Kürt kadınlar hem genel siyasi faaliyetleri hem de kadın çalışmalarından dolayı cezalandırılıyorlar. Kendimle ilgili sadece bir örnek verecek olursam bana verilen 22 yıl 3 ay cezanın gerekçeli kararında, “ana soylu” bir sistemi savunduğum için konuşmalarımın tehlike arz ettiği belirtiliyor. Sevgili arkadaşım Ayşe Gökkan’ın sadece kadın çalışmaları yürüttüğü için 30 yıl ceza alması başka nasıl ifade edilebilir?

Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven, Newroz mesajında “Sizler dışarıda, bizler zindanda savaş, baskı ve adaletsizliğe karşı, ‘Şimdi kazanma zamanıdır’ diyor.  

Leyla Güven siyasi faaliyetleri nedeniyle, 24 Aralık 2009’dan itibaren yedi yılını cezaevinde geçirdi. Hakkında dava üzerine dava açıldı/açılıyor. Yargıtay tarafından onanan, İstinaf’ta onanıp Yargıtay’ı bekleyen ve hâlâ devam eden davaları var. İstenen cezaların toplamı on yılları buluyor. Leyla Güven ise sözünden ve politik çizgisinden taviz vermeden mücadelesini sürdürüyor.

Leyla Güven, 22 Aralık 2020’den beri tutuklu bulunduğu Elazığ R Tipi Cezaevi’nin kapatılması gerekçesiyle Elazığ T Tipi Cezaevi’ne sevk edildi. Mektup ve kart yollamak isteyenler için adresi: Elazığ T Tipi Kapalı Cezaevi D-4 Koğuşu, Elazığ.

Kendini feminist olarak tanımlıyorsun, senin feminist olmanı etkileyen şey ne oldu?

Ben de bütün hemcinslerim gibi ataerkil bir sistem içine doğdum. Bu sistemin kodlarında kadınlar ve doğa tam anlamıyla erkeklere hizmet etmek için yaratılmıştır. Aile içinde evin reisi erkek, baba oluyor, onun bulunmadığı, yetemediği yerde abi, erkek kardeş devrede oluyordu. Erkek dışarıda çalışıyor, kadın evde, ancak kadının yaptığı işin hiçbir önemi olmuyor. Dışarıdan gelen erkek evde terör estiriyor, “akşama kadar evde ne yaptınız ki” diyebiliyordu. Erkek çocuk soyumuzu sürdürecek, kız çocuğu yabancıya gidecek diyerek büyütülüyordu. Kadınlar ancak altmış yaşından sonra “erkekleştikleri” iddia edilerek cemaatte söz sahibi olabiliyordu. Dolayısıyla kadın, iradesi yok sayılan kuma, berdel, başlık parası, çocuk yaşta evlendirme, namus cinayeti denilerek katledilen bir konumdaydı. Böylesi bir sistemde benim de yetiştirilmem bu çerçevede gerçekleşmişti. 12 Eylül askeri darbesinin ardından Almanya’ya gitmiştim. Oradaki insanların yaşam biçimi çok “sıra dışıydı”. Kadınlar erkekler gibi giyiniyor, çalışıyor, her türlü faaliyete katılıyordu. Bu durum bende bir sorgulamaya vesile oldu. Kadınlar okuyor, çalışıyor, üretiyor ve yaşamını kendisi kuruyor ve kararlarını kendisi veriyordu. Bu durum tabii ki çok hoşuma gidiyor, ancak aynı ölçüde de kaygılandırıyordu. Çünkü böyle bir yaşamı benimsersem ailem nasıl karşılar? Tabii ki kıyamet kopardı. Daha sonra derinleşen Kürt sorunu kapsamında aktif mücadele kararı aldığımda hâlâ kadın bilinci ile değil, daha çok ulusal bilinç yani Kürt kimliği ile hareket ediyordum. Tabii ki 1994 yılında HADEP’te il yönetimi kurulu üyeliği ve kadın komisyonu başkanlığı görevini yürütmeye başladığım tarihe kadar. Benim için kadın-erkek çelişkileri o dönemde başladı. Beraber çalıştığım erkek arkadaşlarımın kadın çalışmalarını gereksiz görmeleri, kadınların yerine konuşma, karar alma nezaketsizliği, partinin bütün olanaklarını kendilerine kullanmaları ve daha birçok faktör, beni ve kadın arkadaşlarımı ciddi bir sorgulamaya itiyordu. Neden sorusu ortamımızda en çok sarf edilen sözdü. Bu sorgulama kısa sürede bizi özgün örgütlenmeye götürdü. Artık bizler gücümüzün farkına varıyor, kurum ortamlarında bile ne kadar sömürüldüğümüzü fark ediyorduk. Oysa mücadelenin bütün sahalarında en büyük emeğin sahibiydik. Egemen sistem erkekleri gözaltına aldığında işkence ediyor, kadınları aldığında ise hem işkence ediyor hem de taciz ve tecavüz ediyordu. Dolayısıyla kadın kimliğimize dönük saldırıları artık net olarak görüyorduk ve ulusal mücadelenin yanı sıra kadınlar olarak kadın mücadelesi de yürütmek zorundaydık. Bu arada Kürt kadın hareketi olarak artık “kadın kurtuluş perspektifi” sahibiydik. Daha önce bize “siz feministsiniz” denildiğinde, “yok biz feminist değiliz” dediğimiz için çok üzgündük. Artık kadın mücadelesi yürütmek, kadın politikaları geliştirmek, karar mekanizmalarında kadın bakış açısıyla yer alabilmek için evet, her bir kadının önce feminist olması gerekiyordu. Ben de, biz de artık feministtik. Feminizm erk zihniyetin iddia ettiği gibi erkek düşmanı değil, kadın bakış açısıyla, kadın öncülüğünde sınırsız, sınıfsız, sömürüsüz, eşitlikçi, kolektif, ekolojist, demokratik bir yaşamın inşasıdır. Feminist fikriyatın felsefesini yaratan bütün dünya kadınlarına bin selam olsun.

