“Kadınlar bir parçası olana kadar asla yeni bir dünya düzeni olmayacak” Alice Paul

Kadınların kamusal alandaki temsiliyeti ve görünürlüğü sadece bugün değil, tarihin her döneminde erkek egemen toplum içerisinde yok sayılmış, yasaklanmış, emeği sömürülürken yetenek ve bilgelikleri görmezden gelinerek küçümsenmiş. Fakat kadınlar, kendilerine yönelen bu saldırılara karşı kimi zaman sessiz, kimi zaman gürültülü, bazen tek başına fakat hep çoğalarak dayatılan bu sisteme karşı sürekli bir eylemsellik içinde olmuşlar.

ABD’de kadınların oy kullanma hakkını kazanması yüzüncü yılına girerken, Mayıs 2019’da Amerika’nın Alabama eyaletinde -nüfusun yüzde 51’i kadınlardan oluşmasına rağmen- tamamı erkeklerden oluşan senatonun kürtajı yasaklaması, bugün dahi esas olarak kadınları ilgilendiren meselelerde hâlâ erkek yargı mercilerinin kadınlar adına karar verici pozisyonda olduğunu gösteriyor.

18 Ağustos 1920’de, Amerikalı kadınların oy kullanma hakkını kazanmasına kadar geçen süreçte; kadınlar aynı zamanda cinsiyet eşitliği, ev içi emeğin ücretlendirilmesi, sendikal haklar için de mücadele etmişler. 20. yüzyılda Amerikan tarihine damgasını vuran ve kadınların oy hakkı mücadelesinde öncülük yaparak tarihe adını kazımış isimlerden biri Alice Paul’dur.

Sosyal alanda çalışmak üzere İngiltere’ye giden Alice, orada yaşadığı yıllarda daha aktif ve cesur bir politik bilinçle donanır. Bu bilinçlenmede yine aynı yıllar içerisinde tanıştığı daha radikal bir kadın grubu olan Pankhurst’ların etkisi olur. Pankhurst kadınları -anne ve iki kızı-, kadınlara oy hakkı kazanmanın dilekçelerle, sabırla veyahut dua ederek değil, doğrudan ve daha görünür eylemlerle gerçekleşebileceğini savunurlar. Konuşmaktan öte eylemsel olarak harekete geçilmesi gerektiğini savunan kadınlar; pencereleri kırmak, taş atmak, politikacıların konuşma yaptıkları esnada onları beklenmedik bir şekilde sıkıştıran sorular sorup kendilerini görünür kılarak farklı biçimde kendi dönemleri içerisinde seslerini duyururlar.

Alice Paul da, kendisi ile yapılan bir röportajda tam olarak kırk sekiz tane cam kırdığını ve bu nedenle birçok kez tutuklandığını dile getirir. Tutukluluk koşullarını açlık grevi yaparak protesto eden Alice, aynı röportajda cezaevi duvarına kazınmış “Zorbalığa karşı direnmek Tanrı’ya itaat etmektir” sözünden etkilendiğini ve bundan güç aldığını da belirtir. Çünkü Alice, Tanrı nezdinde bütün insanların eşit olduğunu benimseyen Quakers inancını benimseyen bir ailede büyümüş ve mücadelesini eşit haklar temelinde sürdürmüştür.

Alice Paul ve İngiltere’de tutuklandıktan sonra karakolda tanıştığı Amerikalı Lucy Burns, hayatları boyunca sürecek bir mücadele yoldaşlığını da başlatmış olurlar. Lucy ile beraber İngiltere’de kadınların oy hakkı için yürüyüşler düzenleyip, defalarca birlikte tutuklanıp, açlık grevleri ve pek çok radikal eylemi beraber gerçekleştirirler.

Alice Paul 1912’de, Amerika’da öğrenci olduğu yıllarda Amerikan Ulusal Kadın Oy Birliği’ne (NAWSA) katılır. Fakat bu birliğin içerisinde yer alan kadınların, oy hakkı mücadelesini eyaletler bazında kampanyalarla yavaş ve devlet otoritesinin ertelenen vaadleri ve yine onların belirlemiş olduğu eylem şekilleri ile yürütmesi Alice ve Lucy’nin ayrılmasına ve Kongre içerisinde anayasal bir değişikliği hedefleyen Ulusal Kadın Partisi’ni (NWP) kurmalarına neden olur. Başlangıçta sayıca az olmalarına rağmen, kısa sürede kendilerine ve mücadelelerine bağlı, kararlı kadınları bir araya getirirler.

