“Başarısız bir yazar olduğumu kabullendiğimden, 1994’de yazmamaya karar verdim. O günden beri, herhangi biri olarak hayattan keyif alıyorum.”

Kitaplarda Ölmek / Behcet Necatigil

Adı, soyadı
Açılır parantez
Doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti
Kapanır, parantez.

O şimdi kitaplarda bir isim, bir soyadı
Bir parantez içinde doğum, ölüm yılları.

Ya sayfa altında, ya da az ilerde
Eserleri, ne zaman basıldıkları
Kısa, uzun bir liste.
Kitap adları
Can çekişen kuşlar gibi elinizde.

Parantezin içindeki çizgi
Ne varsa orda
Ümidi, korkusu, gözyaşı, sevinci
Ne varsa orda.

O şimdi kitaplarda
Bir çizgilik yerde hapis,
Hâlâ mı yaşıyor, korunamaz ki,
Öldürebilirsiniz.

Kitap-lık dergisinin 2001 yılı Ocak-Şubat sayısının “Rüzgar Gülü” bölümünde Enis Batur’un kısa bir yazısı var: Selçuk Baran “Bilgi Formu”ndan Tokat başlıklı. Yapı Kredi Yayınları’nın o dönemde yeni yayınladığı Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi’nin yayına hazırlanma sürecinden artakalan bir kare. Enis Batur’un dikkat çektiği nokta mühim. Hele de söz konusu edilen Selçuk Baran’sa daha da mühim bence. Batur’un bahsedeceği olay bu ansiklopedide, yayına hazırlanma sürecinde hayatta olan, yazarların bizzat kendi verdikleri bilgilerle oluşturulan biyografilerinin yer almasının amaçlanmış olmasının da bir sonucu. Yazara bizzat sormak: önemli bir yaklaşım. Ve yazarlara yollanan bilgi formunda “Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?” diye bir soru da varmış. Can yakıcı olansa Selçuk Baran’dan gelen cevap. 1999 yılında ölmüş olan yazar, bu formu ölümünden birkaç ay önce doldurmuş ve demiş ki: “Başarısız bir yazar olduğumu kabullendiğimden, 1994’de yazmamaya karar verdim. O günden beri, herhangi biri olarak hayattan keyif alıyorum.” Batur’un da vurgu yaptığı gibi illa eklemek istemiş bu cümleleri. Adeta not düşmüş kendi tarihçesine de edebiyat tarihine de. Bu notu ve hikayeyi sadece kişisel bir an olarak almamız bence mümkün değil. Batur, tıpkı Behcet Necatigil’in[1] de “Kitaplarda Ölmek” şiirinde çarpıcı bir biçimde anlattığı gibi “Bir ömür ansiklopedi maddesine sığar mı?” demiş oluyor bu kısa notla. Ümidi, korkusu, gözyaşı, yaşama sevinci ya da yazma telaşı ne doğum ölüm tarihi arasındaki çizgiye ne de bir paragrafa sığar elbette. Üç sayfa olsa ne fark eder ya da beş; neticede o yaşamın silik bir kaydını tutma çabası. Batur, Baran’dan gelen bu sözleri “kendisinden yararlanılamayacak kadar ağır bir bilgi” diye tanımlamış. Oysa bu bir bilgi değil. Bilgiyse de Selçuk Baran’ın edebiyatına dair bir bilgi değil. Onun biyografisine, hangi noktada hangi insiyak ile yazmayı—belki de yazmayı değil ama yayınlamayı—bıraktığına dair bir bilgi. Batur, durumun ağırlığına vurgu yaparak bitiriyor kısa notunu: “Susup kavrulmak en doğrusu.” Oysa çözüm susmak da değil kavrulmak da değil. O anın, o satırların yakıcılığına bir anlık saygı duruşunun ardından tam tersine, söylemek gerekiyor. Hem konuşmak hem yazmak. Selçuk Baran gibi iyi bir yazar bu cümleyi neden kurar? Bu cümlenin bilgi değeri nerede yatmaktadır? Önce bunları kurcalayıp sonra da Selçuk Baran edebiyatını tekrar tekrar okumak gerekir. Hem kurduğu elle tutulacak denli canlı atmosfere (bozkırı da taşrayı da kenti de aynı dikkatle metne taşır) hem de yarattığı karakterleri nasıl özne kıldığını, onları kalıplara hapsetmeden içeriden kendi kaygıları ve incelikleri ile nasıl elimizi uzatsak tutacakmışız gibi canlı kıldığını, o canlı kıldığı karakterlerin çoğunlukla içinde var oldukları ortamla, durumla uyuş(a)madan, uzlaş(a)madan yaşadıklarını ve bu halin arkasında durduklarını, varsa bedeli ödemeye hazır olduklarını, şaşırtıcı kurgularını, bir kadın yazar olarak erkek anlatıcı tercihlerini ve daha neleri anlamak ve anlatmak gerekiyor. Tüm bunları başarı ya da başarısızlık tasnifi ile değerlendirmek değil zaten edebiyat eleştirisinin işi. Yazarın notu ve tereddüdüne gelince. Buna da dikkatle bakmak gerekiyor. Öncelikle Selçuk Baran’ın sözü bence bir tür tutunmama kararı açıklaması olarak yorumlanabilir. Faillik içeren bir çıkış. Sadece yakıcı bir bilgi değil aynı zamanda bir söz, bir itiraz bence. Sonra da şunu sormak önemli diye düşünüyorum: Benzer bir yazma endişesini bunca açıklıkla dile getirecek bir erkek yazar var mıdır? Buna ne yetiştikleri toplum, ne edebiyat ortamı ne de egoları müsaade eder. Genellemek elbette istemiyorum, bunu da bir eleştiri olarak koymuyorum ortaya. Yani doğrudan erkek yazara yönelik bir eleştiri değil. Ama bunun yapısal bir sorun olduğunu o tereddüdün sadece içsel dinamiklerle açıklanamayacağını kabul etmek ve bunun üzerine gitmek zorundayız. Üzerine gitmekten kastım ise Selçuk Baran’ın yazdıkları, günlükleri ve eşzamanlı ve artzamanlı olarak nasıl alımlandığı gibi meseleler. Bunları ortaya koymadan, tartışmadan yeni bir bakışla yeni bir edebiyat tarihi yazamayız. Oysa yazmalıyız. Kadın yazarlar gittikçe ivmelenen bir varoluş ve üretimle bu çıkışı ve itirazı çoktan yaptı. Edebiyat eleştirisi de feminist eleştirinin açtığı tartışma ve itiraz hattında bunu gerçekleştirmeye başladı; itiraz ediyor, sorular soruyor ve yeni bir edebiyat tarihi için meydan okuyor ama sanki hâlâ yapacak çok iş var.

Yukarıda bahsi geçen Ansiklopedi’de Selçuk Baran’a ayrılan yer ile bahsi geçen notun yazarına ayrılan yeri karşılaştırmak ve nedenleri üzerine düşünmek de okurun ödevi olsun.

[1] Edebiyatımızda Eserler ve Edebiyatımızda İsimler sözlüğünü de yazmış olan Necatigil’in bu şiiri ile bu kitapları arasındaki gerilim hattı hep ilgimi çekmiştir. Belki de yazarları bir paragrafa sığdırma deneyimini yaşamış olmak da vesile olmuştur şiire.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.