90-60-90 olmayı hiç hayal etmedim. Ama aşırı şişmanım. Boyum 1.65 ve 90 kg’ım. Üstüme hiç bir şeyin yakışmadığını düşünüyorum. Aynada kendime bakamıyorum. Uzun zamandır sevgilim olmadı. Daha 30 yaşındayım ve vücuduma aynada bile bakamıyorum. Zayıflayacağım konusunda ümidim kayboldu. Sizce vücudumla nasıl barışabilirim? Femihat, derdime derman olsan ne severim seni… sevgiyle kucaklıyorum.

Rumuz:  şişmanım ve vücudumu sevmiyorum.”  

Merhaba   ‘şişmanım ve vücudumu sevmiyorum’,

Mektubun için çok teşekkür ederim.  Beni dert ortağın olarak görmen çok mutlu etti. Umarım bu güvenini boşa çıkarmam ve aradığın cevabı bulmana yardımcı olabilirim.  

’90-60-90′ ölçülerinde bir bedene sahip olmanın ideal olan olduğunu söyleyenle kadınları çiçeğe benzetenin aynı erkek kişisi olduğundan şüpheleniyorum. Ve de kendisinin bir Adonis olmadığından neredeyse eminim.

adonis-1Bereket Tanrıçası Kybele’nin o tombul memelerinden ve iri poposundan ne zaman vazgeçildi de kuru popolu “sıfır beden” kadınlara güzel demeye başladık bilemiyorum ama bu imajın promosyonunu yapanın medya, reklamlar, güzellik yarışmaları, podyumlar, moda vs. olduğundan şüphemiz yok değil mi? Bu mecraların yarattığı ve idealize ettiği bu imajlara karşılık, kuru kuruya “Bedeninizi sevin” demek de yeterli olmuyor. Yalanım yoktur, sıklıkla benim de kafamı meşgul eden bu konuya sağlam bir reçete bulabilmiş değilim. Ve hala kendime soruyorum, neden o salatayı yerken şu kadın gibi kahkahalar atamıyorum?*

salata

Ancak belki şu sorulara birlikte kafa patlatmak biraz zihnimizi açar; kendimize kimin gözüyle bakıyoruz?  Veya neden hiç bakamıyoruz?  Neden herkes şişman olmanın sağlıksızlığa eşit olduğunu düşünüyor? Herkes doktor oldu da zihin gücüyle check-up mı yapabilmeye başladı? Ve bedenlerimizi olduğu haliyle nasıl sevebiliriz?

Bu soruların hepsine şablon bir cevabım yok  ama ben bedenimi, onu kullanmaya başladığımda gerçekten sevmeye ve takdir etmeye başladım. Ortaokul müdürümün “Kızım koşma!” diye bağırıp durması kulağımda ara ara çınlar. Çok yakın bir tarihe kadar koşamadığımı ve/ya koşamayacağımı sanırdım, ta ki koşmayı deneyene kadar.  

Demek istediğim, bedenimizle ne yapabileceğimiz ve ne yapamayacağımız bize çoğunlukla başkaları tarafından söyleniyor. Bu kimi zaman, o uyuz okul müdüründen işittiğimiz azar olarak kulağımıza yapışıyor, kimi zaman da izlediğimiz dizilerdeki stereotipler üzerinden dikte ediliyor.

Neredeyse sıfır yaşımızdan itibaren  tanımladığımız ilk duygulardan biri olan “utanma” duygusu, bize bedenimiz üzerinden öğretilmedi mi?  Yeri gelmişken “Kızım oranı kapat”, “Hanım hanım otur”, “Kızlar öyle yapmaz” gibi lafları çocukluğumuzun ana teması yapan ana-babalarımıza buradan selam gönderelim.

Eh, yarım dünya göbeği olan adamların dünya umurunda değilken bizim kendi bedenimizin içinde bir türlü rahat edemiyor oluşumuz da pek şaşırtıcı değil bu durumda…

“Femihat, tam bir klişeye döndün” diyeceksin belki ama gerçekten, bedenlerimiz bizim sandığımızdan çok daha güçlü ve dayanıklı. Geçenlerde internet âlemlerinde gezinirken oldukça ilham verici olduğunu düşündüğüm şu videoya rastladım:

Jessamyn Stanley, büyük beden bir yoga eğitmeni. Bu videoda kendi deneyimini şöyle anlatıyor;

“12 yaşımdayken ve kendimi çok kötü hissederken, benim gibi gözüken ve üzerimde olumlu bir etki bırakacak bir kadınla karşılaşmış olmayı dilerdim. Eğer bu duyguyu şu an başka birine verebileceksem, kesinlikle bunu yapmak isterim.

