Kapitülasyonlar gibi her dönem elden ele gezdirilen ve son damlasına kadar faydalanıldığına emin olduğumuz imtiyazların, erkekler nasıl genellikle farkında olmazlar? Gender: A Graphic Guide çizgi rehberi, bu sistemin nasıl tıkır tıkır işlediğini basit çizimlerle ve çok az cümleyle derlemiş.

Jane Austen, 1813 yılında yayımlanan Gurur ve Önyargı romanına şöyle başlar: “Dünyaca kabul edilmiş bir gerçektir, hali vakti yerinde olan her bekar erkeğin mutlaka bir eşe ihtiyacı vardır”. Kendisi hiç evlenmemiş olan Austen, bahsi geçen dönemde söz konusu ülke İngiltere’de, çok zengin ve soylu doğsa dahi kız çocuklarına miras bölüştürülmediğini (hiçbir özelliği olmayan uzaktan yeğen Sir X’e bırakılır daha iyi), çalışmaları zaten söz konusu olmayan kadınların, ayrı bir hayat kurabilmek için tek yollarının evlilik olduğunu yine romanlarıyla anlatır. Bu gerçekliğe rağmen, kadın karakterlerini zerafet dolu bir isyankârlıkla donatmıştır.

Mesela Mansfield Park romanında (1814) soylu teyzesinin iyilikseverliği ile yanına aldığı mütevazı ve saygılı karakteriyle pek dikkat çekmeden büyüyen, yine kendi kadar karakter sahibi kuzeni Edward’a gizliden aşık olan fakir ve soysuz Fanny Price bunun en iyi örneğidir. Soylu ve zengin bir ailenin flörtöz oğlu Henry, etrafında başka flört edecek kadın kalmayıp büyüyüp serpilmiş Fanny’ye ilgi gösterdiğinde tüm aile eşrafı ve sosyete, Fanny’nin başına bir talih kuşu konmuş gibi davranır. Üstelik Henry’nin gözü artık Fanny’den başkasını görmemektedir. Belki de Fanny sayesinde artık serseriliklerine, nişanlı kadınlarla flört etmelerine bir son verecektir, oğlan yola gelecektir. Zaten Fanny’nin aşık olduğu kuzeni Edward da bir başkasına aşıktır, e orada da pek umut yoktur, Fanny soysuz haliyle bundan iyi bir kısmet nasıl bulsundur. Oysa Fanny, bir türlü içine sindiremediği Henry’yi sessiz sessiz geri teper, tüm mahalle baskısına ve pek bir şeye itiraz etmeyen uyumlu karakterine rağmen, bir erkeği doğru yola getirme görevinin kendisine düşmesini kabul etmez.

O dönemde isyankâr bulunan Austen’in kadın karakterlerinin, feminizmle edinilen haklar ve özgürlüklerle, bugün baktığımız yerden bize pek naif gelmesini ne çok isterdim. Aradan geçen iki yüzyılda az değil pek çok şey elde ettik. Pek çok şey elde ettik de, şu erkeklerin dünyaca kabul gören ihtiyaçlarından, ayrıcalıklarından nasıl bir türlü kurtulamadık, insana gına geliyor. Sanki tüm dünya “Aman benim aslan oğlum, yakışıklı oğlum” diye şişirilmiş kendinden bihaber, kendi kişisel başarısı sandığı cinsiyet imtiyazları üzerinde aval aval tepinen Henryler ve “aklı başında, uslu, hanımefendi” diye uyutulmuş, gözleri bu imtiyaz meselesine yumulmaya çalışılmış Fannylerle dolu.

Yazı boyunca daha detaylı bahsedeceğim 2019 yılında yayımlanan Gender: A Graphic Guide1 çizgi rehberinde erkeklik imtiyazları, Peggy McIntosh’un White Privilege (Beyazlık İmtiyazı) eserinden esinlenilerek basitçe şöyle tanımlanmış: “Erkekliğin bir norm olması konseptine bağlı olarak, erkeklik imtiyazları, erkeklerin genellikle haberdar olmadıkları ama fayda sağladıkları görünmez sistemlere atıfta bulunur.” İmtiyazların daha iyi anlaşılması için #erkekyerinibilsin hareketini andıran şöyle örneklere yer verilmiş: “Çok daha aktif ve dışa dönük biri olmam için çocukken kız kardeşlerimden daha çok cesaretlendirildim”, “Eğer çocuk doğurmamaya karar verirsem kimse benim erkekliğimi sorgulamaz” vs. Bu imtiyazların, erkeklerin fiziken ya da bazen yalnız sözleriyle, diğer cinsiyetlere göre daha fazla alan kaplamalarına ve/veya kendi bedenlerinin, fikirlerinin, uğraşlarının daha değerli ve önemli olduklarını düşünmelerine neden olduğunun da altı çizilmiş.