Yaptığın konuşmalar nedeniyle yargılandığını biliyoruz. Bu yargılamalar şimdi ne aşamada?

Bu ülkede demokrasi hiçbir zaman tam anlamıyla hakim olamadı. Cumhuriyet tarihi boyunca neredeyse on yılda bir yapılan askeri darbelerle zaten çok yetersiz olan demokrasi kırıntıları da ortadan kaldırıldı. Türk olmayanın başına neler geldiğini bütün halklarımız biliyor. Ermeniler, Süryaniler, Kürtler, Rumlar, inançlarından dolayı Ezidiler, Aleviler, gayrimüslimler ve daha birçok halk ve inanç ötekileştirilerek ciddi acılar yaşadı. Ben de bütün arkadaşlarım gibi siyasi faaliyetlerim ve konuşmalarım için yargılandım. Bu yargılamalarda şimdiye kadar 30 yıldan fazla ceza aldım. Hâlâ hakkımda 25 civarında propaganda ve daha birçok konuda soruşturma devam ediyor. Erkek yargı, Kürt kimliği ile siyaset yürüten siyasetçilere kadın kotası uyguluyor diye düşünüyorum. Tutuklu kadın milletvekili, belediye eşbaşkanı, il eşbaşkanı, meclis üyesi, kurum temsilcisi sayısına bakıldığında bu durum çok net görülecektir. Çünkü kadınlar hem genel siyasi faaliyetleri hem de kadın çalışmalarından dolayı cezalandırılıyorlar. Kendimle ilgili sadece bir örnek verecek olursam bana verilen 22 yıl 3 ay cezanın gerekçeli kararında, “ana soylu” bir sistemi savunduğum için konuşmalarımın tehlike arz ettiği belirtiliyor. Sevgili arkadaşım Ayşe Gökkan’ın sadece kadın çalışmaları yürüttüğü için 30 yıl ceza alması başka nasıl ifade edilebilir? Dolayısıyla Kürt siyasetçi olmak, kadın olmak bütün muhaliflere oranla ekstra bedel ödemeye neden oluyor ne yazık ki. “Demirden korkan trene binmez.” Biz özgürlük trenine çoktan bindik. Yolumuza çıkan bütün engelleri aşacak ve halklarımızla birlikte demokratik özgür bir yaşamı inşa edeceğiz. Gelecek güzel günler uğruna bugün ödediğimiz bedellere değer.

