Not: Bu yazı filmdeki sürpriz gelişmeleri içermektedir. 

Roma (Alfonso Cuarón, 2018) son yılların en çok ilgi gören filmi oldu. Birbirimize izleyip izlemediğimizi sorup izlemeye teşvik ediyor, izlemiş olanlar ise bir duygudaşlık ile bağlanıyoruz. Filmi etkileyici kılan özelliklerinin yanı sıra ıskaladıklarına da değineceğim bu yazıyı yazma fikrinin kafamda oluşması hiç kolay olmadı. Bunda filmin izleyici ele geçiren etkileyici anlatımının rolü az değil.

Film 1970 yılında, Meksiko’nun Roma semtinde, orta sınıf bir ailenin yanında hizmetçilik/bakıcılık yapan Cleo[1]’nun bir yılını konu alıyor. Aile babası Toño filmin başlarında evi terk ediyor. Sofia ve 4 çocuğu, annesi, Cleo ve diğer hizmetçi Adela evin kalan sakinleri. İzlediğimiz bir yıl “dağılmış” bir ailenin trajedisini değil, hayatın nasıl devam ettiğini toplumsal olayları arka plana yerleştirerek anlatırken, ırk, sınıf ve cinsiyetin katmerlediği toplumsal farklılıkları ve bunların neden oldukları farklı deneyimleri açığa çıkarıyor.

Filmin hikayesi, aynı zamanda Cuarón’un filmi ithaf ettiği Mikstek[2] dadısı Liboria “Libo” Rodríguez’e dayanıyor. Aslında biyografik bir film izliyoruz fakat o zamanlar 9-10 yaşlarında bir çocuk olan yönetmenin gözünden ve hatıralarından oluşan bir anlatı yok karşımızda. Cuarón’un ifadesiyle film bellek parçalarından oluşuyor. Çocukluğundan hatırladığı anıları bir araya getirerek oluşturduğu bir film. Bu anı parçalarının arkasında film anlatısını bir yapıya oturtan babanın gidişi var. Bunu yaparken nostaljik bir anlatı kurmak, o zamanın gözünden ya da öznel bir yaklaşımla anlatmak yerine geçmişe bugünden bakmayı tercih etmiş. Bir diğer deyişle hatırlamanın temel prensibi olan, geçmişe bugünün ihtiyaçları ile bakıldığı, geçmişin anlamının bugünün koşullarıyla oluşturulduğu saklanmadan açık ediliyor. Bir yetişkin olarak geçmişine bakmak, çocukken bir duygu bir sezgi olarak deneyimlediklerini bağlama oturtmak, açıklayamadığı duygulanımların toplumsal kökenlerini kavramak anlamına geliyor. Yönetmen bir röportajında bu durumu şöyle ifade etmiş: “Muhtemelen sosyal dinamikler, sınıf dinamikleri ve ırksal dinamikleri üzerine kendi suçluluk duygumdu. Bir balon içerisinde yaşayan beyaz, orta sınıf Meksikalı bir çocuktum. Bir farkındalığım yoktu. Ailem bana kendimden daha az avantajlı olan insanlara iyi davranmam gerektiği gibi şeyler söylerdi fakat kendi çocukluk evrenim içerisindeydim.[3]

Bu hatırlama halinin merkezine Cleo karakteri yerleştirilmiş ve Cuarón gerek karakteri temel aldığı Libo’ya, gerek diğer aile üyelerine sorduğu sorular ile hafızasındaki boşlukları doldurarak kolektif bir hatırlama inşa etmiş. Cleo her ne kadar hikayenin merkezinde olsa da, film onun bakış açısını temel almıyor. Nesnel bir bakış üreten kamera karakterlerle mesafesini koruduğu gibi, geniş çerçeve oranı kullanarak (70 mm) oluşturulmuş kadrajlarda pan hareketiyle hayaletvari bir şekilde hareket ediyor. Böylelikle 1970 Meksika’sına bugünden baktığımız da hatırlatılmış oluyor.

