“Ben burada kadınlarla konuştuğum zaman hem bir yandan onların yaşadığı tüm bu süreci duyduğumda öfkeyi üzüntüyü hissettim, hem de feminist olarak dayanışmayı da çok hissettim. Birbirimizle konuştuğumuzda hem benim hem onların karşılıklı olarak güçlendiğimizi hissettim. Bu çok büyük bir ihtiyaç aslında hepimiz için.”

Çatlak Zemin ekibi olarak depremin ardından ilk günlerde bölgeye giden ve arama kurtarma çalışmalarına dahil olan 3 feminist Kübra, Şevval ve Ezgi ile depremin kadınlar, çocuklar ve LGBTİ+’lar üzerindeki etkilerini ve afet bölgesindeki deneyimlerini konuştuk.

Afet bölgesine ne zaman gittiniz? Ne kadar süre ve nerede kaldınız?

Kübra: Ben İslahiye’ye depremin ikinci günü yola çıktım. Beş gün kadar kaldım. İslahiye’de Mahalle Afet Gönüllüleri’nin AFAD tarafından yönlendirildiği bir yerde kaldık. İtfaiye binasının yanında AFAD’ın koordinasyon merkezi vardı. Biz de ona yakın bir yerde kampta kaldık.

Şevval: Ben de İslahiye’de yaklaşık bir hafta, ardından iki gün de Adıyaman’da kaldım.

Ezgi: Biz bir grup olarak Mahalle Afet Gönüllüleri’nin çağrısıyla bir form doldurduk ve gönüllü olarak alana giden bir gruba dahil olduk. Yol serüvenimiz 24 saat sürdü çünkü büyük bir koordinasyonsuzluk vardı. Havalimanına geçtikten sonra özellikle uçakların kalkışına dair pek bir şey yoktu. Oraya gelen ekiplerin koordinasyonuna dair de pek bir şey yoktu. Çok deneyimli arama kurtarmacılar da bizim gibi havaalanında uzun süre bekletildi. İtfaiyeciler, ilk yardım ekipleri ve doktorlar da bekliyordu. Sonunda bir uçağa alındık ancak uçağın kalkması da uzun sürdü çünkü ineceğimiz havalimanıyla bir iletişim kurulamamıştı. Uçak kalktıktan sonra da Ankara üzerinde defalarca döndük ve Maraş havalimanına inemedik çünkü inmemize yakın sanırım ufak bir deprem olmuş ve havalimanındaki hasar daha da derinleşmişti. Daha sonra bizim iniş yapacağımız yere acil iniş yapılacağı gerekçesiyle bir asker uçağı inmişti. Bizim uçağımızda 170 kişilik bir ekiptik; gönüllüler ve profesyonel arama kurtarmacılar vardı. Geniş bir ekibin olduğu bir uçaktı yani. Doğrudan arama kurtarmaya gitmesi gereken kişilerden oluşuyordu. Maraş’a inemeyince Elazığ’a iniş yapmak durumunda kaldık. Elazığ’da da uçakta bekledik. Sonrasında Maraş havalimanına gece inebildik. Biz indiğimizde bir aracın bizi alacağını düşünüyorduk çünkü valiliğe arama kurtarma için bir ekibin geldiği ve araçla alınmaları gerektiğine dair bir dilekçe yazılmıştı. Yani öncesinde haber verilmiş, varış saati aksadığı için güncel bilgilendirme yapılmış ve gereken tüm iletişim kurulmuştu. Ancak orada uzun bir süre beklememize rağmen bu kişilere ulaşamadık. Dolayısıyla gece o yıkık havalimanının içinde uyumak durumunda kaldık. Ekip liderimiz herhangi bir araç gelmediği için inisiyatif alıp kendisi dışarıya çıktı bir saat boyunca araç aradı. En sonunda şehir içi ulaşım sağlayan bir belediye otobüsünü durdurup otobüse el koyarak getirdi,“arama kurtarmacıları buradan İslahiye’ye götürmem gerekiyor” diyerek. Biz o şekilde tüm ekipmanlarımızı da araca yükleyerek İslahiye’ye gittik. Vardığımız zaman aslında doğrudan sahaya çıkmak istiyorduk. Bu sefer de adresin bize tam olarak tanımlı gelmediğini öğrendik. Mahalle Afet Gönüllüleri bağımsız olsa da AFAD’a bağlı hareket etmesi gereken bir oluşum. Adres gelmemesi birçok kişinin kötü hissetmesine neden oldu çünkü sahaya çıkmaya gelmiştik, bir şeyler yapmaya gelmiştik ama 24 saati yolda kaybetmemizin yanı sıra alana ulaştığımızda da zaman kaybetmiş olduk. Ve bunların hepsi önden haber vermemize rağmen bu şekilde gelişti. Ben İslahiye’de arama kurtarma gönüllüsü olarak bir hafta kaldım. Bir haftanın ardından da Adıyaman’a geçtim.

Afet bölgesinde nasıl çalışmalar yürüttünüz?

Kübra: Oraya gittiğimiz günden itibaren arama kurtarma çalışmalarında bulundum ben. Depremden zarar görmüş binalarda ve enkazda çalışmalar içerisinde bulunduk.