Tevn dergisi çıkardığınızı biliyoruz. Dergiye devam edecek misiniz? Bir de hangi konuları işliyor?

Tevn Kürtçe dokuma tezgâhı demektir. Tarihten günümüze Kürt kadınları eğirdikleri yünlerle her çeşit dokumayı el emeği göz nuru olarak yapmışlardır. Bu her zaman kolektif bir çalışmayla olmuştur. Kadınlar bir sosyal ortam olan Tevn’in etrafında toplanıyor, hem sohbet ediyor hem de olağanüstü motiflerle marifetlerini nakşediyorlardı. Biz de tutsak kadınlar olarak kolektif bir ürün çıkarmak istedik ve Tevn böyle ortaya çıktı. En çok da anadilimiz Kürtçe üzerindeki yasakçı ve asimilasyoncu politikaları kabul etmediğimizi belirtmek için Kürtçe yazdık. İçeriği, yani konuları da bu kapsamda belirledik: Kürt tarihinde karşılaşılan eğitim, dil, edebiyat, tarih, öz savunma daha birçok konuya dikkat çekmek istedik. Politik tutsaklar için mahpus yaşamı hiçbir zaman yan gelip yatma yeri olmamıştır. Aksine her ânı verimli ve anlamlı kılma çabası bizler için esas olmuştur. Bu anlamda uzun yıllardır içeride olan arkadaşlarımız çok değerli romanlar, makaleler, kitaplar, resimler ve buna benzer ürünler çıkarmışlardır. Bu, bulunduğum alandaki arkadaşlarımın amatör bir çalışmasıydı. Ayrıca bir dergi olarak değil yazınsal çalışmalar için bir ön denemeydi. Sadece elimizde derli toplu bulunsun diye hepimize 10 adet yaptırmak istedik. Kızım Sabiha 20 adet bastırmıştı. Dolayısıyla ikincisini hedeflememiştik. Zaten bu çalışmadan sonra arkadaşlarımızı Kayseri’ye, Tarsus’a, Diyarbakır’a sürgün ettiler. Biz şimdi Elazığ T Tipi’ne sevk edilen altı kadınız. Yani tabiri caizse şu an yazım kurulumuz dağıtılmış durumda. Aynı ekibi toplayıp dergiyi çıkarmak zor. Bilirsiniz sürgünler bir cezaevi klasiğidir. Bizler her şeye rağmen okuyacak, yazacak, üretmeye devam edeceğiz.

Türkiye cezaevlerindeki hak ihlalleri ile gündemde. Sizin uğradığınız baskı ve ihlalleri de biliyoruz. Leyla Güven hapishanede ne yaşıyor?

Sadece Türkiye’de değil kapitalist modernite zihniyetiyle yönetilen bütün dünya hapishanelerinde tutuklanan insanlar “ele geçirilmiş” kişiler olarak iradesizleştirme, kişiliksizleştirme, itaat ettirme, boyun eğdirme ve uslandırma çabasıyla teslim alınmak istenir. Bu zihniyet, politik tutsaklar tarafından asla kabul edilemez ve tarihi direnişler ortaya çıkar. Foucault’nun Hapishanenin Doğuşu kitabında da okuduğumuz gibi geçmişte tutsaklara her türlü işkence çeşidi yapılmış, özel yöntemlerle yapılan fiziki işkenceler halka izlettirilmiştir. Yakın tarihte de Diyarbakır’da, Ulucanlar’da ve Türkiye’deki daha birçok hapishanede insanlık dışı işkenceler yapıldığı biliniyor. Bugün de o işkencelerin ve yöntemlerin çağdaş versiyonu, yani fiziki şiddetin yanı sıra daha çok psikolojik şiddet olarak tanımlayabileceğimiz bir durumla karşı karşıyayız. Tek kişilik, iki veya üç kişi olarak tecritte kalan tutsaklar var. Sevgili Behiç Aşçı’nın deyimiyle “Tecrit insanın insansızlaştırılmasıdır.” Başta dergi ve gazete olmak üzere en temel ihtiyaçlar dahil dışarıdan getirilmesi yasaktır. Gıda olarak her şey yasak. Ayrıca renkli kalem, kağıt, zarf, battaniye, nevresim, çorap ve daha akla ve mantığa uymayan birçok şey kurum güvenliğini tehlikeye sokacağı için yasaklanmaktadır. Pantolon veya eşofmanlarımız uzun gelmiş ve paçasını kesip kısaltmış isek ve kesilen paça aramada “ele geçirilmiş” ise hakkımızda “makası amaç dışı kullandığımız” gerekçesiyle tutanak tutulması demektir. Ayrıca içeride giyilen kıyafetlere de müdahale ediliyor: “Müdüre bu şekilde çıkamazsın.” Revir ve sayım sırasında üstünüzün ve başınızın o anki görevlinin makul sınırlarına uyması gerekebilir. Bunun gibi birçok pratiğin yaşandığını canlı tanıklardan dinledim. Koğuş aramalarında görevlilerin adeta eşya dağıtma ve didik didik etme yarışına girdiklerini görüyoruz. En ufak bir itirazda tutanaklar, cezalar havada uçuşuyor. Cezaevlerinde o kadar absürt ve akla mantığa aykırı şeyler yaşanıyor ki şu an hepsi birden kalemime hücum ediyor. Ama şimdilik bu kadarı ile yetineyim. Başta hasta tutuklular ve yıllardır içeride direnen yoldaşlarımızın yaşadıklarının yanında ben, kendime ait bir şey söylemeyi etik bulmuyorum. Sadece hapishanelerde ellerimiz cebimizde anlaşılmayan anadilimiz Kürtçe ile şarkılar söyleyip halay çekmeye devam edeceğiz. Halklarımıza duyurulur.

