Merhaba Femihat,

Konuşmanın, özellikle kadınlarla konuşmanın neredeyse her derde deva olduğunu, A’dan Z’ye tüm vitaminlere sahip olduğuna inanan biriyim (ya da biriydim mi demeliyim, kararsızım). Aynı zamanda yazmanın, “özel” denilerek aslında çoğunlukla senden bağımsız gelişen düğümlerin sadece senin çözmeni isteyen (çözemediğinde de beceriksiz ilan eden) erkekliğe karşı önemli bir mevzi olduğuna da inanıyorum (aynı kararsızlığım burada da geçerli). Ama son 9-10 aydır yaşadıklarımın bende yarattığı yıkıntılar, bu inançlarıma ciddi darbe vurdu. Psikiyatristlerin dediklerinden bağımsız, ciddi bir çöküntü yaşadım ve uzunca bir süre intihar kıyılarında “acaba şöyle mi ölsem daha az zarar veririm sevdiklerime” ya da “ne kadar uzağa kaçsam beni kısa sürede unuturlar ve intiharı kolaylaştırırım” düşünceleri dolaştım. Aylarca hemen her geceyi sabahlayabilecek miyim korkusuyla geçirdim, çünkü zaman zaman kendime hakim olma sınırlarımı aşıyordum.

O sıralar en yakınımda kadın dostlarım vardı, beraber çalışıyor, beraber sosyalleşiyor, çoğunlukla 24 saatimizi birlikte geçiriyorduk, krizlerimi görüyor ama giderek hem işte hem sosyal yaşantıda kınayıcı ve güvensiz olmak dışında destek göremiyordum. Dile getirmeye çabaladığımda da destek yerine azarlama ile karşılaşınca kaçtım. Dostlarımdan, işimden, ailemden… Kimseyle irtibat kurmayacak, insanların beni unutmasını sağlayacaktım. Ama yapamadım. Geri döndüm ve gerçekten ufacık da olsa desteğe ihtiyacım olduğunu anlatmaya çalıştım, kendimi ifade edebilmek için gözyaşları içinde kendimi deştim, notlar yazdım. Ama nafile! “Kendimle yüzleşmekten kaçındığımı”, “herkesin işini gücünü bırakıp benimle ilgilenmemi istediğini”, “kendim çökmüşken onları da çökertmek istediğimi” vs. sözlerle karşılaşıyordum.

Ha o sırada bir de sevgilim vardı, çok zorlu şartlarda her şeye rağmen sürdürmeye çabaladığım bir ilişki… Çabaladığım diyorum, çünkü çabalamadığım an arkasına bile dönüp bakmadan gidebileceğini hissettiğim biriydi, bu yüzden onu kaybetmemek için normal bir ilişkide harcadığımdan fazla emek harcamam gerekiyormuş gibi hissediyordum. Tam olarak hissettiğim gibiymiş de… Tam çöktüğüm, intiharın eşiğinde dolandığım, kadın dostlarımın yüzüme bile bakmadığı, tek başıma kaldığım bir dönemde doğru düzgün açıklama bile yapmadan terk etti. Bu ilişkiyi artık kaldıramıyordu! Asla kanıtlayamam ama bana destek olup zora geleceğine, yeni bir ilişkide başka bir kadının rahatlatıcı heyecanına kendini bırakmayı tercih ettiğine inanıyorum.

Velhasıl mesele bu değil, kadınlarla olanı ayrı, sevgilimle olanı ayrı ayrı kaleme alma ihtiyacını o kadar çok duydum ki, beni sağaltacak tek şeyin bu olduğuna inancım vardı. Ama her yazmaya başladığımda (şimdi olduğu gibi) sürekli bir mağdur durumuna düşmekten, kendimi çok güçlü bir şekilde böyle hissetmekten, bu yalnızlaşmayı hak etmediğimi düşünmekten, ağlama krizine girmekten… kurtulamadığım için yazmayı bıraktım.