Şevval: Aslında ne iş varsa yaptık. İlk gittiğimiz gün eşya taşıma işleri oldu daha çok. Bulunduğumuz bölgede bir kedi hasarlı bir evde kapalı kalmıştı. Sahibi kurtarılırken kucağından kaçmış ve bulunamamıştı sonrasında. Kadın sakatlandığı için İstanbul’a sevk edilmişti. Bir yandan kadınla iletişimde olmaya devam ederken bir yandan da ekipleri yönlendirmeye çalıştım. Kedi çok yakınımdaydı aslında, yürüyerek bile gidebilirdim fakat ekipten ayrılıp dışarı çıkmamız yasaktı. Kedinin bulunduğu bölge çok sıkıntılı olduğu için ekipler gitmek istemiyordu. Aslında tek yapılacak şey vinçle pencereye yaklaşıp mama ile kediyi oradan almaktı. Daha sonra Twitter’da yayılmasıyla kedi kurtuldu. O kadar yakın olmama rağmen gidip müdahale edemedim. Enkaz çalışmalarına katıldığımda verilen her işi yaptım. Hilti kullanmak, kovalara moloz doldurmak, kovaları boşaltmak gibi. Benim gittiğim hiçbir enkazda canlı çıkmadı maalesef. Enkaza gitmediğimde de kamp alanını düzenlemek, çadır kurmak, mutfak sorumluluğu, çaycılık, kapı nöbeti gibi işler yaptım. Bir gün de bir grup feminist olarak ekipten çıkmak için özel izin alıp sivil bir şekilde çadır kenti ziyaret ettik. Orada kadınlar ve çocukların ihtiyaçlarını öğrendik ve eksikleri Afet için Feminist Dayanışma Grubu’ndan arkadaşlarımıza ilettik. Bazılarını kendi bağlantılarımızla çözmeye çalıştık.

Ezgi: İlk önce İslahiye’ye arama kurtarma gönüllüsü olarak gittik ama bir yandan da orada yıkım çok fazlaydı, yani bizim temel bilgilerimiz vardı ama profesyonel bir eğitimimiz yoktu. Bizim gibi gönüllü olarak gelenler, profesyonel eğitimi almamış olanlar başka konulara destek olur diye düşünmüştük başta. Ama esas olarak arama kurtarmacıya ihtiyaç olduğu için bir hafta boyunca enkazlarda da çalıştık. Bu enkazların bilgisi bize sadece AFAD’dan geliyordu. AFAD’ın bize vermediği adreslerde çalışamıyorduk. AFAD’ın bu adresleri belirleme durumu da enkazın altındakilerin yakınlarının baskısıyla oluyordu. Twitter’dan ve çeşitli kanallardan çok fazla bilgi akışı vardı ama bunu koordine edecek bir sistem yoktu. Gelen başvurularda bilginin doğrudan gelmesi, kişinin yakınlarının enkaz başında bekleyip bir arama kurtarmacı bulup ona yapışıp “Burada bir çalışma yürütün” demesi gerekiyordu çoğunlukla ve yakını çıkarılana kadar da o enkazın başında durması gerekiyordu AFAD’ın oraya yönlendirme yapması için. Rotasyonlu bir şekilde altı saat çalışıyor, altı saat dinleniyorduk ve dinlenme sırasında kamptan çıkma iznimiz yoktu. Dinlenme saatlerimizden birinde izin alıp İslahiye’deki çadır kente gidip 15 çadırı dolaşarak kadınlarla sohbet ettik. Hem deprem sonrası deneyimlerini hem de çadır kentteki deneyimlerini birlikte konuştuk. Birebir temas etmemiz hem onlara hem bize iyi geldi. Bir yandan da kadınlar için bu sürecin nasıl yürüdüğünü kendimiz görmüş olduk. Adıyaman’a geldiğimizde ise orada zaten kurulu bir ağ vardı. Birçok sivil toplum örgütünün, meslek odasının, çeşitli bileşenlerin bir arada oluşturduğu bir çadır kent hem de gelen yardımların tasnif edilmesi ve dağıtılması için bir merkez vardı. Bu sistem içinde biz de gönüllü olarak çalıştık. Aynı zamanda hem tasnif yaparken hem de çıkarttığımız ihtiyaçları belirledik. Kişilerle iletişim kurup adresleri belirleyip buralara ulaştırmaya çalıştık. Köylere mahallelere gittik ve gittiğimiz yerlerde kadınlarla ve LGBTİ+larla sohbet etmeye çalıştık. Depolarda, çadır kentte ve dağıtımda temas alanlarımız oldu. Benim için işin bu kısmı çok kıymetliydi.

Kadınların, LGBTİ+ların ve çocukların yaşadıklarına dair gözlemleriniz neler?

Kübra: Tüm bu çalışmalarda depremden etkilenmiş ya da doğrudan sürecin içerisinde mağdur edilmiş kişilerle görüşme fırsatımız oldu. Kadınların, LGBTİ+ların ve çocukların yaşantılarına dair genel olarak bir mahrumiyet durumu söz konusu. Elektrik yok, su yok. Gündüzleri neyse ama geceleri hava çok soğuk. Bizim gittiğimiz zamanlar ilk günler olduğu için henüz daha destekler ulaşmamıştı. Dolayısıyla aslında çocuklar, kadınlar sokakta, o soğukta bir şekilde ateş yakıp o ateş etrafında toplanarak orada bulunuyorlardı. En temelde sürecin içerisinde yardımlar ulaştıkça gördüm ki, bütün bu desteklerin takibini yine kadınlar yapıyor. O çocuklar için bir şeyler bulmaya, kalacak yer ayarlamaya, yiyecek bir şeyler ayarlamaya çalışıyorlar. Bir yandan da enkaz altındaki yakınlarını bekliyorlar. Tabii çocuklar için durum daha farklı. Orada sürekli bir kriz oluyor ve bunu anlamlandırmaya çalışıyorlar. Kadınlarla konuştuğumuz zaman destek ihtiyaçları olduğunu duyuyorduk ama bunu çok sessiz bir şekilde, ancak bir yakın gördüklerinde paylaşıyorlardı.