Cezaevleri ile dışarıdakilerin ilişkilerini güçlendirmek için neler yapılabilir?

Cezaevlerindeki tutsaklar bireysel bir eylemden dolayı içeride iseler ilişkileri kendileri ve aileleri ile sınırlıdır. Ama toplumsal, siyasal bir faaliyetten dolayı tutuklu ise bütün toplumu ilgilendiren bir durum söz konusudur. Kendisini hak, hukuk, adalet, eşitlik, sevgi, hoşgörü vb. konularda duyarlı bir yurttaş olarak tanımlayan her birey cezaevleri ile ilgilidir. Çünkü aynı amaçlar için mücadele edenler çok iyi bilirler ki her türlü düşünce ve faaliyetin yasak olduğu bir ülkede cezaevleri herkes için zorunlu ikametgah olmaya adaydır. Bu nedenle cezaevleri var oldukça kimin içeride olduğunun çok bir önemi yoktur. Dışarının da adeta zindana döndüğü bir ortamda her bir kadının, erkeğin, gencin daha duyarlı ve hassas davranması kaçınılmazdır. Başta tutuklu aileleri ve fedakâr halkımız zaten bunu yıllardır yapıyor. Sağ olsunlar.

Gültan Kışanak demiş ki “Dışarının içeriye göz kulak olması gerekiyor”. Bunun için neler önerirsiniz?

Sevgili eşbaşkanımız Gültan Kışanak önemli bir realiteye vurgu yapmış. Sonuçta bu konuda her birimiz uzun yıllar ya içeride tutsak olarak kaldık ya da dışarıda tutsak yakını veya arkadaşı olduk. İçerideyken beklentilerimiz, dışarıdayken bu konudaki duyarlılığımız ile doğrudan orantılıdır. Dışarıda, yoğun pratik çalışmalarından ya da farklı nedenlerden dolayı zaman zaman cezaevlerindeki yoldaşlarımızdan uzaklaştığımız olmuştur. Oysa her bir devrimcinin, yurtseverin başını yastığa koyduğunda bugün mücadele için ne yaptım demesi ve onları hissetmesi önemlidir. Gitmek mi zor kalmak mı sorusunun benim açımdan cevabı her ikisi de zor demektir. Diğer bir gerçeklik ise dışarıdayken göremediğimiz birçok ayrıntıyı, siyasal gelişme vb. içeride daha rafine ve somut olarak görebilmemizdir. Bu nedenle hem kadın mücadelemize hem de genel mücadelemize katabileceklerimiz için yoldaşlarımızın bizi zorlaması bir gerekliliktir. Atıl ve verimsiz tutsaklar değil üretip mücadeleye katkı sunan bireyler olmak isteriz. Sonuç olarak içerisi ve dışarısı bizler açısından soluk ve renksiz duvarlara rağmen bir ve tektir. Hep beraber birbirimize göz kulak olmak zorundayız.

