Feminist bilinci gelişmiş birçok genç kadın, kapalı kapılar ardında, yaşça büyük ve alanında görece ünlü erkeklerin tacizine, şiddetine, manipülasyonuna maruz kalıyor ve yaşadıkları şeyin ne olduğunu tanımlamakta zorlanıyorlar.

Son zamanlarda birtakım kadınlarla birtakım masalarda bahsini ettiğimiz birtakım meseleler var ve bunu o masalardan biraz daha dışarı taşırıp -o masalarda bir araya gelemediğim kadınlara da sesimi duyurmak için- yazma isteğiyle yanıp tutuşuyorum bir süredir. Fark ediyorum ki ben de dâhil birçok genç kadın, kapalı kapılar ardında, yaşça büyük ve alanında görece ünlü birçok erkeğin tacizine, şiddetine, manipülasyonuna maruz kalıyor. Fakat bahsettiğim bu kadınlar, bir heteronormatif ilişki içindeki erkek hegemonyasını analiz etmekte, cinsiyetler arası eşitsizlikten doğan sorunu ve şiddetin kaynağını tespit etmekte hiç zorluk çekmezken; nedense kendi ilişkileri içerisinde yaşadıkları şeyin ne olduğunu tanımlamakta zorlanıyorlar. Peki, bu feminist bilinci gelişmiş genç kadınlar neden kendi yaşadıklarını tanımlayamıyorlar?

Kendi deneyimlerimden ziyade, yakın çevremdeki kadınlardan da gördüğüm üzere, hatayı durmadan kendimizde arıyoruz. Çünkü ilişkilenmekte olduğumuz bütün bu erkekler, çevresi tarafından çok saygın bilinen, iyi eğitimli, her canlıya ve her canlının eşit yaşam hakkına son derece saygılı ve duyarlı, şiddete sonuna kadar karşı erkekler. Öyleyse evlerindeki/odalarındaki kapıları kapattıktan sonra bizi rahatsız, huzursuz ve güvensiz hissettiren davranışlarını biz yanlış anlamış veya yanlış yorumlamış olmalıyız. Sonra düşünmeye başlıyoruz: “Evet, şu anda bana zorla istemediğim bir şey yapıyor ya da etik dışı bir davranışın norm olduğunu kabul ettirmeye çalışıyor ama bu adam iyi biri. Bu adam insanları ırkına, dinine ya da cinsel yönelimine göre ayırmıyor. Bu adam çevreye duyarlı. Bu adam başarılı ve sevilen bir oyuncu/müzisyen/yazar/gazeteci/politikacı. Bu adamın evinde kedisi/köpeği var. Bu adam otobüste/okulda/sokakta tacize uğradığımda tepkisiz kalmıyor. Bu adam kadın hakları denildiğinde eline meşaleyi alıp en önde koşanlardan. Bu adamın yaşı benden büyük, doğruyu yanlışı benden daha iyi ayırt edebilir; demek ki buradaki yanlış benim. O zaman neden bana yapılanı istemiyorum? Demek ki istemem gereken bir şey bu, normal olan bu.” Hatta bazen bize yapılan baskının farkına varır gibi olduğumuzda, “Ama bana hiç vurmadı, beni hiç tehdit etmedi, demek ki öyle eğilimleri olan biri değil” diyerek aslında ne olduğunu çok iyi bildiğimiz şiddeti aklamaya bile çalışıyoruz.

Sonra bu erkeği/partnerimizi incelemeye başlıyoruz. Bizim dışımızdaki kadınlarla iletişimine baktığımızda, çok saygılı ve duyarlı davrandığını görüyoruz kamusal alanda tabii… Bu kadınlarla kurduğu iletişim bizimle özel alanında kurduğu iletişimden ne kadar farklı, diye düşünüyoruz. Sosyal medya hesaplarına bakıyoruz; İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmasının niçin gerekli olduğunu anlatan, kadınların her alanda aktif olmaları gerektiğini savunan paylaşımlarını görüyoruz. Ama ne hikmetse bu adam evde bize gözlerini belerten, parmağını sallayan, hayatta çizmeye çalıştığımız yol hakkında alaycı bir ses tonuyla yorum yapan, bize nefes almadan “Sen bunu yapabileceğine inanıyor musun? Sen delirmişsin, küçücük bir dünyan var, benimle denk değilsin, senden utanıyorum, hiçbir şey bilmiyorsun, hiçbir şeyden haberin yok, hiçbir şey başaramazsın…” diyen adamla aynı adam değil.