Şevval: Zaman Apartmanı’nda bir kadının hikayesi zihnime kazındı. Deprem anında eşi üçüncü kattan aşağıya atlıyor, kadın da çocuklarını atıyor eşine, ardından bina yıkılıyor ve kadın ölüyor. Canından önce çocuklarını düşünüyor ve bu şekilde hayatını kaybediyor. Enkazda çoğu kadın ya çocuklarının yanına giderken ya da çocuk odasında ölü bulundu. Annelik rolünden dolayı o anda ilk düşünceleri çocukları olmuş kendilerinden önce. Oradaki Sevgi adlı çocuğu hayatım boyunca unutamayacağım. Onca kötülüğün, ölümün, enkazın arasında sürekli gülümseyen dünya tatlısı bir çocuktu. Çoğu zaman duygularımı arka plana atmaya çalışsam da Sevgi bana sarıldığında gözyaşlarımı tutamadım. Ardından dans ederek oyun oynadık ve neşesine beni de kattı. Adıyaman’da depoda mesela kadınlar gelip çocuklarının, kendilerinin ihtiyaçlarını alıyorlardı ve bazı yardımlar Avrupa’dan geldiği için bedenleri farklı sembollerdeydi. Oradaki gönüllü erkek, kadına iç çamaşırı veremedi ve bedeni de anlayamadığı için yakınında kadın olarak beni görüp yardım etmemi istedi. Ben de bilmiyorum o beden aralığını fakat açıp göz kararı anlayabildim ve kadın beni görünce rahatladı. Çadır kentte durum çok kötüydü. Girdiğimiz ilk çadırda felçli bir bebek vardı ve buhar makinesine bağlı olması gerekiyordu. Annesi burnuna sprey sıkarak hayatta tutuyordu bebeği. Kendisi deprem anında kolu kırılmış alçıya alınmış fakat bebeğe rahat bakım veremediği için alçısını kırmış, sadece sardırmış. Muhtemelen kemikler doğru kaynamayacak dedi ama başka çare mi var? Eşi ölmemiş bir yaralanması da yok ama kadın kolu kırık halde o bebeğe bakmak zorunda, anne olduğu için. Aynı çadırda altı yaşında bir çocuk daha vardı ve asla yerinde durmuyordu. Sürekli dışarı çıkıp oynamak gezmek istiyordu. Gittiğimiz çadır kentte oyun çadırı olmadığı için annesi ve babası bir şekilde eylemeye çalışıyorlardı çocuğu. Zaten otogara kurulan o çadır kentte sokak bile yoktu. Çadırlar gelişi güzel konmuş, hiçbir organizasyonu yoktu. LGBTİ+lar adeta yok sayılmıştı. Ne onlara yönelik bir çalışma ne de yardım gördüm. Tamamen içlerine kapandılar muhtemelen, kimlikleri açığa çıkacak diye korkuyorlardı. Twitterda trans bir kadının suratını kapattığını ve yardım noktasında sessizce yardım istediğini okumuştum.

Ezgi: Kadınlarda şöyle bir durum oluyor. Üst üste iki deprem oldu ve aslında çok travmatik de bir durum. Hem insanlar yakınlarını evlerini kaybettiler hem de depremin bıraktığı bir travma ile de başbaşa kalmış durumdalar. Bunu yaşarken aynı zamanda bu hayatın akışını devam ettirenler de kadınlar oluyor. Örneğin erkeklerde de gözlemlediğim bir şey o ailenin içindeki erkek de aynı deneyimi yaşıyor ama kadın yine ertesi günü çocuğa yemek bulmayı düşünmek zorunda. O çadırı nasıl kuracağını ısınmayı nasıl sağlayacağını düşünmek zorunda. O hayatın akışını devam ettirmek zorunda. Zaten normalde günlük akışta da kadınların üzerinde olan bakım yükü, ev işi yükü katmerlenerek artıyor. Şartlar zorlaştıkça bunun kadınların hayatları üzerindeki etkileri daha da bir derinleşiyor. Yaşanılan travmatik bir olay var, bunun daha acısını yaşayamadan sonrasında nerede yaşayacaklarını çocukların ne yapacağını, kendi güvenliklerini hesap etmek zorundalar. Bununla ilgili büyük bir “sorumluluk” hissediyorlar. Ayrıca kadınların çadır kentlerde bir güvenlik sorunu var. Çadır kentlerde, özelikle AFAD’ın kurduklarında yol olarak kullanılabilecek bir yer yok, çadırları dip dibe yapmışlar, çadır kent çok karanlık. Tuvalet ve duş çok az, 250 çadıra bir tane iki tane şeklinde var. Bunlar zaten sık sık tıkanıyor. Hijyen açısından çok kötü durumdalar. Bununla birlikte duş ve tuvalet genelde çok kuytu ve karanlık köşelerde oluyor. Zaten geceleri aydınlatılmamış olan çadır kentlerde kadınların buralara erişmesi neredeyse mümkün olmuyor. Regl dönemlerinde hijyen olmadığı için de sağlık problemleri ihtimali artıyor. Herhangi bir sağlık problemi olduğu zaman bunu ya söylemeye utanıyor ya da gözardı etmek zorunda kalıyor. Adıyaman’da köylerde uzun zamandır su yok. Su olmadığı için kadınların ortak bir çeşmeden sürekli su alıp eve taşıması gerekiyor. Bunu çocuklar bitlenmesin diye de yapıyorlar. Isınma sorunu olmasına rağmen ateş yakıp suyu ısıtıp leğen vs. de olmadığı için uygun bir zemin bulup çocuğu yıkayıp onun da hasta olmamasını sağlayarak aynı zamanda bitlenmemesini de garantilemeye çalışıyor. Bazı yerlerde yemek dağıtımı var ama bazı köylerde hiç yemek dağıtımı olmuyor. Kadınlar yemek konusunda da yine suyu sağlamak ve gerekli malzemeleri bulmak için yardım yerlerini belirleme işleri yapmak durumunda kalıyorlar. Uzun bir süre yardım gitmemiş köylere. Bu ciddi bir sorun. İnsanlar arabada kalıyor. Tuvalet yok. Regl olduğu zaman kullanabileceği herhangi bir şey yok çünkü üç dört gün yardım gitmediği için ped de olmuyor. Çok fazla kadın karşılaştı bununla. LGBTİ+lar da yardım kuyruklarına özellikle girmiyorlar. Kalabalık yerlere girmek istemiyorlar. Ciddi bir homofobi ve transfobi tehlikesi nedeniyle buraya ulaştırılan şeylere de erişememe durumu söz konusu. Böyle bir açıdan güvenlik endişeleri de var. O yüzden LGBTİ+lar için de ayrıca konuşulması gereken birçok başlık var. Ayrıca kadınların çocuk bakım yükü de giderek arttı. Özellikle küçük çocuklar geceleri soğuktan uyanıyorlar ve uyumuyorlar. Çocukların gündüz çadırda güvenliğini sağlamak zorunda olan da yine kadınlar, dışarıda her yer enkaz ve çok risk içeriyor. Sürekli çocuğu oyalamak durumundalar. Çocukların oynayabilecekleri bir etkinlik alanı çoğunlukla yok. Çadır kentlerde kadınların çadırdan çıkmama durumu var genelde. Çocuklar çadırda olduğu için o çadırdan çıkıp yemek yeme alanına bile gidememe durumu oluyor kadınların. Yemek yeme alanında sadece erkekler vardı ve neden siz de oraya gitmiyorsunuz, diye sorduğumda, “Orası çocuklar için uygun bir alan değil, başkaları da rahatsız olabilir, ayrıca çocuklarla ilgilenmemiz gerekiyor o yüzden yemeği alıp çadıra dönüyoruz” diye anlattılar. Bu yüzden günlerce çadırından çıkmayan, herhangi bir yardım dağıtılırken çocuğa bakmak durumunda olduğu için yardıma da ulaşamayan kadınlar da oluyor. Kadınların ped ve iç çamaşırı gibi ihtiyaçlarını erkekler utandıkları ve isteyemedikleri için alıp kadınlara da ulaştırmıyorlar. Bu açıdan da kadınlar ihtiyaçları olan şeyler çok yakınlarında olsa bile ulaşmakta zorluk yaşıyorlar. Çocuklar için de şöyle bir durum var. Tanık oldukları durumdan dolayı ciddi bir travma yaşıyorlar, çadıra girmekte bile zorlanabiliyorlar, kapalı alanlara girmek istemiyorlar. Geceleri sık sık uyanıyorlar, davranışlarında çeşitli farklılıklar olanlar, oyun alanlarında bir anda öfkeye kapılanlar var. Aslında çocuklar için ciddi bir çalışma yürütülmesi gerekiyor. Çocuklar aynı zamanda okullarını, yaşadıkları mahalleyi, düzenlerini bir anda kaybetmiş oldular. Bunun ciddi etkileri var.

