Biz kadınlar aslında çocukluk çağımızdan beri anne olmanın bir ideali ifade ettiğine, mümkün olan en tatmin edici kader olduğuna ve bir kadın olarak tatmin olmanın en iyi yolu olduğuna inandırılarak “biberonlanıyoruz”.

Kapak Çevirisi: Anne Olmamaya Karar Verdim

Francine Sporenda

Chloé Chaudet, Clermont Auvergne Üniversitesi’nde karşılaştırmalı edebiyat alanında öğretim görevlisidir. Araştırmaları ve yayınları edebiyat, siyaset ve toplum arasındaki eklemlenmelere uluslararası ölçekte odaklanmaktadır. Anne Olmamaya Karar Verdim adlı kitabı (éditions Iconoclaste, 2021) araştırmalarının çıkış metni olarak kabul edilebilir.

FS: Anne olmama seçiminin yanlış anlaşıldığını ve saldırgan tepkilere neden olduğunu söylüyorsunuz. Anne olmayan kadınlara yine diğer kadınlar tarafından “ne zaman denemelere başlıyorsunuz?”, “biyolojik saatin ne olacak?” gibi taciz edici sorular sorulurken erkeklere bu tarz sorular sorulmuyor. Kadınların “çocuksuz kadınlara” yönelik bu çoğu kere saldırgan tutumunun nedeni ne olabilir?

CC: Bu genel olgunun ‘saldırganlık’ olarak adlandırılabileceğinden tam olarak emin değilim. Elbette bu rahatsız edici soruların çileden çıkartıcı tekrarları, benim gibi anne olma çağında ve anne olmayan kadınlar tarafından (isteyerek veya üremedeki zorluklardan dolayı anne olmayan kadınlar ve ikinci durumda bu tür soruların rahatsız edicilik seviyesini düşünün!) sıklıkla bir saldırı olarak görülebilmekte. Biz kadınlar aslında çocukluk çağımızdan beri anne olmanın bir ideali ifade ettiğine, mümkün olan en tatmin edici kader olduğuna ve bir kadın olarak tatmin olmanın en iyi yolu olduğuna inandırılarak “biberonlanıyoruz” ve aksi bir durum çoğu kadın için akıl almaz geliyor. Kadınlar ebeveynliğin çoğunlukla kadınlarla ve kadınlıkla ilişkili olduğu fikrini içselleştirmişler gibi, sadece sembolik olarak da değil. Özellikle okullar paylaşılmış ebeveynlik fikrini yaymak için çalışıyor olsaydı, kadınlar Fransa’da çok yaygın olan doğum buyruklarına daha az maruz kalırlardı.

FS: Feministler arasında bile anneliğin reddi “bir kusur, eksiklik, anormallik” olarak görülüyor. “İstediğimiz zaman” çocuk sahibi oluruz arzusunun feminizm tarafından dikkate alındığını ama “eğer istersek” anne oluruz arzusunun ise dikkate alınmadığını söylüyorsunuz. Bu tarihi feminist sloganı hayata geçirmekteki bu feminist isteksizlik neden?

CC: Kitabımda Fransa ve Kadın Kurtuluş Hareketi örneğini veriyorum. O zamanlar, gösterilerde, “İstediğimde ve istersem çocuk yaparım” sloganı sık sık pankartlarda yer alıyordu. Ama hızlı bir şekilde Monique Wittig gibi feministler ya da anneliği kadın figüründen ayırmaya çalışan Edith Vallée kenara çekildiler, sesleri kısıldı. Ancak bu kenara çekiliş o dönemde tartışmaların olmadığı anlamına gelmemektedir. Dönemin feminist dergilerinin incelenmesi yeterlidir bunun için. Fakat Fransız feminizmi söz konusu olduğunda, anneliği kadın etiğinin kurucu ilkesi haline getirecek kadar ileri giden Antoinette Fouque figürünün üstünlüğü, kadınların kendi kaderini tayin hakkının sonuna kadar savunulmamasına neden oldu.

FS: “Kedilerinle yalnız kalacaksın, yaşlanınca sana kim bakacak?”. Bunlar çocuksuz kadınların sıklıkla duyduğu şeyler. Bu düşüncelerin arkasında, eğer çocuklarınız varsa yaşlılığınızda sizinle ilgilenecektir fikri var. Bu genellikle yanlıştır: çocuklar uzaktadır, onların kendi hayatları ve yetiştirmeleri gereken kendi çocukları vardır. Birkaç çocuğu olan yaşlı kadınlar tanıyorum, çocuklarıyla iletişimleri ara sıra bir telefon görüşmesi ile sınırlı. Ayrıca çocuk sahibi olmamanın para tasarrufu olduğuna hepimiz aşinayız. Amerika Birleşik Devletleri’nde çocuk yetiştirmenin maliyeti 233.000 dolardır – bu da geçim ödeneğinden fazla bir paraya tekabül etmekte. Ne düşünüyorsunuz?