Bekâr bir anne olarak siyasette yer aldınız, buna ilişkin zorluklarınız nelerdir?

Kadın olarak siyasette yer almanın zorluklarının yanında anne olarak yer almanın da oldukça zorlayan yanları vardır. Özellikle aileler bu konuda çok zorlayıcı olabilmektedir. Eğer bir işte para karşılığı çalışıyor isen baş tacı edilirken politik faaliyetler ve kadın mücadelesi için çalışıyor isen tepkiler çok farklılaşabiliyor. “Sen bir annesin, çocuklarını ihmal ediyorsun. Ne işin var siyasette,” vb. sözleri bolca duyuyorsun. Hele bir de bekâr bir anne isen tepkiler katlanarak devam edebiliyor. “Başında kocan olsa neyse,” diyerek bir kadının tek başına hem çocuklarına bakabilmesi, hem ekonomik olarak ayakta kalabilmesi hem de siyaset yürütebilmesi imkansız ötesi bir durumdur. Bütün bunlara rağmen bizler bekâr anneler olarak önümüze konulan barajları, engelleri tek tek aşarak yolumuza devam ettik ve ediyoruz. Bir kadın/bir anne eğer isterse ve inanırsa aşamayacağı hiçbir engel yoktur. Bunu bütün engelleri aşmış bir anne olarak söyleyebilirim. Erkekler sadece analitik zeka ile hareket ederken kadınlar hem analitik hem de duygusal zekaları ile çok daha yaratıcı ve üretken olabiliyorlar. En çok da büyük emeklerle büyüttükleri çocukları için özgür, huzurlu, yaşanabilir bir dünya yaratmak için annelerin mücadelesi önemlidir ve zorunludur.

Kürt kadın siyasetçi olarak Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi ekonomik duruma dair ne düşünüyorsunuz?

Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu durum dünkü inkarcı, asimilasyoncu, tekçi, milliyetçi ve cinsiyetçi politikaların bakiyesidir. Cumhuriyet tarihinden bu yana sorunları çözmek yerine halının altına süpüren, manipüle eden, “yok dersen yok olur” teziyle hareket eden bir anlayış hep var olageldi. Türkiye’nin en önemli çıkmazlarından biri her ne kadar çok partili sisteme geçilmiş olsa da Osmanlı zihniyetinde olduğu gibi hanedanlığın partiler aracılığı ile devam etmesidir. Çocukluğumuzdan bugüne, yani son elli yılın siyasetçilerini sayın deseler, sayı on parmağımızı geçmeyecektir. Çünkü her bir siyasetçi on yıllarca partisinin başında kaldı. Erkek zihniyetin koltuk sevdası en çok da Ortadoğu toplumlarında mevcuttur diyebiliriz. Bu konuda tarih kanlı katliamlarla doludur. Bugün de AKP-MHP iktidarı şahsında devam eden despot faşist iktidar ülkeyi hem siyasal hem de ekonomik olarak tam anlamıyla bir uçurumun kıyısına getirmiş durumdadır. Dün beraber yürüdükleri, “bitsin bu hasret” dedikleri cemaat ile içine girdikleri iktidar kavgasının sonuçlarını, 15 Temmuz darbe girişimiyle bu ülkenin işçileri, köylüleri, kadınları, gençleri hep beraber ödedik. Adeta 12 Eylül darbesinin 21. yy versiyonunu yaşadık. KHK’lar ve OHAL uygulamaları bugün en somut örneklerdir. Gelinen aşamada hem dış politikada hem de iç politikada tam bir hezimeti yaşayan bu iktidar elbette ilk seçimlerde gidecektir. Ama ülkenin geldiği durum, yani yoksulluk, yolsuzluk, yasaklar vb. o kadar kolay toparlanamayacaktır. Belki maddi zararlar telafi edilebilir ancak manevi zararların ve yaraların iyileşmesi o kadar da kolay olmayacaktır. Zindanlara doldurulan Kürtler ve muhalifler, ölüme terk edilen hasta tutsaklar, aile boyu ihraç edilen emekçiler, her gün katledilen kadınlar, umutları çalınan gençler, ürettikleri tarlada kalan köylüler ve AKP-MHP’li olmayan herkesin yaşadıklarının sağaltılması epey zaman alacaktır. Unutulmamalıdır ki AKP çok başarılı olduğu için 20 yıl iktidarda kalmamıştır. Ülkenin kronikleşmiş sorunlarına çözüm üretmek yerine sadece muhalefet eden siyasi partiler sayesinde iktidarda kalmıştır. Türkiye halklarının vatan, millet, beka sözlerine karnı toktur. Bütün dünyada yaşanan küresel gelişmeler karşısında her ülke her iktidar kendi parti politikalarını gözden geçirirken Türkiye’de kim daha milliyetçi yarışı devam ediyor diyebiliriz. Son 50 yılın en ağır ve can yakıcı sorunu olarak tanımlanabilecek Kürt sorunu konusunda 6’lı ittifakın ne dediği çok anlaşılmamaktadır. Çünkü bu konuda hâlâ karınlarından konuşuyorlar. 30 milyon Kürt’ün kullandığı dil olan Kürtçe konusunda dahi cümle kullanmaktan imtina eden bir tutum sergiliyorlar. İyi Parti ve diğer ittifak ortaklarını değerlendirmeye ihtiyaç bile duymuyorum. Çünkü onlar zaten Kürdün varlığını inkar eden bir tutumun sahibidirler. Ancak CHP sosyal demokrat olarak tanımlanan, sosyalist enternasyonalde yer alan ve Kürt halkının geçmişte oy verdiği bir parti olması hasebiyle beklentiye mazhar olan bir durumdadır. Ancak CHP’de Kürt sorunu konusunda hâlâ kafaların karışık olduğunu görebiliyoruz. CHP’deki demokratlar “Kürt meselesi”, milliyetçiler “doğu sorunu”, ulusalcılar “terör” olarak nitelendirmektedirler. CHP’nin, Kürt oylarının AKP karşıtlığı üzerinden zorunlu olarak kendilerine gideceğini düşünmesi kendi içinde de bir handikaptır. Kürtler ne AKP-MHP’ye, ne de CHP ve dostlarına mecbur değiller. Her iki kesimin iktidarları döneminde büyük acılar yaşamış olan halkımız kendi tutumunu belirleyecek; demokratik, eşitlikçi, halkların özgür birlikteliğini hedefleyen bir tutumun sahibi olacaktır. CHP bağımsız değildir. CHP içinde kadın mücadelesi yürüten, kadın bakış açısına sahip kadınlar elbette vardır. Ancak onlar da Kürt sorunu konusunda suskun kalmayı tercih ediyorlar. Genel başkanları HDP’nin erkek eşbaşkanlarını ve erkek siyasetçilerini dillendirirken, partimizin kadın eşbaşkanları ve kadın siyasetçilerinin de var olduğunu belirtmiyorlar. Dolayısıyla cezaevlerinde ağırlıkla bizim erkek siyasetçilerimizi ziyaret ediyor, kadınlar yokmuş gibi davranabiliyorlar. Bu konuda tepki vermesi gereken elbette CHP’li kadınlar olmalıdır. Ayrıca bizim hiç kimsenin merhametine ihtiyacımız yoktur. Dünyanın her yerinden bizlere dayanışma mesajları geliyor. Birçok ülkeden parlamenter heyetleri bizi ziyaret etmek için Adalet Bakanlığına başvuruyor. Bu anlamda meselenin doğru anlaşılması için tutuklu kadın siyasetçiler de var demek istiyorum. Figen Yüksekdağ HDP eski eş genel başkanı, Sebahat Tuncel DBP eş genel başkanı, Gültan Kışanak Diyarbakır büyükşehir belediye eşbaşkanı, Aysel Tuğluk HDP eş genel başkan yardımcısı, Nurhayat Altun Dersim belediye eşbaşkanı, Gülser Yıldırım Mardin milletvekili, Edibe Şahin Dersim belediye başkanı, Dilek Hatipoğlu Hakkari belediye başkanı ve daha yüzlerce kadın siyasetçi… Madem biz kadınlar erkek siyasetinden muzdaribiz, o zaman pratik adımlarla bu durumu ele alalım. Önce kadınız ilkesi ile ezber bozan bir çıkışın sahibi olalım.