Dünyaca kabul edilmiş bu imtiyazlar uzun süredir feminizmin konusu elbette ama burada asıl tartışmak istediğim şu: Kapitülasyonlar misali her dönem elden ele gezdirilen ve son damlasına kadar faydalanıldığına emin olduğumuz bu imtiyazların, erkekler nasıl genellikle farkında olmazlar? Kafalarının yalnız havalı şeylere çalıştığını, ev içi emek hariç, her işe doğuştan kabiliyeti olduğunu bildiğimiz, her meseleye açıklık getirip, tüm dünya meselelerini en iyi anlayan ve elbette anlatan, yüzyıllardır her seviyede erk sahibi, yüzyıllardır her sistemde karar verici erkekler, erkeklerimiz, bir tek bu meselede mi avallaşıyorlar? “Analitik akılları” ya da “özgür ruhları” mı bu meseleye aldırmamalarına neden olan? Gender: A Graphic Guide [1]çizgi rehberi, bu sistemin nasıl tıkır tıkır işlediğini basit çizimlerle ve çok az cümleyle öyle güzel derlemiş ki, işte bizim iki yüzyıl önceki Henry, karşımızda elinde soğuk demlenmiş yeni nesil kahvesiyle dikilen suç ortağı erkek olarak vücut buluvermiş.

Öncelikle bu çizgi rehberin, toplumsal cinsiyet kavrayışı ve ideallerin, cinsiyete dair normları nasıl şekillendirdiğine dair mini bir derleme sunduğunu söylemeliyim. Patriyarkaya da lanet okunarak, erkeklik, bölümlerden yalnızca bir tanesi, ilki. Cinsiyet ele alınırken, elbette yalnız kadın ve erkeğin olduğu ikili cinsiyet sistemi üzerinden değil, aksine, hem cinsiyetlerin hem cinsel yönelimlerin akışkan olabildiği bir yelpaze üzerinden, Judith Butler’ın Cinsiyet Belası misali cinsiyeti tanımlamanın anlamsızlaştığı yerden anlatısını ve derlemesini kurmuş. Tamamı bir çocuğa anlatır basitlikte, daha önce cinsiyete dair söylenmiş pek çok şeyi derleyerek ve elbette bu konuyu çalışan bilim insanları ve düşünürlere referans verilerek hazırlanmış (Bu arada, bu harika esere Milli Eğitim Bakanlığı’ndan değil, çizgi romancılardan ulaşabilirsiniz). Bu dâhi çizimlerin yerini tutmayacak elbette ama ben de buradan aldığım esinle, özellikle bu ifşa günlerinde, patriyarkanın çatısını kuran ve o çatıyı taşıyan erkeklik tiplerini tartışmak istiyorum.

En önce “Baskın (Hegemonik) Erkeklik” tanımı yapılmış. Kısaca, bildiğimiz beyaz adam; iş yerinde, okulda, bildiğimiz popüler erkek. Toplum bilimci Erving Goffman ideal tipini şöyle tanımlamış: Genç, beyaz, heteroseksüel, üniversite mezunu, işi ve görünümü yerinde, herhangi bir sporda başarılı. Psikolog Amy Cohn ve Amos Zeichner’a göre bu tip için gerekli olan dört ana erkeklik boyutu var. Bunlardan ilki rekabetçilik ve baskınlık (sporculuk başarılarının nereden geldiğine şaşmamak gerek), ikincisi duygularını ifade etmekteki beceriksizlik (unutmayalım yalnız öfkeye yer var), üçüncüsü toplumsal cinsiyet rolünün üzerine getirdiği baskı (erkeklik elden gitmesin derken kendilerine çektirdikleri acı ve psikolojik sorunlar) ve dördüncüsü ise homofobiklik ya da kadın düşmanlığı (feminen gözükmemek için yapılan her şey). Söz keser, ders verir, her şeyi bilir, en öndedir.