Maruz kaldığımız şiddeti fark edene kadar ne yazık ki büyük hasarlar alıyoruz. Çünkü öyle güzel manipüle ediliyoruz ki, her defasında kendimizi suçlu değersiz ve kötü biri olarak görüyor hatta özür bile diliyoruz. Sistemli bir şekilde uğradığımız bu manipülasyonu fark edip içinden çıkabilmemiz, kendimizin suçlu olmadığına inanabilmemiz -her ne kadar feminist bilincimiz gelişmiş olsa da- o kadar da kolay değil. İçinden çıkmaya başladığımız zamanlarda ise tahmin edebileceğiniz gibi, büyük bir öfkeyle doluyoruz. Biz bu genç kadınlar olarak gençliğimizin çok önemli bir kısmını kendimizden şüphe ederek, kendimizi suçlayarak hatta bazen delirmeye başladığımıza inanarak geçirmişiz. Bu öfkenin ateşi ise ne yazık ki öyle kolay sönmüyor.

Bu noktada durumu sorgulamaya, hesap sormaya başladığımızda partnerlerimizden işittiğimiz savunma ise hep aynı: “Özel ilişkilerimizde yaşananlar kimseyi ilgilendirmez, ben özel ilişkilerimde böyle bir adamım, ben buyum, benim karakterim beni şiddet faili yapmaz, iki kişinin arasında yaşanan iki kişinin arasında kalır…” Bana göreyse kişinin politik hayatıyla kişisel hayatı birbirinden ayrı düşünülemez. Politik hayatında her türlü tahakkümün karşısında duran biri, özel hayatındaki kadın üstünde de tahakküm kurmaya çalışmamalıdır; bu iki hayatı birbirinden ayrı düşüyorsa, orada bir sorun vardır.

Böyle durumlarda çok kez, günümüzde de sosyal medyanın hayatlarımıza girişiyle oldukça yaygınlaşmış olan ifşa etme yoluna başvurmak isteyebiliyoruz. Tam da bu noktada, aklımıza; iftira atmakla, kişisel çıkarlarımız ya da ayrılığı hazmedemeyişimiz sebebiyle itibar zedeleme isteğinde olduğumuzla veya ilgi çekmeye çalıştığımızla suçlanmamız ihtimali geliyor. Çünkü çoğunlukla karşımızdaki erkekler, bizden yaşça büyük, oldukça iyi bir statüde; çevresine, tabiri caizse, “karıncayı bile incitemeyecek” derecede iyi bir profil çizmiş erkekler. Elimizde darp raporlarıyla, anbean kaydedilmiş şiddet görüntüleriyle bile hak arasak, bu prestijli erkeklerin ve onları koruyan bu erkek egemen sistemin bizim sesimizi kısmaya çalışacağını, her fırsatta bu erkeklerin sırtını sıvazlayıp bizi ve var olma çabamızı yok sayacağını biliyoruz. Bunları okuduğumuz kitaplardan, izlediğimiz filmlerden değil bizzat hayatın içinde deneyimlediklerimizden biliyoruz. Kaldı ki, ruhumuza verilen hasarın raporunu alabilmemiz mümkün değil.

Hâl böyle olunca, biz de kadınlar olarak oturduğumuz masalarda, yürüdüğümüz yollarda bütün bu deneyimlerimizi birbirimize açıyor; kâh gülerek kâh ağlayarak bazen de yazarak hafifliyoruz.

Ve maalesef, herhangi bir politik ya da sosyal ortamda çok iyi biri gibi görünen her erkeğe şüpheyle yaklaşıyoruz. Ben ve yakın çevremdeki bütün kadınlar, bazen, oturduğumuz masalarda, kendi çevremizdeki hiçbir erkeğe kefil olamayacağımızı, olur da bir gün şiddet faili olduğunu duyarsak “Aa, o öyle şey yapmaz” diyemeyeceğimizi konuşuyoruz. Çünkü mesele patriyarka. Çünkü maalesef biliyoruz ki ne kadar “O yapmaz” gözükürlerse gözüksünler, kimsenin göremeyeceği bir yerde güçlerinin yettiği, seslerini kısabileceklerine inandıkları kadınlara yapabileceklerinin sınırı yok.

Bunları paylaşmak istedim; çünkü özel hayatlarımızda yaşadıklarımızı kamusal alana taşımaktan başka bir çıkış yolumuz yok. Kadınlar olarak birbirimize anlattıkça, birbirimizi dinledikçe feminist bilincimizi geliştirebileceğimize ve yaşadığımız şeyleri tanımlayıp şiddetten uzaklaşabileceğimize inanıyorum. Bence bu farkındalığı özel alana da sokabilecek cüreti göstermek ve bu konuda yalnız olmadığımızı hatırlamak da çok önemli…

Hepimiz yaşamışızdır; anlatamadığımız ama içimizi kemiren bir mesele vardır, tam o sıralarda yanımızdaki biri bir anda muzdarip olduğu meseleden bahseder ve ne kadar da bizim meselemize benziyordur. Deneyimlerimizi paylaşırız. Birileri bizi anlıyor, yalnız değiliz, ne iyi, deriz.

Yalnız değiliz, ne iyi.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.