Figen Şakacı’nın yeni öykü kitabı Kesekli Tarla’nın arka kapağında şöyle bir alıntı var: “Tarla mı kesekli yoksa biz mi yürümeyi bilemedik?” Vaziyetin özeti cümle.

Kesekli Tarla’daki öyküler gün yüzü görmemiş öyküler. Sadece içerdiği huzursuzluktan veya şiddetle örülü hayatlardan ötürü değil, mutluluk peşinde aslında ama hali olmayan, takati kalmamış insanlar, durumlar, öyküler. Neyi tutsa elinde kalan, tutmaya olan son gayretiyle adım atan, sonra yerine oturan insanlar.

Figen Şakacı, bir “küçük hayatlarımızda Türkiye 2020” hali çiziyor. Ülkenin yokuş aşağı olan halinin çeşit çeşit gündelik hayatlardaki karşılıklarını anlatıyor. Fark etmediysek şimdiye dek gündeliğimiz ne halde eğer, öykülerin ortaklaşan ağzı bozuk diliyle, rahatsız edercesine fark ettiriyor. Baktığımızda gördüğümüzü bazen görmezden geldiğimizi anlatıyor. Tabii belki on yıl sonra da okuyanda benzer hisler uyanabilir, bilmek şimdilik zor.

Kesekli Tarla’da mizahlı ağzı bozukluk var ortaklaşan, gündelik acılarda bazen görülebilen trajikomiklikler gibi. Absürt bir kurgunun etrafındaki bunalım, şiddet ve aslında kasvet. Elbet kasvet de yer yer komik olabilir, kıvrak anlatılabilir, içten içe hoşa gidebilir. Yine de üst üste okurken tadı kaçıyor insanın, bir of geliyor; Figen oradan, hoşuna mı gitmedi, malzeme bu, der gibi.

Öykülerin hemen hepsine erkek şiddeti, aile çıkmazları ve yorgunlukları, gelecek sıkıntıları ve beceriksizlikler sinmiş. Bakılması gereken ebeveynler, önünü göremeyen genç insanlar, bıkmış erkekler, idare eden kadınlar. Konuşmayan, susarak cezalandıran, beceriksizlikten (sahiden) ölen erkekler bu kitaptakiler. Şiddetin böylesi. Erkek şiddetini “erkeğin kadını dövmesi”nin ötesine götürüyor Figen Şakacı ve anlatıyor ki nereye baksak hâl içler acısı.

“Hazar hayatının bütün anlamını, boy boy karşısına dizdiği, sadece ilişkilerini değil kendisini de kurtaracak ‘tencere seti alan adam olma’ haline yüklemiş, normalleşme çabasıyla girdiği bu ağır yükün altında bir enkaz gibi kalakalmıştı.”

Kadınların durumları da içler acısına dahil elbette ama öykülerden erkekliğin bitmez baskısı ve kadınların olan bitenin “adını” koyması ve bir şekilde yolunu bulması fışkırıyor. “Babam benden utanıyordu da ben kendimden hiç. Demek ki iki kere suçluydum ama zırnık suçluluk hissetmiyordum.”

Ya da cevabı yapıştırışı:

“Kadın kimbilir ne yaptı da iki erkeği birbirine düşürdü ünlemini saplıyorlardı aynı yaraya, siz benim ifademi almayın memur bey, önce yüzünüzdeki o ifadeyi silin, öyle gelin yanıma”.

Başkalarının hayatlarını yaşayanlar da sık karşımıza çıkıyor öykülerde, kendi gailesi yokmuşçasına ya da olamadan, başkalarının hayatlarını sevmeden ama söverek ve kendi yokluğunu ona yamayarak yaşamak. Başkalarının hayatı yaşatması ya da söz konusu olan; babanın, annenin, komşunun, sevgilinin yüküyle hayatlar yaşamak ve oradan devşirilen öz hayat hikayeleri.

Kesekli Tarla, malzeme bu. Pek parlak değil.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.