Çok uzattım ve derdimin özünden biraz uzaklaştım sanırım. Açıkçası yaşadığım çöküntü, travmalarımın tekrarının ağırlığıyla sarsılırken dostlarımın genel argümanı olan “kendim çökmüşken onları da çökertmek istediğimi” düşünmeleri üzerine çok düşündüm. Çünkü uzun yıllardır aynı zamanda birlikte toplumsal cinsiyet üzerine okumalar, en gizli-saklılarımızın politikasını birlikte yapıyorduk. Elbette her kadının, başka bir kadının yıkıntısı karşısında kendi sınırlarını koruması; onunla yıkılmaması ve eğer gerçekten karşısındaki kadın onu da yıkmak istiyorsa buna izin vermemesi gerekiyor. Ama dayanışma, destek nerede başlıyor, “sınır” nerede bitiyor Femihat? Kendimi yine mağdur gibi hissediyorum ama dayanışma göstermeden, geçtim dayanışmayı karşıdakinin dinlemeden; sınırlarını belirleyip-göstermek kitabımızın neresinde yazıyor? “Kendisini odaya kapatan evin kızı” rolüne büründüğüm şeklinde yargılamalarla, güçsüz düştüğünü, nefesinin tükendiğini ilan edene karşı güçlü kadın rollerine bürünmek nereye sığıyor? Oysa “kapıyı üzerine kilitleyen evin kızını” odada kendini asmaya iten ne varsa politik değil mi?

Kendimi “dilenci” gibi hissediyorum. Hani çok yoksul olur ama kesinlikle dışarıdan bir yardımı kabul etmez olanlar çok onurlu ve gururlu görünür de; çok yoksul olduğunu dile getirip yardım isteyenlerden (dilencilerden) çekinilir, bir hastalığı varmış da bulaşır gibi kaçılır ya… Tam olarak öyle!

Rumuz: Cemo Hanım

Merhaba Cemo Hanım,

Öncelikle kadınlarla yaşadığın ve seni hayal kırıklığına uğratan süreçten sonra dertleşmek için çaldığın kapının yine kadınlar olması, yaşadıklarına rağmen feminizme ve kadın dayanışmasına olan güvenini kaybetmemiş olman ve bana yazman beni inan çok mutlu etti.

Hayat hiç de kolay değil, hepimiz biliyoruz. Patriarkanın sert sularında çektiğimiz kürekler yolu tutturmamıza yetmiyor bazen, sert bir dalga bizi bir anda kıyıya atabiliyor. Hayalimiz yavaşça ayağa kalkmak, şööle havalı bir hareketle kumları silkeleyip gözümüzü ufka dikmek ve tekrar sert sulara kayığımızı sürmek tabii ki. Ama feminizmde ne zaman hayallerle gerçek hayat birbirini tuttu ki? Gerçek hayatta çoğumuz kıyıda bir süre söylene söylene ağlamak, yaralarımızı tuzlu suyla iyileştirmek, biraz kucaklanmak ve sularla boğuşmadan azıcık dinlenmek istiyoruz, hatta bazen hiç o sulara bir daha açılmamak. E bu da çok normal değil mi? Hiçbirimiz hayatımız boyunca süper kahramanlar gibi güçlü olmak zorunda değiliz, bazen de Calimero gibi kırılgan da olabiliriz, istemesek de kendimizi mağdur hissedebiliriz. Mücadele eden kadın olmanın binlerce biçimi ve milyonlarca değişik ruh hali var elbet. Nasıl ki patriarkanın bizim için biçtiği kıyafetleri giymeyi kabul etmedik, niçin birbirimize kıyafet biçiyoruz? Ayrıca neyi olduğu gibi bulduk ki bu hayatta? Her şeyi ilmek ilmek dokumadık mı? Dayanıklılık ve güçlü olmak niye içsel bir şey olsun ki? Beraber inşa edilecek bir şey olamaz mı? Eğer mücadele eden kadın dediğin güçlü olur ise, kendimizi kırgın/kırılgan hissettiğimizde bir süreliğine mücadelemize ara mı vermemiz gerekir? Ne münasebet! Hem de tam gerekli olan anda!