Siz arama kurtarma çalışmaları sırasında ve sonrasında kadın ve feminist olarak neler yaşadınız?

Kübra: Zorlandım elbette. Hijyen, tuvalet kullanımı gibi ihtiyaçları gidermek pek mümkün değildi. Su yok; ped değiştiremiyorsunuz, iç çamaşırı değiştiremiyorsunuz. Geceleri çok karanlık; yanınızda biri olmadan bir yere gidip tuvalet bulmak mümkün değil. Dolayısıyla koşullar oldukça zorlayıcı. Bir yandan da gelen destekleri yardımları tasniflemek, onları ulaştırmak gibi süreçler var. Tüm bunlar içerisinde toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yansımalarını görüyorsunuz. Orada o kadar insan ve iş gücü ihtiyacı olmasına rağmen, “Kadınlar kaldırmasın, kadınlar gelmesin” deniyor. Burada bile bir korumacılık ve ayrımcılık durumu söz konusuydu. Erkekler gelsin, bunları erkekler taşısın, kadınlar yemek yapsın, kampta çay demlesin, mutfak deposunu düzenlesin. Burada da toplumsal cinsiyet rollerinin bir yansımasını görmek mümkün.

Şevval: Arama kurtarma çalışmalarında kadın olduğum için hep “yardımcı” rolündeydim. Fakat oradaki feminist kadınların da etkisiyle; bir eşya taşınacağı zaman “Eli silah tutan erkekler gelsin” denen yerden “Güçlü olanlar gelsin”e doğru bir dönüşüm yarattık. Stres seviyesine bağlı olarak oradaki çoğu kadın aynı anda regl olduk. Benim regl dönemim çok ağrılı geçer, çadırda ağrı kesici iğne yaptırıp işlerime öyle dönebildim. Tuvalet inanılmaz büyük bir problem olduğu için hijyene erişimimiz çok azdı. Bölgeye birlikte gittiğim kadınlara çok şey borçluyum. Bana inanılmaz güç verdiler. Orada adeta küçük feminist arama kurtarma ekibi gibi olduk. Vegan arkadaşlarla da aramızda çok güzel bir dayanışma kurduk. Birimiz vegan bir yemek bulduğunda hemen diğerlerine haber verdi. Çok küçük görünen önemli ayrıntılar bunlar. Bir de bazı garip durumlar içerisinde buldum kendimi. Gece ateş başında diğer vardiyamın zamanının gelmesini beklerken sivil görünümlü birisi geldi ve ellerinde AFAD çadırı olduğunu ama kurmayı bilmediklerini, kuracak insan olduğunu söyledi. Bizim ekipten yardım istiyordu. Ben de tam o gün AFAD çadırı kurmayı öğrenmiştim ve yardım edebileceğimi söyledim. Ekipten biri daha gönüllü oldu ve çadırın kurulacağı alana gittik. Koordinasyon merkezinin tam karşısında tarlanın içine kurmak istiyorlardı. Zemini düzlemek için taşları kaldırmanız gerekiyor dedim ve yardım isteyen adam “çocuklar gelin hadi taşları kaldırın” diye ekibi çağırdı. Dönüp baktığımda hepsinin kamuflaj giyen askerler olduğunu gördüm. İlk düşüncem şuydu: “Ben bir anti-militaristim hem de veganım, burada ne yapıyorum”. İkinci düşüncem ise “Askerler çadır kurmayı bilmiyor mu?” oldu. Söz verdiğim için ve görev bilincim de yüksek olduğu için tek tek yapılması gerekenleri anlattım ve askerlere çadır kurdurttum. İnanılmaz bir deneyimdi benim için, ne hissetmem gerektiğini bilemedim bir süre. Aralarında rahatça Kürtçe konuşuyorlardı ve yardıma çağıran adam dönüp azarladı “Dilinizi anlıyorum” diyerek. Bakışlarından ve tavırlarından benim hakkımda da konuştuklarını anladım. Yani renkli saçlı, piercing’li bir kadın gelmiş şunu şunu yapın diyerek çadır kurdurtuyordu askerlere. Kendimizi böyle garip anlarda bulduğumuz bir sürü şey yaşadık oradaki kadınlarla. Bir diğeri de çaycı olduğum bir gün Çevik Kuvvet ekibinin gelip benden çay istemesiydi. Nereden geldiklerini sordum, “Tekirdağ” cevabını aldım. Bizim eylemlerimizde oradan ekipler geldiğini bildiğimden “Sonra eylemlerde bizi dövmeyin olur mu?” diyebildim. Adam şok oldu muhtemelen, o anda üniformalı birinden böyle bir şey beklemiyordu. Takılı kaldı çaycının başına benim hangi gruptan olduğumu çözmeye çalışıyor. En son ben de “Feministlerin size çay verdiğini unutmazsınız” dedim. “Unutmayız biz” falan dedi kendince ama suratındaki şaşkınlığı unutamıyorum. Daha bir sürü böyle trajikomik olay yaşadık ama bunlar en öne çıkanlarıydı.