CC: Bunlar gerçekten de çok sık duyduğum ifadeler (benim durumumda: “Yalnız kalmaktan korkmuyor musunuz?”) – sanki çocuklar yaşlılık bastonlarıymış gibi; sizin de söylediğiniz üzere, sanki çocuğa sahip olmak çocuklarla beraber yaşlanılacağının garantisiymiş gibi; dahası, sanki yalnız olmamak ille de bir tatmin garantisiymiş gibi. Sosyolog Charlotte Debest’in özellikle altını çizdiği üzere, benim durumumdaki birçok kadın gibiyim: çocuk sahibi olmamayla güçlü bir şekilde ilişkilendirdiğim özgürlük izlenimim beni bu tür bir hesaplamanın dışında tutuyor. Gözlemleriniz doğru ve ilginç olsa bile benim durumumda söz konusu olan bir öngörü mantığı değil. Daha da önemlisi yapılan karşılaştırmaların anne olmama arzusunu haklı çıkarma veya en azından bu arzuyu rasyonelleştirme eğiliminde olabileceğine dair bir izlenimim var; ancak sadece çocuk istemediğin için çocuk istemeyebilirsin, nokta. Kişiliğimiz ve yaşam şekillerimiz doğrultusunda aldığımız her kararın avantajları ve dezavantajları olduğu açıktır; ama bana göre anne olmama kararı yönündeki “karar mercii” bu avantajlar ve/veya dezavantajlar değildir. Benim anne olmama kararım her şeyden önce, daha genel bir biçimde, açıklama bulma uğraşına son vermemiz gereken bir arzusuzluk üzerine kuruludur (Bir kadın anne olmak istediğini söylediğinde bunu yapar mısınız?)

FS: İşe almada ayrımcılık, terfi verilmemesi, çocuksuz kadınlara göre yaklaşık %10 oranında daha düşük ücretler (“anne vergisi”) gibi nedenlerle annelik, kadınları ekonomik ve profesyonel olarak cezalandırıyor gibi gözüküyor. Anne olmak sanki çözülmeyen bu ayrımcılığı kabullenmek demek. Erkekler için ise çocuk sahibi olmak profesyonel olarak bir artı olarak görülüyor. 70’lerin liberal feminizminin sloganlarından biri “hepsine sahip olabilirsiniz” idi. Gerçekten her şeye (kariyer, çocuklar, eş) sahip olabileceğinizi düşünüyor musunuz ve sizce kadınları anneliğin bir ceza olmadığı ve çocuk sahibi olmaları yönünde cesaretlendiriyor muyuz?

CC: Bir kadının çalışması ve çocuk sahibi olmasının, diğer Batı ülkelerine göre çok daha kolay olduğu Fransa’da, hem kariyer hem çocuk sahibi olmak hayatınızı sizinle eşit düzeyde ebeveynlik yatırımı yapan birisiyle paylaşıyorsanız mümkün gözüküyor. Çevremde annelik, eş ve iş hayatının sıklıkla “karşı karşıya geldiği” birçok genç kadın örneği var ve onlara hayran olduğumu söylemeliyim. Benim ise “hepsine sahip olmam” mümkün değil: Ben çok seyahat eden bir akademisyenim (en azından normal zamanlarda) çoğunlukla aynı şehirde uzun süre yaşamıyorum. Kişiliğimin parçası olan bu iki unsur anladığım kadarıyla ebeveynlikle pek bağdaşmıyor. Çocuklu ve çocuksuz kadınlar arasındaki maaş farkıyla ilgili resmi ve kesin rakamları bilmiyorum (aynı eğitim düzeylerinden başlayarak ve açıkçası istenmeyen yarı zamanlı çalışma sorununu hesaba katarak bakmalı, aynı zamanda aile politikalarının ve örtük beklentilerin çok farklı olabileceği farklı ülkeleri tekrar karşılaştırmalıyız) ancak; iş dünyasında genç bir babanın genç bir anneden (ya da üniversitedeki bir işe alım komisyonu sırasında telaffuz edilen bir tabirle anne olma “riskinde” olan genç bir kadından) çok daha kıymetli olduğu kesin. Ortak ebeveynlik idealini hep birlikte inşa etmedikçe bu durumun önemli ölçüde değişmesi çok olası değildir. Örneğin aşağıdaki yazıyı okuduğumuzda Fransa’da bu idealden çok uzakta olduğumuzu görebiliriz: https://www.ladepeche.fr/2021/06/08/allongement-du-conge-paternite-les-hommes-seraient-majoritairement-contre-9593744.php

FS: Annelik içgüdüsü toplum tarafından bahsettiğiniz “yapısökümcü” eserlere (Donath, Badinter, Héritier, vb.) rağmen hâlâ kabul edilen bir kavram. Annelik, evlilik, aile gibi kurumların tarihselliğini akademinin dışında aktarmak zordur (yani özellikle de mevcut biçimleriyle her zaman var olmadılar). Örneğin 17. ve 18. yüzyıllarda neredeyse tüm kadınların çocuklarını üç veya dört yıl boyunca dadılara emanet etmesinin annelik içgüdüsünün bir parçası olduğu gerçeğini öfkeyle reddetmek neden?