Önümüzde seçim var; ittifaklar, güncel politikalar ve hedefler hakkında ne düşünüyorsunuz? Kadın hareketi, feminist hareket bu ittifakın neresinde duruyor?

Normal şartlarda ittifaklar politikaları ve dünya görüşleri birbirine yakın olan partiler, hareketler, oluşumlar arasında gerçekleşir. Gelinen aşamada bu ilke yerle bir olmuş durumdadır. Artık ilke, kural, kaide yerine iktidara gelebilmek için herkes ile yürünebilir anlayışı hakimdir. HDP-DBP sol sosyalist partiler hariç siyaset ve ittifaklarda partiler arasında hiçbir farklılık kalmamış, kırmızı çizgiler cumhuriyetin temel değerleri tehlikede denilerek ortadan kaldırılmıştır. Evet, elbette biz kadınlar başta olmak üzere AKP gibi gerici, tutucu, dinci bir partinin Türkiye’ye ve çağdaş dünya değerlerine yakışmadığını biliyoruz. Aynı zamanda halklarımızın sorunlarına çözüm olacakları şaibeli olan ittifaklara da mecbur değiliz. Halkların demokratik ittifakına öncülük eden, üçüncü ittifak bileşenlerinin çabası son derece anlamlı ve önemlidir. Ben de kendisini feminist olarak tanımlayan bir kadın olarak HDP ile, çağrısı ile bir araya gelen bu devrimci, sosyalist, demokrat ve yurtsever bütün kesimlerin yanında yerimizi almamız gerektiğini düşünüyorum. Kadınların demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü politikalar üreten ittifaklarla yürüyeceği aşikârdır. Şili’li başkan seçim kampanyasını “Onurunu onayla, umut korkuyu yenecek” diyerek kazandı. Biz kadınlar da “eğer itilmezse hiçbir diktatör düşmez” gerçekliği ile hareket edecek ve yaşamın her alanında kampanyalar yürüteceğiz. Toplumun yarısı olan kadınların tutumu seçimlerin sonucunu belirleyecektir. O zaman “dans” diyelim.

“Başkanlık, milletvekilliği geçici, ama mücadele baki” diyen, inandığı yoldan ve mücadeleden hiç geri adım atmayan bir kadın siyasetçi olarak 2022 yılı için neler söylersiniz?

Hiç kimse unvan ile doğmaz ve unvanlar çoğu zaman olması gereken kişilerde olmaz. Çünkü eşit koşullarda yaşamıyor ve imkanlardan aynı oranda yararlanamıyoruz. Dolayısıyla bu unvanlara daha çok erkekler ve çok az kadın sahip olabiliyor. Milletvekili veya belediye başkanı olabilmek için varını yoğunu ortaya koyan bir kişi, bu görevde kaldığı süre içinde toplum için bir şeyler üretmek yerine, sarf ettiği varını yoğunu geri almak için uğraşır. Biz kadınlar ise bu görevlere geldiğimizde klasik hizmetler dışında kadınların, gençlerin yaşamına değecek neler yapabiliriz diye kendimizi paralarız. Ayrıca insan inandığı ideoloji doğrultusunda mücadele etmek için ille bir unvana sahip olmak zorunda değildir. Sade vatandaş ya da arkadaş, yoldaş olabilirsek halkımıza ne mutlu bize. 2022 yılı dünya kapitalist modernite sisteminin çözüldüğü ulus devletlerin iflas ettiği yılların başlangıcı olacaktır. Dünya yurttaşlığının geliştiği küresel durum sömürüyü, sınırları, sınıfları, tekçiliği, milliyetçiliği, cinsiyetçiliği yerle bir edecektir. Kadınlar bütün dünyada inşa edilecek demokratik ekolojik sistemin öncülüğünü yapacaktır. Rojava’da kadın öncülüğünde gelişen devrim bunun somut örneğidir. 2022 yılı 8 Mart’ının bütün dünya kadınlarına gökkuşağı renginde bir yaşam sunması umuduyla. Tüm kadınların 8 Mart’ını kutluyorum. Birlikte kaldığım beş kadın arkadaşımla birlikte selam ve sevgilerimi iletiyorum. Yaşasın 8 Mart, Biji 8’e Adare…

28.02.2022

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.