Şiddetin farklı yüzleri

Filmin ana unsurlarından biri şiddet olsa da bir dramatik yükseliş motivasyonu olarak değil her an bir yerden çıkabilecek, gündelik hayatı kaplayan bir gerçek olarak anlatıya sirayet etmiş. Irk, sınıf ve cinsiyetin yarattığı kesişimsel ve farklı şiddet hallerini gündelik hayattaki ilişkiler ortaya çıkarıyor. Birbirine paralel olarak anlatılan Sofia ve Cleo’nun terk edilişleri bu farkları ve ortaklıkları ortaya çıkarıyor. Sofia’nın doktor kocası Toño, çocuklarına Kanada’ya bir araştırma için gittiğini söyleyerek başka bir kadınla yaşamak için evi terk ediyor. Sofia’yı çocuklarla beraber terk etmiş olması bir yana, filmin sonlarına doğru bakımları için para da vermediğini öğreniyoruz. Sofia’nın bu süreçte yaşadığı öfke ve çaresizliğin sembolü ise kocası Toño’nun filmin başında düzgünce park etmek için gösterdiği çabayı uzun uzun izlediğimiz otomobille olan ilişkisi. Toño’nun gidişinin ardından Sofia bu genişçe otomobili öfkeyle sağa sola vuruyor. Toño’nun hayatından çıkışını kabullendiğinde ilk yaptığı ise yeni bir otomobil almak ve eski otomobili satmadan önce çocukları ve Cleo’yu alarak seyahate çıkmak.

Cleo’nun hayatındaki erkek ise arkadaşı Adela’nın sevgilisinin kuzeni Fermín, aynı zamanda ilk sevgilisi. Uzakdoğu sporlarına ilgili Fermín ile Cleo sevişip güzel vakit geçiriyorlar. Fermín her ne kadar doğrudan vaatte bulunmasa da vaadi içinde saklayan cümleler ediveriyor Cleo’ya. Cleo ona gebe kaldığını söylediğinde ise tuvalete gidiyorum diyerek kaçıp kayboluyor. Gebeliği ilerlediğinde Fermín’i bulmak için mahallesine gidiyor Cleo. Orta sınıf Roma semtinin aksinden ilk çıkış olan bu sahnede mekana dair sunulan ilk görsel yerdeki çamur. Derme çatma evleri, çamur zemini ile burası Cleo gibilerin, yerlilerin ve yoksulların yaşadığı bir mahalle. Buraya adım atmak ırksal ve sınıfsal yarılmayı en doğrudan açık eden an filmdeki. Kalabalık bir grubun içinde uzakdoğu sporunu icra eden Fermín, kendisiyle konuşmak isteyen Cleo’ya neden kaçtığına dair önce saçma sapan gerekçeler sunduktan sonra hakaret ve tehdit ediyor. Sonra onu hizmetçi diyerek aşağılıyor. Fermín, Cleo’nun maruz kaldığı şiddetin öznesi olmasının yanı sıra, Meksika’nın varoşlarında, yoksullukla katmerlenen erkek şovenizmi ve şiddetini de temsil ediyor. Bu şiddet potansiyelinin paramiliter ordu gücü olarak halka karşı kullanılmasını da filme ekleyerek erkek şiddeti ile devlet şiddeti arasındaki birbirini besleyen ilişki de açığa çıkarılıyor.

Karakterler bu örneklerde olduğu gibi şiddete doğrudan maruz kalan oldukları gibi, toplumsal şiddetten de farklı şekillerde etkileniyorlar. Askerlerin araca su balonu attığı için öldürdüğü çocuğun hikayesini çocuklardan biri kahvaltı sofrasında anlatıyor, büyükanne Teresa Cleo ile beşik almaya giderken gördüğü eylem yapan öğrenciler için “umarım bu defa polis onları dövmez” diyor. Sahnenin devamında ise Fermín’in de içinde olduğu uzakdoğu sporu ekibinin aslında paramiliter güç olarak eğitildiklerini anlıyoruz. Corpus Christi Katliamı[4]’nın temsili olan bu sahnede, varoşlardan gelen ekip öğrencileri ellerindeki sopalarla döverek öldürüyor. Yaşadığı şok ise Cleo’nun doğumuna ve belki de bu nedenle bebeğin ölü doğmasına neden oluyor.

Cleo’nun sesi

Peki bu kadar şiddet içerisinde filmin herkesi etkileyen şiirselliği nerede? Kanımca hem tüm bunları gündelik hayatın parçası olarak anlatmasında, hem de kadınlar arasında kurulan dayanışmanın aldırdığı solukta. Kadın karakterler temel olarak birbirlerinin işlerini hafifletiyorlar filmde. Konuşmadan birbirlerini anlayıp üzerlerine gitmiyorlar. Yaşamı çekilebilir kılmanın yollarını beraber arıyorlar demek yanlış olmaz. Tabi özellikle Cleo ve Sofia arasında bir dayanışma olsa da aralarında aşılmaz bir ırksal ve sınıfsal fark olduğunu atlamamak lazım. Cleo tam da hiçbir zaman o ailenin bir parçası olamayacağı için, parçası olduğunun sürekli vurgulanması şart oluyor.

