Sutyen askılarımın gözükmesinin ayıp olarak karşılandığı bir yerden çıplaklığa doğru attığım adımlar çok küçük ve bireysel, soğan gibi kat kattı.

zozka/hayvansızlar (detay)

2006, Ev’den ilk çıkışım, 21 yaşındayım. Pasaport kontrolüne giriyorum, ardımda gitgide küçülen ailem. Sünnet olmaya giden çocuk, ameliyat olmaya giden biri, iş yerinde ilk gün için uyanmak. Kocaman bir muammaya programlanmış gibi gidiyorum ardımda sürüklediğim koca kırmızı valizim ve ağırlığıyla elimi yakan çok sevdiğim bilgisayarımla. O kadar yükü taşırken adımlarım yere tam basmıyor sanki. Haritadaki bir ülkeden başka hiçbir anlamı yok gittiğim yerin, sadece gidiyorum, kurulmuş bir bebek gibi.

Uçakta avuçlarım terliyor, kalbim çarpıyor, yanımda arkadaşım var, el ele tutuştuğumuzu, sırayla cam kenarına oturduğumuzu hatırlıyorum. İstasyondayız. Hafta sonu. Bize verilen adres kalacağımız yurdun adresi değil. Sanki birileri bizi karşılama sözü vermiş de sözünde durmamışçasına öfkeli, şaşkın ve sonsuz yüklerimizle dımdızlak kalakalıyoruz. Kaldırımlar daha alçak, daha az araba var, ağaçlar daha güzel, binaların tuğlaları çok havalı. Yaşadığım yere dair her veriyi, yeni gördüklerimle değiş tokuş ediyor zihnim. O gri, sisli, sıvaları çatlak, otobüsleri hırpani, dolmuşları gazino gibi, fıskiyeli Ev’i çok kısa zaman sonra tamamen unutacağımı bilmiyorum henüz. Ayaklarım, zihnim benden bağımsız sanki, uçuşuyorum.

Haritamız bile yok, gelir gelmez kaybolmuşuz. İki şaşkın otostop çekiyoruz şehrin göbeğinde, aklımıza yapılabilecek bir tek bu geliyor. Belki biri bizi yurda götürür. Parlament mavisi arabasıyla bir kadın duruyor. Zihnimde kadınlar var o zamana kadar modellenmiş karakterler olarak. Komşular, hocalar, ailemdeki kadınlar, arkadaşlarım, çok azı kendi arabası ile seyahat eden, bu durumda da belki hiçbirinin durmayacağını düşündüğüm. Yurt kapalı. Mieke evine götürüyor ve misafir ediyor bizi. Koca tahta merdivenli, tavanları yüksek, pencereleri kocaman ev. Bir aile olarak yaşadıklarını görüyorum, anne, baba, çocuk. Adamla Mieke birlikte yemek pişiriyorlar. Adamı evde bir tek mutfakta görüyorum. Bir erkek, mutfakta ve sadece yemek yemiyor, pişiriyor da! Hemen alışıyorum.

Orada kaldığım birkaç gün içinde en çok banyoyu seviyorum. Mavi, kırmızı, yeşil renkler var, hepsi doygun. Bizim banyoların neden hep uçuk renklerle bezendiğini düşünüyorum. Bizim evlerde tuvalet kağıdına bile kıyafet dikilebiliyorken, banyoda hiç fırfırlı kapitone olmaması da başka bir mesele. Mavi fayansta asılı bir fotoğraf dikkatimi çekiyor. Bir kadın, dışarda, bir tepede, kameraya el sallıyor, mutlu ve çıplak. Fotoğraftaki Mieke’nin ta kendisi. Aklım yerinden oynuyor. Geldiğim yerdeki banyolara bir türlü oturtamadığım bir fotoğraf. Hayranlık ve şaşkınlıkla bakıyorum. Cinsel çağrışımı olmayan çıplak bir kadın bedeni. Bu beden katman katman sürekli aklımda dönüyor. Okudukça, izledikçe, sordukça anlamı artıyor. En önemlisi benim çıplaklık deneyimlerim için bir giriş kapısı oluyor.