Bu hegemonik erkek, “masculinity pyramid” olarak çizilen erkeklik hiyerarşisinin en yukarısına konumlandırılmış, geri kalan erkeklik tipleri bunun altında yerlerini alıyorlar. Baskın erkekliğin hemen altında (işte geliyor gönlümüzün efendisi) “Suç ortağı erkekler” var. “Cold brew”cu dostlarımız, hipsterlarımız, hepsi burada sayın seyirciler. İdeal bir baskın erkeklik sergilemese de özelliklerinin birçoğunu sağlıyor, ataerkilliğin sağladığı imtiyazlardan faydalanmaya ve keyfine bakmaya devam etmesiyle ve özellikle buna hiç değinmeyerek sistemi tıkır tıkır işletmesiyle tanınıyor. At gözlüğü suratında, kendine ayrılan alanda etrafına bakmadan kimseye sözde zararı olmadan ama niyeyse dört nala takılıyor. Neden onun dört nala gitmesine izin var, onu pek umursamıyor, yanındaki dişileri alandan atıyorlarsa atıyorlar, o kafasını öbür yana çeviriveriyor, işine bakıyor. Sanki miras hukukçusu, ona miras kalan imtiyazları öyle iyi içselleştirmiş ki üzerine düşünürsem gidiverir diye ödü kopuyor.

Hiyerarşide ezilen erkekler de var elbette, “Subordinate Masculinities” (Ast Erkeklikler) yani erkekler kulübünden dışlanmış, mesela eşcinsel erkekler ve “Marginalized Masculinities” (Önem Derecesi Düşürülmüş Erkeklikler) yani ırk, sınıf, fiziksel engel vb. dezavantajları nedeniyle erkeklik imtiyazlarının tamamından faydalanamayan erkekler bunlara örnek. Bu arada, tüm erkeklik tiplerinin herkes için ulaşılabilir olmadığına da elbette dikkat çekiliyor. Hegemonik ve suç ortağı erkeklik tipleri için belirli bir sınıf, ırk, seksilik ve tip gerekiyor. Bunlara ne kadar uyduğunuz “sergilenen” erkekliği arttırıp azaltabiliyor. Çünkü sevgili okuyucu, evet, “erkeklik sergileniyor”.

Bu sistem işte bu hiyerarşiyle işliyor, herkes yerini buluyor. Rivayet o ki, bu hiyerarşide yerini ve onun baskın erkeklikle olan ilişkisini kabul eden erkeğe patriyarkadan zeval gelmezmiş. Abilik müessesesi içinde kendi payına düşen sosyal beklentileri karşılanır, mutlu olurmuş. Yani bir erkeğin hegemonik erkekle kurduğu ilişkisinde kendi pozisyonunu kabul etmesi (ve bu erkekliğin normlarını devam ettirmesi) erkekler kulübünün (“manhood”) sosyal ihtiyaçlarını karşılayabilmek adına erkeklerin işini kolaylaştırıyor. Bu hiyerarşiyi yürütemeyen herhangi bir erkekse kendini değersiz, eksik ve aşağı hissetmeye meyilli oluyor. İşte bundandır ki her meseleye ayan akıllı erkeklerimiz, bu tahtı sağlam tutmak için gözlerini canla başla yumar, patriyarkanın ayağına taş değmesin ister, ne kadar eğitimli olurlarsa olsunlar, ne yazık ki, en iyi ihtimalle, ancak ve ancak, suç ortağı erkek olarak patriyarkayı sırtlarında taşırlarmış.

Homer Simpson ile görselleştirilmiş “Ordinary Masculinities” (sıradan, “yapabileceğim bu kadar” erkekliği) ya da kârları işaret edip kitleleri peşinden sürükleyen “Heroic Masculinities” (kahraman erkekler) gibi daha pek çok erkeklik tipi tanımı yapılırken, şunun altı çizilmiş: Erkeklik sosyal olarak inşa edildiği için, erkeklik formlarının gerekleri de zamana ve kültüre göre değişkenlik gösterebiliyor. Yani maço üstünlük ya da kas gücü taslayan hegemonik mağara erkeğinin yerini, patriyarka yerine kadınları düşman belleyen iyi aile çocuğu “geek” erkekler ya da Hasan Ali Toptaşlar, Can Tonbiller alabiliyor. Üstelik, yazar Laurie Penny’ye göre, bu daha da tehlikeli çünkü üzerinde tepindikleri imtiyazlara iyice gözlerini yumup, onları hak ettiklerini sanıp, bu imtiyazları meşrulaştırıyorlar. Burada çok komik çizimler var, örneğin “Revenge of the Nerds” (İneklerin İntikamı) başlıklı bölümde, üzerinde DC Comics kahramanı Flash’ın logosunun olduğu tişörtüyle gezinen “geek”imizden şöyle bir konuşma balonu çıkmış: “Kızlarla buluşmak mı? Ahh, gökkuşağı, ünikorn ya da regl sancılarıyla ilgili sohbetlerin olacağı bir akşama hazır mıyım emin değilim.” (Bunu nedense Marvelcilerden beklerdim, sanki Marvel karakterileri daha büyük bir adanmışlık gerektiriyor.)