Bedenimin en sevdiğim yerleri, çok uzun zaman en çok nefret ettiklerimle aynı. Mesela göbeğim… Vücudumun bu kısmıyla o kadar çatışmalı bir ilişkim vardı ki, yoga yapmaya başladığımda bu hissim geçmedi, tam tersine derinleşti. Ben de yoga pratiğimi fotoğraflamaya başladım. Çektiğim fotoğraflara baktıkça, göbeğimi de orada, o haliyle gördükçe düşündüğüm şu oldu:

“İnanılmaz güçlüyüm ve burada, bütün bunları yapabiliyorken vücudumun beni tanımlayan bu çok önemli parçasını hala neden gölgede bırakıyorum?”

Yogaya yeni başladığım sıralarda, pratiğimi iç çamaşırlarımla yapıyor olsam da fotoğraf çekimi için gidip taytımı giyerdim. Daha sonra fark ettim ki, kilolu insanlar vücutlarını bu şekilde göstermekten hoşlanmıyorlar ve bu yüzden de bu görüntüden rahatsız olan çok insan var.

Bunu gördüklerinde de rencide olup “Vücudun şöyle vücudun böyle bla bla…” diyorlar ve öte yandan, sen,  tam da öyle olması gerektiğine inandırılmış olduğun için bütün bunlardan rencide oluyorsun. Tamam, bu olabilir ama ben bunu yapmaya ve vücudum göstermeye devam edeceğim, ta ki sizler o şekilde düşünmeyi bırakana dek. Yıllarca bedenimi, şişman olduğum için, yeterince uzun, yeterince güzel olamadığım için ve bende bir şeylerin her zaman yanlış olacağını düşündüğüm için hafife aldım. Ancak yaşım ilerledikçe ve yoga yapmaya devam ettikçe farkına vardım ki, her hareketimizde incelikli bir güzellik var.

Dersime gelip beni görünce, şüpheyle “yoga eğitmeni sen misin?” sorusunu soran ve “evet eğitmen benim” diye cevaplayınca da şişman bir hocaya denk geldikleri için ödedikleri 15 doların boşa gittiği düşüncesi hemen yüzlerinden okunan kişiler, çoğunlukla dersin sonunda gelip bana teşekkür edenlerle aynı oluyor. “İnanılmazdın, böyle olacağını hiç bilmiyordum” dediklerinde, “Her şeyi bilemezsin” diyorum.

Vücudumda bakmayı en çok sevdiğim yerim sanırım kollarım ve omuzlarım. Ailemdeki tüm kadınlar, kollarını fazlalıklar yüzünden hep kapatmak zorunda olduklarını düşünürdü. Bu nedenle, kollarımın görüntüsüyle tamamen barışık olabilmek, inanılmaz bir şey benim için.

Beyaz olmayan bir kadın olarak, yapabileceklerinin birtakım net kısıtlamaları olduğunu düşünerek büyüyorsun. Ben de bu dünyanın kimin dünyası olduğunu kendime sorduğumda, benim, diyebiliyorum. Bu kendi hayatımın kontrolünde olduğumun harika bir hatırlatıcısı. Direksiyonda ben varım ve olan bitenin kontrolü benim elimde. Edilgen değilim, aktif bir katılımcıyım.”

Uzun lafın kısası, vücudumuzu sevebilmek için 90-60-90 olmak veya 0 beden kıyafetler giyebilmek gerekmediğini düşünüyorum. Bedenimizle olan bağımızın,  ceberrut imaj polislerinin dediklerine kulak asmayarak, arzu ettiklerimizi yapmaya başaldığımız takdirde güçleneceğini düşünüyorum.

*“Women laughing alone with  salad”, yaklaşık Türkçe tercümesi “tek başına kahkaha atan salatalı kadınlar” olan stok fotoğraf serisi ilk olarak Edith Zimmerman tarafından Hairpin isimli blogda başlatıldı ve ardından hızla bir trend haline geldi. Serinin orjinali için.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.