Sutyen askılarımın gözükmesinin ayıp olarak karşılandığı bir yerden çıplaklığa doğru attığım adımlar çok küçük ve bireysel, soğan gibi kat kattı. Ev’den uzakta, ağda yapmayı ve makyajı benim için temsil ettiklerinden dolayı bıraktım. Yüzümde çıkan kıllara değerler yükledim. Elbette bütün bedenimle barışık değildim ama bedenime başkalarının beğenisi için şekil vermekten vazgeçmeye başladım. On ay geçip, Ev’e geri dönüşüm yaklaşırken, Mieke ile tekrar buluştuğumda o adamın kocası değil, erkek arkadaşı olduğunu öğrendim. Hatta Mieke, başka insanlarla flört edebiliyordu. Gitmeden zihnime minik bir şok daha vermişti sevgili ilham perim.

Geri dönmüştüm. Ev beni içine çekmeden, kendimi hemen başka bir şehre attım. Görece daha çıplak olabilen bir şehirde yıllarımı geçirdim. Ev’e baktım hep uzaktan. Bir haneden ibaret olmamıştı o benim için; ancak çirkinleştirilmiş koca plastik bir şehrin haneye sızışı da reddedilemezdi. Zehirli bir uyuşma halinin hamur işleriyle, televizyon kumandalarıyla, ütülenen gömleklerle, evladını evlendirmelerle, evlenmeye çalışmalarla, “Erkeğin her daim kadından daha çok kazanması lazım”larla, “Yüzüne gözüne bir şey sür”lerle, “Neden şöyle giyinmiyorsun”larla, damacanaların fırfırlı elbiseleriyle ördüğü bir koca mekan. Sonra bir fark ettim ki, uzağında olduğumu zannettiğim bu zehirle hâlâ savaşıyorum başka başka kulvarlarda. Dolmuştaki adamların sonsuza kadar açılabilen bacakları, ev ararken sırf yalnız bir kadın olduğun için seninle flört edebileceğini düşünebilen seçkin emlakçılar, “Bak bayansın, ağzımı açtırma”lar, senin özel olduğunu hissettirip, absürd sarkıntılıklarına karşılık alamayınca seni diskalifiye edenler ve bu adamlar için kibarlığının ve naifliğinin sadece tek kapıya çıkması.

Karşımda hep aynı kişi vardı aslında, her seferinde başka formla. Bazen bir işveren, bazen bir iş arkadaşı, bazen bir sanatçı, bazen bir hırsız, bazen sokaktaki yabancı, bazen bir çocuk. Defalarca kalbim çarptı, dizlerim titredi, öfkemi kontrol edemeyeceğimi sezdim, sonum iyi olmayacaktı. Bir şehre aşık oldum o sırada, onun gönlüne girebilmek için her türlü yola baş koydum. Otuzumdan sonra bir dil öğrenmeye başladım, tek derdim Ev’den çıkmaktı. Boğuluyordum, geceleri en ufak sese hortlayıp camdan bakıyordum. Öfkemi kum torbalarına verdim, en büyük hayalim o binbir yüzlüyü dövmek olmuştu gördüğüm yerde. Hazırdım, dimdik sırtımla tetikteydim. Ancak başka bir yüzünü gösteriverdi bizimki, beklenmedik anda, zar zor aldığım nefesi de çok gördü, dedi ki “Artık sana oda yok bu evde!”

Tekrar uzaktayım. Çıplaklığın hor görülmediği bir yerde, yine. Tahtaların, renkli yaprakların olduğu, çöplerin ayrıldığı, gece eve dönerken anahtarlığımı muşta yapma gereği duymadığım bir mekanda. Ancak biraz dikkatli bakınca eser miktarda bile olsa her an tetikte olan zehri görebiliyorum; belki kapitonenin fırfırında değil de bir alışveriş sepetinde bu sefer, sadece sindirilmiş, ama hâlâ tehlikeli. Bu yüzden ev her yer ve o adamlar ne kadar uzakta olursam olayım var. Bir yerde daha çoklar, bir yerde daha az sadece. Bu azlık sayesinde tanıştığım çıplaklık için bir türkü söylüyorum. Bu çokluk sayesinde yeşerttiğim öfkemle tekmeler atıyor, dans ediyorum çokluğa karşı.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.