Bu ırksal ve sınıfsal farklılıklar karakterlerin temsiline de yansımış. Sofia derinlikli bir karakter, kocasının gidişinin ardından ruhsal bunalıma giren, gözyaşları içerisinde arkadaşına telefonda çaresizliğini anlatırken onu dinlediğini fark ettiği oğluna öfkeyle tokat atan, o ana tanıklık eden Cleo’ya bağıran, bir yandan gebe kaldığında ve bebeği ölü doğduğunda Cleo ile dayanışan bir kadın. Hikayenin merkezindeki Cleo için ise aynı şeyi söylemek pek mümkün değil. Cuarón pek çok “iyi niyetli” sinemacı, edebiyatçının düştüğü bir klişeyi tekrar üreterek hikayesinin merkezine yerleştirdiği, ırk, cinsiyet ve sınıfsal konumları sebebiyle katmerli bir öteki olan karakterini saf bir iyilik ile temsil ediyor. Karakter filmde çok az konuşuyor, hatta bu gerçek çocuklardan biri tarafından “Cleo dilini yuttu” olarak niteleniyor, karşı karşıya kaldığı haksızlıklar karşısında döktüğü gözyaşı dışında ne hissettiğini, ayrıca yaşadığı yerden kalkıp şehre çalışmaya gelmesine neden olan koşulları, bu ayrılığa dair ne hissettiğini bilemiyoruz. Annesinin toprağına devletin el koyduğunu öğrendiğinde çaresiz hissetmesi, ailenin Noel için gittiği evde kendisi gibi yerli hizmetli arkadaşı ile arazide dururken dağları kendi memleketine benzetirken ifade ettiği özlem dışında bir veri yok. Karakterin duygusunu ifade ettiği nadir an filmin sonunda ölü doğan bebeğini aslında istemediği için suçluluk duyduğunu ağlayarak söylemesi. Gebeliğe dair Cleo’nun ne hissettiği de bir muamma. Mesela Cleo kürtaj olmayı düşündü mü? Ne Sofia, ne doktor Cleo’ya bu soruyu sordu ne de Cleo dillendirdi. Kürtaj ihtimalinin akıllara gelmemesinin sebepleri dahi—kürtajın yasa dışı olması, Cleo’nun inancına aykırı olması vs.—filmde ima olarak dahi yer bulmuyor. Tabi ki bunlarda yönetmenin olayları kendi hatırladığı gibi anlatmayı tercih etmesinin rolü büyük. Buradan baktığımızda annenin daha etten kemikten, sevgi ve travma ile örülü bir varlık olması anlaşılır. Fakat bu hatırlamayı çocuk gözünden değil, yetişkin gözünden yapma fikriyle yola çıkan Cuarón, Cleo’nun iç dünyasına, duygularına girmeyi başaramadığını ifade eden bir dil de kullanmıyor. Aksine çocukken bakım veren rolü ötesinde göremediği bir insanı yetişkin gözüyle anlama çabası var filmde. Alt sınıflara, ezilenlere atfedilen sabırlı, çilekeş, iyilik timsali özellikleri görüldükleri kadar masum değiller. Onları ancak iyi oldukları için sevebildiğimizde iyi oldukları sürece sevebilip anlayabiliyoruz. Yoksullar, ezilenler isyan etmedikleri, başlarına gelenlere göğüs gerip katlandıklarında, başka bir ifadeyle “sorun çıkarmadıklarında” makbul özneler olarak anlatıya girebiliyorlar.

Filmin yaydığı duygunun beni de ele geçirmiş olmasından olsa gerek, Cleo’nun temsiline dair yukarıda bahsettiğim meselelerin göz önünde bulundurulması gerektiğini düşünürken bir diğer yandan yönetmenin karakterlerine yaklaşımındaki hümanizminden etkilenmeden duramıyorum. Özellikle bunu kadınların hayatlarındaki erkekleri şiddet öznesi ve/veya işe yaramaz yanlarına vurgu yaparak gerçekleştirmesi oldukça nadir görülen bir bakış açısı. Muhtemelen bunun filmin çatısını kuran babanın gidişi ile çok ilgisi var. Çünkü ardında yaralar bıraksa da aslında baba gittiğinde hiçbir şey olmuyor.

[1] Cleo isminin Agnes Varda’nın Cléo de 5 à 7 (1962) filmindeki karakterden geldiğini söylemeden geçemeyeceğim.

[2] Meksika’nın Oaxaca, Guerrero ve Puebla bölgelerinde yaşayan Mezoamerikan yerli halkı.

[3] Bahsi geçen röportaj: https://variety.com/2018/film/news/roma-alfonso-cuaron-netflix-libo-rodriguez-1202988695/

[4] 10 Haziran 1971’de Meksika’da CIA destekli olarak eğitilen paramiliter güçler öğrenci eylemine saldırarak 120 kişiyi önce sopalarla döverek sonra da silahla öldürdüler. Polis karışmama emri aldığı için seyirci kaldı.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.