Bu sistemin tıkırdayışını sağladığını düşündüğüm diğer can alıcı nokta ise şu: Sosyal psikolog Margaret Wetherell ve Nigel Edley, bir erkeğin birden çok erkeklik tipi sergileyebileceğini ortaya koymuşlar. Hatta hegemonik mi yoksa suç ortağı erkeklik tipi mi sergileyecekleri iş, okul ve ev için farklılık gösterebiliyormuş.

Buna herhalde çok aşinayızdır, 80 sonrası doğan nesilde kız arkadaşlarının yanında modernliğe doyamayan kadın hareketi destekçisi “cold brew”cu entelektüel erkeklerin, kendi evlerinde annelerine evin hizmetkârlığını uygun görmelerini veya akademik başarısı Ağrı Dağı’na ulaşmış dostlarımızın, çocuğu olduğunda sırf çocuklarının altını değiştiriyorlar ya da çocuklarından haberdarlar diye kendilerini alkışlatmaya doyamamalarını ya da kadın lider istatistiğine bayılan takım elbiselilerin taşere edilse de ev işlerinin bir “planlama” gerektirdiğinden haberdar olmamalarını nasıl açıklardık.

Yeni nesil suç ortağı erkeklerinin en iyileri ve ilgilileri de işte böyle bu meseleyle, sanki kendi meseleleri değilmiş gibi ilgilenirler. Kadınları desteklerler ama evin dışında; feminizm de vardır, güzeldir, ama evin dışındadır. Eve gelince kapıda biter. Orada bir yerde erkekler vardır, patriyarka onlardır, ama kendi imtiyazlarına dokunulmasındır. TERF tartışır, pozitif ayrımcılığı sorgular, kadın yürüyüşüne erkeklerin gitmemesi hödörö mödörö diye tartışır ama dönüp de kendine; evindeki, okulundaki, işyerindeki kadınlara kıyasla kendine tanınan ayrıcalıklara, üzerine oturduğu imtiyazlara bakmaz. Onların hepsini hak ettiğini sanır, kafasını beri yana çevirir, suç ortaklığı eder. Oysa taa 1949’da ne demişti Simone de Beauvoir:

“Her insan, insan olma gururunu cins ayrılığından değil de, özgür yaşamın binbir güçlükle elde edilen şan ve şerefinden aldığı gün, işte ancak o gün kadın kendi öyküsü, sorunları, kuşkuları ve umutlarıyla insanlığınkini bir sayabilecektir; ancak o zaman, yaşamında ve yapıtlarında yalnızca kendini değil, bütün gerçekliği ortaya çıkarmayı başaracaktır. İnsan olmaya savaştıkça, yaratıcı olması mümkün değildir.”[2]

İlla bu konuyla ilgilenilecekse, bu mücadeleden anlıyormuş gibi davranmak yerine hangi imtiyazların üzerine oturulduğunu “sessizce” düşünmek belki bir seçenek olabilir. Yüzyıllardır her an her gün faydalanılan dünyaca kabul görmüş imtiyazlardan en azından haberdar olunabilir.  Bütün bu özgürlük ve bu dört nala koşulan alanın ne kadarı kişisel başarı ne kadarı ataerki mirası; evdeki, yandaki, berideki kadında neden yok? İlla çok akıllıymış gibi davranmak yerine, belki en azından daha az aval olunabilir.

[1] Icon Books Ltd, Meg-John Barker & Jules Scheele (2019)

[2] Kadın, İkinci Cins, Cilt 3, Bağımsızlığa Doğru (1949)

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.