Bugün emek gücünün yeniden üretiminin, toplumsal ilişkilerin, bağların ve yakınlıkların kurulacağı mekan ve zamanların parçalandığını, istikrarsızlaştığını ve yok olduğunu görüyoruz.

Louise Bourgeois, Women House, 1994

Konut dört duvardan, bir çatının altında bulunmak ya da kapıyı örtmekten çok daha fazlası. Eşiğin içi ve dışında, eğitimden sağlığa, mahalleden komşuluğa, yaşamın yeniden üretiminden toplumsal ilişkilere, aidiyetten güvenlik hissine dallanıp budaklanarak gündelik hayatın, temel hakların ortasında yer alıyor.

Dahası bugün dilimizden eksik etmediğimiz “kriz” kavramı ile açıklayacak olursak, ekonomik krizin, iklim krizinin, bakım krizinin, enerji, su ve gıda krizlerinin kesişim noktasında duran ödenebilir koşullarda yaşamaya elverişli konut hakkına erişimin kendisi bir kriz haline gelmiş durumda.

Konut hakkı yedi bileşene sahip ki bu da haklara erişim için kilit olmasını da krizlerin kesişiminde olmasını da açıklıyor: Kiralık, kooperatif, ev sahipliği veya mülkün işgali fark etmeksizin kullanım hakkının yasal güvenliği; kişi ve ailesinin temel ihtiyaçlarını engellemeyecek şekilde maddi olarak karşılanabilirlik; güvenli içme suyundan yemek depolamaya hizmet, malzeme, tesis ve altyapının kullanılabilir durumda olması; sağlığı ve güvenliği tehdit etmeyecek ve yeterli alana sahip olması yani oturmaya elverişlilik; herkes için erişilebilir, kültürel kimlik ve çeşitliliği ifade eden; sağlık, eğitim hizmetleri, çocuk bakım merkezleri, iş olanakları ve diğer sosyal hizmetlere erişime olanak sağlayan; kirlilikten uzak mevki…

Dolayısıyla bugün, kira fiyatlarının yüksekliği, yerinden edilmeler, gelirin büyük kısmını barınma için harcama, eğitim, sağlık, iş gibi kritik ihtiyaçlara ulaşım eksikliği, evsizlik konut hakkına erişememenin, barınma güvencesizliğinin tüm veçhelerini yansıtıyor. 70’lerin sonlarından itibaren uygulanmaya başlayan neoliberal politikaların, tüm kamusal hakları olduğu gibi, soylulaştırma, özelleştirmeler, mega projeler, kentsel dönüşüm projeleri ile konut hakkını da yok etmesi, konutu finansallaştırması bugünkü durumun kaynağı.

Eşikte kalmak gibi bir başlığın altında bu krizin kadınların yaşamlarına etkisini tartışırken, “eşiği” bir sıkışmaya değil, aksine mücadele imkanlarına işaret edecek bir kelime haline getirmek için finansallaşan, yatırım aracı olan ve kent yoksulları için gitgide erişilmez hale gelen konutu, aynı zamanda bir emek alanı, üretim alanı olması özelliği üzerinden değerlendirebiliriz. Bu durum mücadele olanaklarına işaret etmenin yanı sıra barınma krizinin sınıfsal ve cinsiyetli boyutunu ele almakta önemli bir zemin sunuyor. Konutun bir emek alanı, üretim mekanı olması ne anlama geliyor? Nedir üretilen konutta? Yaşamın sürekliliğini sağlayan pek çok faaliyetin, çoğunlukla ücretsiz olarak, gerçekleştiği bir alan olarak ele alabilir miyiz? Yani yaşamın hem kuşaklar boyu hem de gündelik olarak sürekliliğini sağlayan faaliyetler, davranışlar, sorumluluklar ve ilişkilere işaret eden toplumsal yeniden üretimin mekanı… Hem kapitalist ekonominin hem de yaşamın ve toplumun yeniden üretimini sağlayan ücretli ve ücretsiz emek, yani ev işi ve bakım emeği ile kurumlar ve sektörlerin içerisine dahil olduğu eğitim, sağlık, bakım gibi faaliyetlerinin bütünü toplumsal yeniden üretim içerisinde değerlendirilebilir. O yüzden tam da eşiğin içi, konut, bir üretim alanı iken eşiğin dışına uzanırken de sağlık, eğitim vb. yeniden üretim faaliyetleri ile kesişiyor. Dolayısıyla barınma krizi daha geniş bir toplumsal yeniden üretim krizinin parçası olarak ele alınabilir. Neoliberalizm toplumsal yeniden üretimin tüm alanlarını ve faaliyetlerini alınıp satılabilir hale getirirken, bu faaliyetlerin sürdürülmeleri de patriyarkal sistemin bir sonucu olarak kadınların sırtına yüklenmiş durumda. Bu çerçeveye Türkiye’yi yerleştirmek için ise AKP iktidarının kendi hegemonyasının harcını kentin dönüşümüyle kardığını, bu süreçlerin siyasal İslamcı iktidarın toplumsal yaşamı yeniden düzenleme pratiklerine katkıda bulunduğunu ve dolayısıyla ataerkil ilişkileri derinleştirdiğini de not edebiliriz.