Ezgi: Kadın olarak özellikle dağıtım merkezlerinde dağıtımı yapan erkekler olduğu zaman kadınların gelip ihtiyaçlarını söyleyemediklerini gözlemledim. Beni gördükleri zaman hemen yanımıza gelip ihtiyaçlarını söylüyorlar ve konuşmak istiyorlar. Ben burada kadınlarla konuştuğum zaman hem bir yandan onların yaşadığı tüm bu süreci duyduğumda öfkeyi üzüntüyü hissettim hem de bir yandan feministler olarak kurduğumuz dayanışmayı da çok hissettim. Birbirimizle konuştuğumuzda hem benim hem onların karşılıklı olarak güçlendiğimizi hissettim. Bu çok büyük bir ihtiyaç aslında hepimiz için.

Hem İstanbul’dan desteğe giden arama kurtarma ekibinin bir parçası olarak hem de bir kadın olarak devletin koordinasyon eksikleri ve hatalarına dair neler gözlemlediniz?

Kübra: Bizim gittiğimiz yerde AFAD’ın bir kriz koordinasyon merkezi vardı. Bu merkezin nasıl işlediğini doğrudan gözlemleme fırsatı bulamadım. Sadece sürekli ailelerin isyanlarını duydum. AFAD personeli zaten yetersiz sayıdaydı. Devletin görevlendirme ile ilgili bir yükümlülüğü var. Yeterli sayıda insan yok ve diğer insanların desteğini almak konusunda da müthiş bir ego savaşı söz konusuydu. Depremden etkilenmiş kişiler orada ihtiyaçlarına yönelik birtakım sorular soruyorlar ve soruların muhatabı yoktu. Sağlıkla ilgili sorular sorulduğunda AFAD ya da depo görevlileri “Yan tarafa gidin” diyordu. Yan taraf dediği de aslında arama kurtarma gönüllülerinin olduğu bizim kampımız. Oraya gelip sağlıkçı var mı burada, bizim köyde yakınımız var da ona ilaç arıyoruz diyordu insanlar. Aslında Antep’te bir Sahra Hastanesi ve Sahra Eczaneleri var ama bunlarla ilgili asla bilgi verilmiyordu insanlara. Tüm bilgileri yine bizler verdik, kendi araştırmalarımızla. Ya da gelip arama kurtarma çalışmasıyla ilgili, enkaz altındaki yakınlarıyla ilgili sorular sormak istiyorlardı. Bunun da bir muhatabını bulamıyorlardı. Enkaz çalışması yaptığımız yer iki bloklu bir siteydi. Sosyal medyada duyulmuş bir yerdi. Orada AFAD’la yakın temas ile çalışabildik. AFAD çalışanları zaten bir iki kişiydi. Bizim enkazda daha inisiyatifli çalışmamız konusunda bir sorun çıkarmadılar ama daha çok benim gördüğüm kriz merkezi ve depo dağıtımıyla ilgili ciddi sıkıntı olduğuydu. Bir yandan birtakım malzemeler geliyor, tırlar geliyor, gelen koliler içinden insanlar bir şeyler almaya çalışıyorlardı. Bir de zaman zaman araçla enkaza giderken yol kenarına yığılmış koliler görüyorduk. İnsanlar onların içinden su, giysi ya da başka ihtiyaçları almaya çalışıyordu. Bu zaten doğrudan devletin oradaki varlığıyla ilgili durumu gözler önüne seriyor. Doğru düzgün bir koordinasyon yok. İnsan onuruna yakışır bir şekilde ulaştırılmıyor yardımlar. Enkaz çalışmaları içerisinde gönüllüler dışında bir saha enkaz sorumlusu ve bina sorumlusu oluyor. Bizim çalıştığımız saha enkaz sorumlusu Güngören Belediyesi’nden bir personeldi ve orada süreci çok iyi yürüttü. Ama bu biraz kişilerin inisiyatifine bırakılmıştı. O kişi o kadar inisiyatifli olmasaydı bu kadar başarılı bir koordinasyon söz konusu olamazdı. Farklı gönüllü ekipleri gelip kafalarına göre enkaza girebiliyor çünkü. Bu çok güvensiz bir durum, bareti bile olmayan arama kurtarma ekibi gördüm. Herhangi bir güvenlik önlemi yok. Oraya çok büyük bir insan kurtarma motivasyonuyla geliniyor, anlıyorum, ancak bir yandan çok ciddi güvenlik açıkları ve malzeme eksiklikleri vardı. İlk günler ciddi anlamda sadece hiltiyle çalışan, hatta hiltisi dahi olmayan ekipler vardı. Bizim ekibimize de ileri düzey malzemeler anca ilerleyen günlerde gelebildi.