CC: Fransa’nın bu tarihi unsuru reddettiğini düşünmüyorum: Fransa bağlamında hem çalışan hem anne olan ikili kadın modelinin gelişiminde dadıların özellikle önemli bir rolü olduğunu düşünüyorum. Örneğin Almanya’da, kariyerlerine odaklanmaya karar veren kadınlar ile çocuk sahibi olmayı seçen kadınlar arasındaki ayrım çok daha belirgindir. Fransız bağlamında annelik içgüdüsünün evrensel olduğu fikrinden daha çok, bana sorunlu görünen bu ikili modelin ağırlığı: eğer çocuk sahibi olmamayı seçen bir kadına kötü gözle bakılırsa aynı zamanda kendini yalnızca çocuklarına adamaya karar veren bir kadına da kötü gözle bakılır. Genellikle ilk durumda gözümüzde bir kariyerist, diğer durumda ise geleneksel geri kalmış bir ev hanımı canlanır. Ancak ev kadınlığının gerçek bir iş olduğunu unutuyoruz. Evrensel bir annelik içgüdüsü fikrinin çok yaygın kalması bu nedenle daha genel bir olgunun parçasıdır: kadınların kendi kaderlerini belirlemelerine karşı ısrarlı bir isteksizlik -bir çocuk istemiyorlarsa üç tane on tane istesinler.

FS: Gittikçe sayıları artan ekofeministler doğum yapmayı reddetmelerini ekolojik kaygıyla açıklıyorlar: küresel ısınma, nükleer felaketler, salgın hastalıklar vs. Gelecekteki bu felaketleri çocukların yaşamalarını istemiyorlar ve zaten aşırı kalabalık olan bir gezegene yeni insanlar doğurmanın gereksiz olduğunu düşünüyorlar. Aynı zamanda doğanın ve kadınların yıkıcı sömürüsünün kökeninde ataerkil yırtıcılık ilkesinin yattığının altını çiziyorlar. Bu analize katılıyor musunuz ve bu kaygının haklı olduğunu düşünüyor musunuz?

CC: Françoise d’Eaubonne’un 1960’larda ve 1970’lerde yazdıkları kesinlikle kurucu niteliktedir -az önce sanırım bu yazılara atıfta bulundunuz- ancak bana öyle geliyor ki az çok politize olmuş mevcut ekofeminist duyarlılıkların tümünü yansıtmak için yeterli değildir. Örneğin genç nesillere baktığımızda -kendilerine ekofeminist diyen öğrencilerim de dâhil olmak üzere- ekofeminizmde gittikçe daha fazla gelişen ekolojik kaygının, her şeyden önce küresel bir duyguyla, toplumlarımızın geleceğine dair sağır bir korkuyla ve feminist hareketlerin ekolojik bir perspektifi görmezden gelemeyeceği genel düşüncesiyle bağlantılı olduğu görülebilir. Özellikle Fransa’da öğrencilerin yaşadığı sağlık krizi, en hafif tabirle haklı bulduğum bu genel endişeyi daha da artırdı.

FS: Kadınların doğurganlığını kontrol etme arzusunun küresel bir fenomen olduğunu söylüyorsunuz – ve aslında, tüm hükümetler örtük ya da açık bir biçimde doğum oranını arttırmak istemektedir. Kadınların doğurganlıklarının kontrolünün hayati sorunları nelerdir?

CC: En genel haliyle insan türünün üreyerek hayatta kaldığı kesindir: bu bizden önce gelen tüm annelerimiz, büyükannelerimiz ve büyük büyükannelerimiz tarafından genlerimize işlenen çok derin bir şeydir. Bu genel gerçeğe (ki bu bazen gezegenimizin zaten yeterince nüfusa sahip olduğunu unutmak anlamına gelir) açıkça daha birtakım spesifik politik düşünceler eklenir. Örneğin İsrailli sosyolog Orna Donath İsrail’deki doğum arttırıcı politikaların nedeninin her kadının geleceğin askerlerini yaratması şeklindeki örtük fikir olduğunu belirtir. Her iki durumda da, ebeveyn sorumluluğu hâlâ esas olarak kadınların omuzlarında bir yüktür…

Çeviren: Asya Naz Dinler

Bu yazının orijinali 3 Temmuz 2021’de Révolution Féministe sitesinde yayınlanmıştır.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.