Barınma krizi, toplumsal yeniden üretim etkinliklerinin önemli bir kısmının sürdürüldüğü konuta erişimi istikrarsızlaştırdığında bakım için gereken mekan ve zamanı daraltır, yetersiz hale getirir ya da yok eder. Bu durum bu emeği üretenlerin üzerinde ikincil bir fiziksel ve ruhsal yük yaratır. Çalışmalar, barınma güvencesizliğinin depresyon ve kaygı belirtilerinde, bedensel şikayetlerde artış, günlük işlevsellikte bozulma, yorgunluk, cinsel şiddet ve fiziksel şiddet sıklığında artışa ve sağlık hizmetlerine erişememeye sebep olduğunu ve bunlardan kadınların yüksek oranda etkilendiğini ortaya koymuştur. Barınma güvencesizliği yaşayan kadınlarda artan şekilde görülen ruhsal ve fiziksel hastalıkları işaret eden çalışmalar, zaman ve mekanın sıkışmasının, sosyal destek ağlarının yokluğunun önemli etkenler olduğunu belirtmekte.  Sadece yeni semptomların ortaya çıkması değil aynı zamanda mevcut kronik hastalıkların kötüleşmesi de bu sürecin sonuçlarından olabilir. Örneğin barınmanın istikrarsızlığı; yaşam kalitesinin korunması, kaygı ve stresin daha az olması için çevreye aşinalık ve sürekliliğin önemli olduğu demans hastalarının semptomlarını kötüleştirecektir. Dahası mahalle gibi kolektiviteye ihtimal verebilecek sosyal toplulukların dağıtılması da hem bu emek süreçlerini yeniden elverişsiz dar alanlara sıkıştırmak anlamına gelir hem de “güvenlik, mahremiyet ve aidiyet” hissinin kaybının yarattığı yük ve bağımlılığın artmasına… Kentsel dönüşüm süreçlerinde yaşadığı mahalle ve çevreden kopartılmalarıyla birlikte dayanışma pratiklerini kaybeden kadınlar, mevcut sınıfsal eşitsizliklerin ve ataerkil ilişkilerin derinleşmesi ile yüz yüze gelmiştir. Örneğin, Sulukule’de dönüşüm yaşanan mahallelerde Roman kadınlarla yapılan görüşmeler, kentsel dönüşüm süreci ile mevcut eşitsizliklerin derinleştiğini, zaten halihazırda mahalle sınırlarına sıkışmış yaşamlarının içerisindeki hayatta kalma mekanizmalarının da parçalanarak tam bir yoksulluk ve yoksunluk haline sebep verdiğini ortaya koyuyor (Çubukçu, 2011). Ankara Aktaş mahallesinde yapılan bir başka çalışma ise kentsel dönüşümün yarattığı borçluluk ve yoksullaşmayı izleyen süreçle birlikte kadınlara yönelen, bakım rollerini temel alan, yoksulluk ve güvenliğe ilişkin sorunlara karşı eşitsiz dini ve ataerkil ilişkileri derinleştiren sosyal yardım politikalarıyla kadınların bağımlı hale getirildiğini ortaya koymuştur (Eren, 2017). Bu örnekler, kamusal alana girişleri sınıfsal ve patriyarkal denetime tabi olan kadınların, yerinden edilme süreçleri ile birlikte bu bağımlılıklarının artmasına işaret ediyor.

