadınlar ancak onların eylemlerini yanıtlayarak fail oluyorlar. En önemlisi ise iki karakterin de bir kadına bağlanmaması lazım gelmesi. Çünkü bu bağ onların sonu olacak.

cesur-yu%cc%88rekBir de Cesur Yürek var. Tanıtımına göre “Bol aksiyon ve aşk vadediyor.” Bu diziyi pek seyretmedim, sadece fragmanlar üzerinden bir-iki noktaya değineceğim. Kudret Sabancı’nın yönetmeni olduğu bu dizinin tanıtımında “Bölgesel ve uluslararası siyaset ve stratejileri de konu edinen..” deniyor. Balıkçılıkla geçinen ailesinin ve mahallesinin teknelerini kaçakçı mafya ve terör örgütlerinden kurtarmaya çalışan kahramanımızı yine derin istihbarat saflarına katıyor. Eğitimi sırasında fragmanda görünen müthiş sahne var: Bir istihbaratçı soruyor: “Vatanın mı, sevdiklerin mi?” Cevap net: “Vatanım da sevdiklerim de benim şerefimdir. Şeref yarım olmaz. Vatan için ölürüm, sevdiklerim için öldürürüm”. Başka bir yerde mafya dünyası için şöyle bir betimleme yapılıyor: “Bu alemin bir raconu, bir kuralı var. Bu kural kalemle değil, kanla yazıldı”. Diğerlerinde olduğu gibi bu dizi de aşksız değil. Kahraman birlikte çalışmaya başladığı avukat bir kadına aşık oluyor ama yalnız olma kuralına o da boyun eğmek zorunda kalıyor.

Bu üç kahramanın ortak yönleri bize bugünün atmosferi konusunda önemli ipuçları sağlıyor. Her şeyden önce yalnızlar. Aileleri yok, olsa da onlardan uzak durmaları gerekiyor. İkincisi sıradan, küçük insanlarken etrafta olan kötülük yüzünden içlerinde var olan ama o güne kadar açığa çıkmamış olan kahramanlığı ortaya koymak zorunda kalıyorlar. Bu, onların tercihi değil; yani bir Polat Alemdar gibi zaten işleri bu olan insanlar değiller. Şartlar onları bu yola itiyor ve vatanları uğruna ya da aileleri, sevdikleri uğruna (ki aslında üçü de aynı şey demek) kötülükle savaşmaktan kaçamıyorlar. Üçüncüsü ise hepsinin aslında bu kötülükle yalnız savaşmaları. Etraflarında bir ekip, bir yardımcı yok; kendi başlarınalar.

Bu savaşlar esnasında kahramanlarımız değişiyor, dönüşüyor. Daha önce fark etmedikleri yeni dünyalarla tanışıyorlar. Bu dünyalar bildiklerinden farklı kuralları olan dünyalar ama her şeyden önce çok acımasız dünyalar olduğunu görüyoruz bunların. Düşmanlarını bıçaklarla kesen Ejder’lerin, kendisine yanlış yapanları mezbaha askılarına asan kebapçıların dünyası bu. Bu dünya ile başa çıkabilmek için kendileri de gaddar olmak zorunda kalıyorlar. Yani eğer acımasız iseler bu onların kabahati değil, düşmanlarının kabahati. Eğer birine şiddet uyguluyorlarsa bu, o kişinin bunu hak etmiş olmasındandır. Şiddet, öncesinde var olmuş olan başka bir şiddetin göstergesi haline gelince tüm sorunların, tüm kötülüklerin çözümü sadece daha fazla güç, daha fazla şiddette aranmaya başlıyor.

Bu kahramanlar adil olmaya da çalışmıyorlar, yenmeye çalışıyorlar. Çünkü bu erkekler kızgın, haklı ve cesurlar. Zaten ekranda tek haklı olanlar onlar. Aileleri ya yanlış biliyor ya da yanıltılmışlar. Doğruyu bilen sadece onlar. Doğruyu bir tek onlar söylüyor. Polis şefinin başka bir gündemi var, kahramanı yanıltıyor; istihbarat örgütleri de kendi kurallarını dayatmakta pek acımasız, onlar da kahramanlardan hep bir şeyler saklayarak onları çalıştırıyor. Kahramanlarımız aslında sıradan vatandaşlar oldukları için kendi üstlerine de inanıyorlar. Kalpleri temiz!

Kadınlar da ilginç. Avukat, gazeteci ya da gizli ajan onlar da. Evde oturan kadın yok ama yine uğruna savaşılan bir kadınlık var. Aile olma umudunu yine kadınlar taşıyor, kadınlar simgeliyor; kahramana tutulduklarında işlerine, mesleklerine ya da üstlerine ihanet edebiliyorlar ama kahraman asla aşk yüzünden ihanet etmiyor, olsa olsa hata yapıyor. Yani kadın bir yandan hata yaptırıp amacından saptırmasıyla erkekliği bozan, öte yandan sıradan adamların sıradan arzuları olan aile kurup baba olma ihtimalini taşıyan, mümkün kılan arzu nesneleri.

Bu kurguları Hollywood’dan iyi biliyoruz. Rambo, iyi bir örnek. Böyle kurguların genellikle sonu olmuyor. Vuslat da zafer de ilelebet erteleniyor. Ama bu kurgu bize yeni geldi ve hemen bizim toplumun koşullarına uyarlandı. Sorunlar, kötüler, araçlar yerelleşti. Ama burada önemli bir sorun var. Bizde seyirci anlamlı bir son bekler, tüm düğümlerin çözüldüğü, gerçeklerin ortaya çıktığı bir son; masal gibi yani. Dolayısı ile bu dizilerin bir sonu olacak diye düşünüyorum. Eğer bu diziler anlamlı bir şekilde sonlanmaz kahramanların savaşları sürekli hale gelirse, sıradan insanın kahraman olma mecburiyeti ilelebet devam ederse, nedenini belli bir anlatı formülünün uygulanmasından ziyade içinde yaşadığımız atmosferde aramamız gerekecek. Bildiğimiz, alıştığımız melodramlar yavaş yavaş bu formata dönüştükçe acaba bizler de seyirci olarak değişecek miyiz? Bir anlatıdan, olaydan beklentilerimiz umut ettiklerimiz de bu yeni formata uygun hale dönüşecek mi? Yoksa eski Yeşilçamvari hikayelerimiz mi bu savaşı kazanacak?

[1] Tabii bu illa ki sevindirici bir şey değil. Sokağa çıkamama hallerimizle de alakalı, ister parasızlıktan, ister güvensizlikten.

[2] Dizinin çeşitli bölümlerinde başka yönetmenler çalışmaya başlamıştı, ama üçüncü sezonun yönetmenliğini yine Çıdamlı devraldı.

[3] 2006 yapımı başrollerinde Leonardo di Caprio ve Jack Nicholson’un oynadığı The Departed adını taşıyan film.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.