Hayatta hepimizin sıklıkla başına gelen bir şey: Fikirlerimiz ve hayallerimizle bir türlü örtüşemeyen gerçek hayatımız. Hayatla, sistemle mücadele eden bir kadın olmak bazen bitmek bilmeyen hayal kırıklıkları denizinde yüzmeya çabalamak gibi olabilir, her an kapıların arkasından, halıların altından çıkıverebilir erkeklik çünkü. Ama olsun deriz çoğu zaman, tek başıma değilim ya, etrafım kızkardeşlerimle örülü, kim korkar hain patriarkadan! Ama ya kızkardeşlerin seni bırakıp baloya gidiverirse?? Üstelik bir de seni ağladığın için götürmüyoruz derlerse? Ama bu haksızlık değil mi!!

Elbet haksızlık sevgili Cemo Hanım. Dertler anlatılmak, tasalar paylaşılmak için vardır, nasıl ki kahkahalar birlikte atılmak için varsa. Karşılık bekleyerek, kendini koruyarak, sınırlar çizerek yapılana dayanışma demek ne kadar doğru, kurduğumuz dayanışma hayali bedenleri, ülkeleri, sınırları aşan bir dayanışma değil mi? Niye düşlediğimiz dayanışmayı gerçek hayatta uygulamaya çalışmayalım ki? Ama bunu bir kenara koyarak şunu da söylemem lazım, dayanışmanın olabilmesi için karşılıklı olması gerek. Yani dayanışma beklediğimiz kişilerin de dokulardan ve duygulardan oluşan insanlar olduğunu, onların da kırılgan hissedebileceklerini, orada olmayı isteseler bile bazen bizim yüklediğimiz duygusal yüklerin onları da yorabileceğini, fazla içselleştirerek hırpalanabileceklerini ve bazı noktalarda dayanışmaya mecallerinin kalmayabileceğini de görmek ve anlamak lazım diye düşünüyorum. Böyle anlaşılmadığımızı hissettiğimiz, birbirimize iyi gelmediğimiz zamanlarda karşılıklı birbirimizi daha da zorlamak yerine hayata dair basit çözümleri (kötümser fikirlerden, depresifleştirici kişilerden uzak durmak, bol temiz havalı uzun yürüyüşler, yaşama dair minik üretimler yapmak gibi) kendimizin üretmesi, o da işe yaramaz ise üçüncü kişilerden, profesyonel gözlerden destek alınması gibi seçeneklerimizin de olduğunu bir kenara not etmeli. Nasıl hayat bizi yorduğu zaman ayaklarımızı denize sokup bir nefes almak istiyoruz, aynı hayatın dayanışmak istediğimiz kadınları da yorduğunu, nasıl hiyerarşiyi hayatımızdan çıkarmak istiyorsak, yorgunluklar hayal kırıklıkları ve çöküntüler arasında da bir öncelik ilişkisi kurmamamız gerektiğini hatırlamamız lazım belki de. Hepimiz yorgun, hepimiz kırgın olduğumuzda da birbirimizi dayanışmamakla veya güçlü olamamakla suçlamanın kırgınlıkları çözmek yerine bin kat arttırdığını hatırlamak. Ve o zaman kırgınlıklarımız, öfkemiz ve mağduriyetlerimiz içinde boğulmamak için o kumsala elele oturmak, bir anlığına denizin dalgalarını bir kenara koymak ve beraber güneş batımının kırmızısını, morunu, kuşların uçuşunu izlemek gerekir belki de.

Dayanışma bir an değil, hep beraber çıkılan bir yolculuk bence ve birbirimizin kırılganlıklarına, sınırlarına, eleştirilerine değil gözlerine bakmakla başlamalı. Ne kadar çabalarsak ve ne kadar çoğalırsak o kadar güzel olacak bir yolculuk…

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.