Yerinden edilme ve soylulaştırma alt sınıfların sosyal ağlar, kamusal alan ve hizmetlere erişimini kısıtlarken yeniden üretimlerini zamansal ve mekânsal olarak imkansızlaştırır. Çarpıcı çalışmalardan biri yine Tarlabaşı’nın soylulaştırma sürecinin sınıfsal ve cinsiyetli etkileri ile ilgili. Buna göre sokağın gündelik hayatın bir parçası haline getirildiği ve öncelikle mahallede yaşayan kadınların ortak alanı olarak kullanıldığı bir pratikten soylulaştırma ve yıkım süreci ile birlikte sokaktan çekilme söz konusu… Sokağın ortak kullanımı elbette ataerkil ilişkilerden muaf şekillenmemekle birlikte soylulaştırmanın mekanı daha varlıklı kullanıcılar için dönüştürmesi mahallenin kültürel yapısının ve dayanışma ilişkilerinin çözülmesine, aidiyet hissinin kaybına, yenileme alanı çevresindeki yıkım alanlarının tekinsizliği ile yaratılan güvensizliğe sebep olurken kadınların sokak kullanımında erkek denetiminin artması ile sonuçlanıyor. Dönüşüm yaşanan mahallelerden kadınların seslerini ve deneyimlerini taşıyan bu çalışmalar, soylulaştırma ve yerinden edilmelerin yoksulluk, gericilik ve erkek egemenliğinin kuşatmasını arttırdığını ortaya koyuyor.

Örneklere baktığımızda eşiğin içinin daralması, eşiği aşma potansiyeli taşıyan dayanışma ağlarının yok edilmesi, yoksulluk ve borçlanmanın toplumsal yaşamın dini kurallara göre düzenlenmesine dönük bağımlılık ilişkilerini derinleştirdiğini görebiliyoruz. Bağımlılık ve eşitsizlik erkek şiddetini beslerken, barınmanın bir başka boyutunun yokluğuna, devletin erkek şiddetine karşı alması gereken temel önlemlerden birinin yokluğuna, sığınak sayılarının azlığına işaret etmeden geçmemek gerek. Her 50 bin nüfusa bir sığınak düşmesi gerekirken Türkiye’de bulunan sığınak sayısının 140 civarında olması, kadınların, şiddetten uzaklaşıp destek alabileceği bir barınma alanına erişememesi, şiddet ortamında sağlıkları ve güvenlikleri tehdit altında kalması anlamına geliyor.

Eşiğin içinin eşiğin dışına uzandığı noktalar, toplumsal yeniden üretimin izleri üzerinden yeniden değerlendirilebilir. Artan kiralar ve kamu yurtlarının yetersizliği nedeniyle üniversite eğitiminden vazgeçmek zorunda kalan ya da Türkiye’nin dört bir yanında bulunan tarikatların ve cemaatlerin yurtlarında kalmaya mecbur olan öğrenciler için; ya da kamu kreşlerinin yetersizliğinin yanında çocukların sıbyan mektepleri, yatılı kuran kurslarına gitmek zorunda kalmaları özellikle kız çocukları ve çocuklarını kreşe bırakmak isteyen kadınlar için patriyarkal sömürünün gericilikle derinleştirildiği bu mekanlara bağımlılık yaratıyor.

Gelgelelim emek gücünün yeniden üretimi sistemin devamlılığı için kaçınılmaz. Bugün emek gücünün yeniden üretiminin, toplumsal ilişkilerin, bağların ve yakınlıkların kurulacağı mekan ve zamanların parçalandığını, istikrarsızlaştığını ve yok olduğunu görüyoruz.

Peki şehir dar bir azınlığın ihtiyaçlarına göre düzenlenirken, yeniden üretimleri imkansız hale gelen ve bunun için tüm mekânsal ve sosyal imkanları ellerinden alınmış olanların varlığında bu sistem nasıl devam edebilir? Aşılacak eşik tam da burada! Belki de toplumsal yeniden üretimin önemine işaret eden feminist grevlerin geniş toplum kesimlerinin taleplerini taşıma ve etkileme gücü buradan geliyor. Bu sürecin devamının imkansızlığından!

Kaynaklar

https://www.birgun.net/haber/anti-konut-iktidarindan-yasamaya-elverisli-barinma-hakki-beklemek-402270

Eren, Burcu Hatiboğlu. “Barınma Hakkı ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Tartışmaları Işığında Kentsel Dönüşüm: Ankara-Aktaş Mahallesi Örneği” (2017).

Çubukçu, Sevgi Uçan. “Mekanın İzdüşümünde ‘Toplumsal Cinsiyet’: Sulukule Mahallesi Ve Romanlar.” İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi 44 (2011).

Sakızlıoğlu, Bahar. “Soylulaştırma, Yeniden Üretim Krizi ve Cinsiyet: Tarlabaşı’nda Yaşayan ve Çalışan Alt Sınıftan Kadınların Soylulaştırma Deneyimleri.” Praksis 53 (2020): 93-114.

Yaman, Melda. “Toplumsal Yeniden Üretim: Birleşik Bir ‘Feminist’ Teori?” Praksis 53 (2020): 9-37.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.