Kadınlara oy hakkı için örgütlenerek 3 Mart 1913’te, ilk ve en büyük yürüyüşü gerçekleştirirler ve bu büyük yürüyüş esnasında yüzlerce kadın, erkekler tarafından saldırıya ve tacize uğrar. Pek çok kadının yaralanarak hastaneye kaldırılması karşısında, başkan Woodrow Wilson’un ertelemeci ve görmezden gelen tavrı kadınlarda yeni eylem arayışlarını gündeme getirir.

Ocak 1917’de, yaklaşık on sekiz ay sürecek uzun bir greve başlayan kadınlar dönüşümlü olarak Beyaz Saray önünde, “Sayın Başkan, kadınlar özgürlük için daha ne kadar beklemek zorundalar?” yazılı bir pankartla beklemeye başlarlar. Başlangıçta bunun geçici olduğunu düşünen Wilson yanılmıştır. Yağmura, kara, rüzgâra ve dondurucu soğuğa inat, kadınlar her gün değişen yüzlerle oy hakları için Beyaz Saray önünde ısrarla beklemeye devam eder. Wilson, eylemi kırmak için ilk grup kadını trafiği engellediklerini söyleyerek gözaltına aldırır. Kadınlar mahkemenin kişi başı on dolarlık ceza ücreti karşılığında serbest kalma talebini, “Cezayı kabul etmek suçu kabul etmektir” diyerek reddeder ve daha zorlu bir sürece, üç aylık cezaevi hapsi için ıslah evine gönderilirler. Tutuklanan kadınlar, politik tutsak olmalarından ötürü cezaevinin dayattığı tek tip kıyafetleri giymeyi reddeder. Talepleri geri çevrilen kadınlar, saldırıya uğrar ve ayrı koğuşlara gönderilir. Fakat bir kere daha Wilson hükümeti, tutuklamalarla diğer kadınları korkutmayı başaramamıştır. Ertesi gün, bir başka grup yeniden grev için arkadaşlarının tutuklandığı yerde durmaya başlar. Onlar da benzer saldırılara maruz kalır. Alice Paul, sonraki eylem grubunda yer alacağını dışardaki diğer arkadaşlarına bildirir. Her ne kadar bu talebi kabul edilmese bile o bunda ısrarcıdır, Beyaz Saray önündeki yerini alır ve o da diğerleri gibi tutuklanır.

Yedi ay hapis cezası alan Alice, cezaevindeki baskı ve şiddet koşullarını reddederek açlık grevine başlar. Açlık grevi süresince de saldırılar durmaz. Bitkin haldeki Alice’i akıl sağlığını kaybettiği iddiası ile bir doktor sorgusuna tabi tutarlar. Doktor, Alice’in bilinçli bir biçimde açlık grevine başladığını rapor etmek zorunda kalır. Ve Alice, cezaevinde yeni bir direnişin sinyalini diğer yoldaşlarına bu yolla verir. Tutuklanan diğer kadınlar onunla beraber açlık grevine başlar. Bu süreçte cezaevi yönetimi Alice’e zorla müdahale ederek besin takviyesi yapar. Alice, zorla müdahalenin ne denli sancılı ve kötü sonuçlar açığa çıkardığını küçük bir not ile diğer kadın tutsaklara iletir ve dışarıya sızan bu not, Wilson’un hesaplarını oldukça bozar. Cezaevindeki açlık grevlerinden ve zorla müdahaleden haberdar olan kamuoyunun tepkisi giderek artarken bu tepkiler Alice ve tutuklu diğer kadınların serbest kalmasını sağlar ve kadınların oy hakkı taleplerine toplumun diğer kesimlerince de ilgi artar.

18 Ağustos 1920’de Amerikalı kadınların oy hakkı mücadelesi artık görmezden gelinemeyecek kadar kitleselleşir ve kazanımla sonuçlanır. 11 Ocak 1885’te doğan Alice Paul, 9 Temmuz 1977’de doksan iki yaşında ölene kadar kadınların hakları için mücadele etmeye devam eder.

 

*Demir Çeneli Melekler, Alice Paul ve arkadaşlarının Amerika’daki kadınlara oy hakkı mücadelesini konu alan 2004 yapımı bir Katja Von Garnier filmidir.

Kaynaklar

1) Alice Paul: Feminist, Suffragist, and Political Strategist (https://www.alicepaul.org/who-was- alice-paul/)

2) How Alice Paul Campaigned for Women’s Suffrage (https://historythings.com/alice-paul/ )

3) Alice Paul Biography (https://www.biography.com/people/alice-paul-9435021)

 

 

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.