Ezgi: İslahiye’ye gittiğimiz zaman AFAD’ın da olduğu yerdeydi bizim kampımız. Daha sonra o bölgeye asker ve polis de geldi. Aslında orada onların da çalışmalarını birebir görme şansım oldu. AFAD koordinasyon merkezinde mesela çok az kişi vardı. Koordinasyonsuzluk vardı. Çok sayıda ekip ilk kritik saatlerde alana çıkamadı. Birçok ekip sürekli buralara alana çıkma talebini iletmesine rağmen çıkamadı. Bunun yanında ciddi bir malzeme ve ekipman eksikliği vardı. Ve çalışmaları yürütürken özensizlik vardı.İslahiye’nin neredeyse %70-75’i yıkılmıştı, geri kalanı da ağır hasarlıydı. Dolayısıyla ilçe neredeyse yok olmuştu diyebiliriz ama ciddi bir çadır eksikliği vardı. Özellikle ilk birkaç gün çok soğuktu. İnsanların dışarıda kalmasının mümkün olmadığı bir süreçti ama insanlar sokakta kalmak durumunda kaldılar. İnsanlar gelip ‟sokakta kalamıyorum, yardım da ulaşmıyor” diyorlardı. Çünkü isim yazdırıyorlar, sonra tekrar geliyorlar, tekrar geliyorlar. Orada da insanları sakinleştirmek için AFAD görevlisi herkesi toplayıp “merak etmeyin önce çok hasarlı evlere vereceğiz ama hiç merak etmeyin hiçbir mülteciye çadır vermeyeceğiz” diyerek insanları sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Yani bir yandan da mültecilere yönelik var olan ırkçılığı da körüklüyorlardı. Bir tek çadır kent vardı, 250 çadırlık otogardaki çadır kent. Burada da iki belediye, AFAD ve asker vardı, hiçbirisinin birbirinden haberi yoktu. Bu iletişimsizlik oradaki ihtiyaçları belirlemeyi ve çalışma yapmayı engelliyordu. Hiçbir kurumun da buna dair inisiyatif almadığı bir durum vardı. Gelen yardımlar da verimli bir şekilde dağıtılmıyordu. Kişiler oradaki koordinasyona gidip bir şey istedikleri zaman (ki koordinasyon dediğim bir çadır var ve iki öğün yemek çıkarıyor) oradaki kişiler inanılmaz kötü davranıyorlardı. Mesela bir kadın yemek dağıtan kişinin açgözlü bunlar demesi üzerine iki gün boyunca yemek almaya gitmediğini anlattı. Çadırlarda kalan kişilerin birçok ihtiyacı varken ve bu ihtiyacı karşılayacak yardımlar da varken bunlara erişilememesi durumu vardı. Adıyaman’a ise deprem olduktan sonra iki gün boyunca hiç yardım gelmiyor. Arama kurtarma çalışmalarına katkı sunması gereken jandarma şehir giriş çıkışlarını iki gün boyunca kapatıyor. Dışarıdaki illerden yakınları olanlar da bu nedenle buraya gelememişler. Valilik tarafından ‟az sayıda binamız yıkıldı, desteğe ihtiyaç yok” diye bir açıklama yapılıyor. Bu nedenle buradaki insanlarda valiye bir öfke söz konusu. Sadece vali ile de sınırlı değil. Buraya gelen yardımların, iş makinelerinin geri gönderilmesi gibi durumlar söz konusu. Buraya ikinci günün sonunda sadece kek ve meyve suyu yardım olarak geliyor. Şehrin birçok noktası yıkımla karşı karşıya, yoğun yağmurun yağdığı ve çok soğuk olan bir süreç yaşanıyor. İnsanlar su yiyecek ya da ısınmaya dair herhangi bir şey olmadan arabada yardım bekliyorlar. Birçok kişi enkaz başında nöbet bekliyor. Ekipmanları olmadığı için çoğu kişiyi çıkartamıyorlar. İlk günlerde enkazdan sesler duyarlarken dördüncü ya da beşinci günde seslerin kesildiğini deneyimlemişler. Hâlâ birçok köye arama kurtarma hiç ulaşmadı. Burada böyle bir durum söz konusu. Hiçbir devlet kurumu altıncı güne kadar aktif değil. Sadece asker “yağma” olmaması için bekliyor. Dördüncü ve beşinci gün az sayıda arama kurtarma geliyor ve olabildiği kadar çalışma devam ediyor. AFAD altıncı gün geliyor ve ağırlıklı olarak gönüllüler geliyor. Merkezi ve görünür olan yerlerde enkazları kaldırmaya başlıyor. Birçok kişi doğrudan kepçe kullanıldığı için yakınlarının vücut bütünlüğünün bozulduğunu ifade etti. Birçok çalışma gönüllüler tarafından yapılıyor. Gittiğimiz birçok yere hâlâ devlet kurumları gelmemiş. Sağlıkçılar gitmiş ve temel ihtiyaçları onlar karşılamış. Örneğin 11 yıkımın olduğu bir köy günlerce yardım alamamış. Üç günün sonunda kendi tanıdıkları üzerinden ekipman getiriyorlar. Ve enkazdan kaybettikleri yakınlarını çıkarıyorlar. Aile sağlığı merkezinde bekletiyorlar ama hiç kimse gelmediği için kendileri defnediyorlar. Çoğu köyde bu şekilde oluyor. Hayatını kaybedenler kayıt altına alınmış değil bir yandan da. AFAD’ında aslında tüm bunlara hazırlıklı olması gerekiyor. AFAD çalışanlarının deneyimsiz olduklarını, ekipmanlarının yetersiz olduğunu gördük. Bu koordinasyonsuzluk insanların hayatlarına mal oluyor. İnsanlar yıkılacağı belli olan, buna dair hiçbir önlem alınmayan bu yapılarda yaşıyorlardı. İzin verilen yerlerde yaşadıkları için enkaz altında kalıyorlar ve evlerini kaybediyorlar, komşularını sosyal bağlarını kaybediyorlar, deprem sonrasında ise günlerce arama kurtarma ekibi bekliyorlar. İnsanlar bize “biz burada hayatta kaldığımıza sevinemedik, hayatta kaldığımıza utanacak hâle getirdiler” dediler. Çadıra temel gıdaya tuvalete erişememe durumu var. Devlet dışında kurumların yaptıkları çalışmalara devletin izin vermemesi durumu da var.

