Metroda unutulan çanta vesilesiyle iki kadın arasında kurulan tekinsiz bir bağ ve Greta ile ilgili tehlikeli gerçekler; Isabelle Huppert’i bir kez daha hayranlıkla izliyoruz.

Daha önce Piyanist, O Kadın (Elle) gibi filmlerindeki oyunculuğuyla hayranlık uyandıran Isabelle Huppert, yeni filmi Greta ile “ruh hastası” kadın karakterlerine bir yenisini ekliyor.

Yönetmenliğini Neil Jordan’ın yaptığı film, kadınlar arasındaki her türlü anlamlı bağı koparmaya ant içmiş patriyarkal kapitalist dünyanın gökdelenler şehri New York’ta geçiyor. Yalnızlıktan muzdarip kadınlar hayatlarının anlamını mumla ararcasına çantayla arıyorlar. Arayışlarında polisten çok içgüdülerine ve kadın dayanışmasına güvenmeyi düşe kalka öğreniyorlar.

Yeraltında, metroda unutulan bir çanta iki kadın arasında tekinsiz bir bağ kurulmasına vesile oluyor. Başlangıçta aralarında sevgi dolu, anlayışlı, rahatlatıcı, neşeli duyguların aktığına tanık oluyoruz. En sevdiği yakınlarının kaybını yaşayan iki kadının birbirlerine sığınması, hayatlarında açılan boşluğu doldurması gibi her şey. Sonra metroda çanta unutma olayının perde arkasına geçiyoruz. Bir değil, birçok çanta söz konusu ve Greta (Isabelle Huppert) onları metroya bilerek bırakıyor. Çantayı bulup kendisine geri getiren genç kadınları ağına düşüren bir örümcek kadın adeta Greta. Ya da masallardaki karanlık ormanda Hansel ve Gretel için tuzaklarla dolu evine doğru ekmek kırıntılarını kendisi bırakan cadı, zehirli kırmızı elmayı sunan kötü kalpli kraliçe ya da muhteşem Malefiz.

İki kadının arasında kurulmaya başlayan bir tür “anne-kız” bağı, genç Frances’in kendisi gibi başka kadınların/ kız kardeşlerin varlığını öğrenmesiyle yara alır. Kendi ilişkilerinde sakız gibi yapışkan olduğunu itiraf eden Frances, kendisinden daha yapışkan çıkan Greta ile başa çıkmaya çalışır. Greta ile ilgili tehlikeli gerçekleri öğrendikçe “kapalı kutu” metaforu zihnini kuşatmaya başlar.

Birbirlerine, kendilerini bir süre için “çok özel” hissettiren bu iki kadın için kurtuluş hangi kapalı kutuda saklıdır? Başka çantaların, başka kadınların, kız kardeşlerin varlığı, Frances için kıskançlık nedeni ve tehdit kaynağı olmaktan çıkabilir mi? Hatta giderek tek nefes alma umudu haline nasıl gelir? Kader ağlarını örerken, bir ve aynı “kapalı kutu” sayesinde biri dışarı çıkıp özgürleşirken diğeri içeride kapsanıp korunabilir mi?

Filmde kadınların çantalar, köpekler, müzik, kahve, şarap vs. vesilesiyle bağ kurma ve ağ örme yetenekleri karşısında şapka çıkarmamız beklenir. Kadın dayanışmasının her şeye rağmen yaşattığı dersi verilir. Erkekleri ise kadınların ürkütücü yalnızlığının müsebbibi olarak değil “yeterince iyi baba” figürleri olarak görmeye davet ediliriz. Film boyunca izleyiciye ısrarla ana rahminde kilitli kalma duygusunu yaşatmaya çalışan yönetmen de sonunda bunu başarır. Her şeye rağmen Isabelle Huppert’i Greta rolünde hayranlıkla izlemekten sıkılmayız, belki de bu karakterleri hâlâ büyük bir keyifle canlandırdığı için.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.