Şevval: İslahiye Koordinasyon Merkezi’nde bir sürü ekiple birlikteydik. AFAD, çevik kuvvet, askerler, belediye çalışanları, özel polis birimleri gibi. Bu kadar yetkili kurum, aralarında bir koordinasyon sağlayamıyordu.

Alana varmadan önceki beklentileriniz ile alanda karşılaştıklarınız arasındaki farkları tarif edebilir misiniz?

Şevval: Alana varmadan önce gerçekten bir beklentim yoktu. Bu iktidarın ve devletin böyle büyük bir depremin altından kalkamayacağı çok açıktı. Tüm kurumların içini boşaltıp işlevsiz hale getirdiler. Sadece inanılmaz öfkeliyim. Öfkemin bu kadar içimde büyüyebilen bir şey olduğunu bilmiyordum. Orada her türlü ihmal, ayrımcılık ve likayatsizlikle karşılaşacağımın farkındaydım ama saf kötülükle karşılaşacağımı düşünmemiştim. AFAD’a beş bina yıkıldı diyen Adıyaman Valisi’ni tahmin edemezdim. Yağmacı diye dövüp, bu soğukta soyup şehrin dışına atılan sivil arama kurtarmacıları tahmin edemezdim. Afet bölgesi diye gittiğimiz yerin cehennem çıkacağını tahmin edemezdim. Tek düşüncem, devlet olmayacak; bizim elimizden geleni yapmamız gerekiyor oldu giderken. Gerçekten de öyle oldu.

Kübra: Ciddi anlamda destek ihtiyacı olan bir yere gittiğimin bilinciyle yola çıkmıştım. Alanda karşılaştığım manzara da açıkçası bundan farksız değildi. Benim şahsen bu süreç yönetiminde devletten hiçbir beklentim olmadığı için oraya gittiğimde de aşağı yukarı aynı şeyi görmeyi bekliyordum. Yine de bu kadar saat yolda bekletileceğimizi, enkaza gittiğimizde uzun sürecek vinç bekleme vs. gibi işlerde bu kadar zaman kaybettirileceğini düşünmemiştim.

Ezgi:Koordinasyonsuzluk olacağını, aksaklıklar olacağını tahmin ediyordum ama bu kadarını tahmin etmiyordum. Özellikle Adıyaman’a kimsenin gelmemiş olmasını, şehrin bu denli yalnız bırakılmasını beklemiyordum. Ve alanda da en azından oraya giden ekiplerin alana çıkabilmesinin, gözümün önünde olan enkazların altında olduğunu bildiğimiz insanlara ulaşmanın bu denli engelleneceğini düşünmüyordum. Beklentilerimin üzerinde bir koordinasyonsuzluk, kendisinin yapamadığını başkaları yapınca da onu engellemeye, yok etmeye dair bu denli bir şey olması beni şaşırttı. Gözümüzün önünde çok açık olan bir yıkım var. İnsanların erişemedikleri birçok şey var ve bunu gönüllü olarak sağlamayı isteyenlerin de önünde engel olunması, bu beni hem öfkelendiren hem de çaresiz hissettiren bir şey oldu.

Göçmen depremzedelere karşı ırkçı yaklaşımlara tanık oldunuz mu?

Şevval: Koordinasyon merkezinde “Hepinizin içi rahat olsun, Suriyelilere çadır vermiyoruz” diye anons geçildiğini duymuştu bir arkadaşımız. Ayrıca çadır kentte görüştüğümüz göçmenler hem dil bariyeriyle karşılaşıyorlardı hem de bununla ilgili sürekli problem yaşadıkları için savunma halindelerdi. İhtiyaçlarını düzgün aktaramadıkları için karşılayamıyorlardı doğal olarak.Bir çadırda Suriyeli bir aile vardı. Yalnızca çocuk biliyordu Türkçe ve o bize çeviri yaptı. Çadır kentte çevirmen var mı diye sorduğumuzda savunmaya geçip “Annem zaten kursa gidiyordu öğrenecekti Türkçe” dedi. Depremden hayatta kalmış bir de mülteci düşmanlığıyla mücadele ediyordu.

Kübra: Çalıştığımız bölge Suriye sınırında bir ilçe. Karma bir nüfusu var. Suriyeli aileler de var. Alevi aileler de var. Daha muhafazakar kişiler de var. Çok farklı tutum ve davranışlar vardı dolayısıyla. Bizim olduğumuz bölgeye asker, polis, çevik kuvvet ekipleri gelmişti. Enkaz güvenliğini asker sağlıyordu. Bu görevlilerin depremden etkilenmiş insanlara davranışlarında ciddi sıkıntılar olduğunu düşünüyorum. Hele ki bu kişiler kadınlarsa, doğrudan bir ayrımcılık söz konusu. Üstten bir tavır sergilemek gibi.

Ezgi: Genel olarak göçmenlere yönelik bir ırkçılık sözkonusu evet. Askerlerin ve AFAD yetkililerinin de bu ırkçılığı açık açık sergilemesi ve onları hedef göstermesi sözkonusu. OHAL ilan edildikten sonra hedef göstermenin daha da arttığını gözlemleyebiliyorum. Yağma vs. gibi birçok konuda göçmenlerin hedef gösterilmesi, var olan ayrımcılığı daha da artırıyor. Göçmenlerin ciddi bir güvenlik problemi var. Göçmenlerin arama kurtarma esnasında Arapça bir şey söylememek için duvara vurduğunu biliyoruz. Çünkü çıkarılmayacağını düşünüyor. Bu yersiz bir çekince değil bunu net bir şekilde görebiliyoruz. Çadır verilmemesi, aşevlerinde dağıtılan yemekler haricinde yemeğe erişememeleri, yardım kolilerinin özellikle onlara verilmemesi bu ayrımcılığı daha da arttırıyor. Göçmenler çekinceli davranıyorlar, çadırlarından çıkmamaya çalışıyorlar. Mesela enkaz çalışması yaptığımız bir yerin karşısında bir barakada 45 Suriyeli kişi kalıyordu. Onlara çadır özellikle verilmiyordu. Etraftaki herkes onların tuvaletlerini kullanıyordu ve ihtiyaçlarını biliyordu ama bu ihtiyaçlar karşılanmıyordu. Biz kendimize alıyor gibi yaparak onlara çadırları ulaştırdık. Ama yine de ortaya çıkar diye onlar çekiniyorlardı. Bir de göçmenlerle ilgili olarak enkazlardan çıkarılanların çoğunluğu kayıp olarak yazılıyor, ölü olarak yazılmıyor. Çok sayıda göçmen ve mülteci kayıtsız olarak kaldı.

Güvenlik ve yağma tartışmaları hakkında gözlem ve düşünceleriniz neler oldu?

Şevval: Bizim kamp alanında çok fazla hırsızlık oldu. Ama bunlar depremzede değillerdi, çünkü kamp alanına giriş kısıtlı. En başta sadece bizim ekip girebilirken daha sonra çevik kuvvet ve askerler de girmeye başladı rahatça. Yani çalınan eşyalarım depremzedeler tarafından değil yetkililer veya gönüllüler tarafından oldu muhtemelen. Gidişte bazı marketlerin içlerinin boş olduğunu ve her şeyin çalınmış olduğunu gördüm. İnsanlar cehennemi yaşamışlar parfüm, kıyafet, yemek çaldıkları için mi öldüresiye dövülüyorlar gerçekten? İnanılmaz bir akıl tutulması olduğunu düşünüyorum. Yardım zamanında gitmiş olsaydı bunların önüne kolayca geçilebilirdi.

Kübra: Güvenlik ciddi bir problem. Kapkaranlık bir ilçedesiniz. Ben bir kadın olarak, yalnız yaşayan kadınlar ve yalnız çocuklu kadınlar için tedirgin bir ortam olduğunu düşündüm. Bu depremden etkilenen insanların bir diğerine zarar vermesi gibi değil, ciddi anlamda her şeye açık bir tehlike durumu var orda. Gündelik hayatımızı sürekli bir savunma stratejileri geliştirerek yaşadığımız için kadınlar olarak, böyle bir tehlike ortamını gördüğümüzde kendimizi korumaya çalışıyoruz. Bu yağma tartışmalarıyla ilgili de benim böyle bir gözlemim olmadığını söylemek isterim. Zaten insanlar yakınlarını, sevdiklerini enkaz başında bekliyordu. Biz enkazdan ziynet eşyaları da çıkarttık, insanların bunu görecek gücü yoktu. Bunların aslında bölgeyi bilmeyen, bölgede bulunmayan insanları kışkırtmak ya da devlete yönelen öfkeyi başka yerlere bilinçli olarak yönlendirme amaçlı olduğunu düşünüyorum. Elbette bu durumdan fayda sağlayan olmuştur ama benim böyle bir gözlemim olmadı.

Ezgi: Bu yağma konusunda çok fazla hedef gösterme oldu göçmenler özelinde. Hikayeler uydurulup “yağma yapıldı o yüzden yardım size ulaştırılamadı” gibi asılsız bilgi yayılıyor. Burada zaten birçok şehire uzun bir süre hiçbir yardım gelmedi. İnsanların temel ihtiyaçlarını, bulabildiklerini en yakın yerden almaları hiç anormal değil. Ben bunu çok normal buluyorum. Dedikleri şekilde bir yağma hiç gözlemlemedim. İnsanların geleceğe dair belirsizlik içinde olmaları, bir şeyleri garantiye alma isteği çok doğal. Hatta bunun böyle olmaması anormal olabilir. Hiçbir yardımın gelmediği bir ortamda bir arabada helva var diye insanların onu bölüştükleri bir ortam vardı. Bu durumda insanların bir yerden ihtiyaçlarını karşılaması gayet normal. Gelen yardımları durdurup şehir dışındaki depolarda stoklayan aslında yine devlet. Bunu da hatırlamak gerekiyor.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.