“Benim için şarkı söylemek: Sevincimi, kederimi, öfkemi, sevgimi, tüm duygularımı dinleyicinin önüne sermek… Bin çeşit renkle nakış işlemek… Yiğidin alıyla, kederin karasıyla, acının sarısıyla, umudun mavisiyle… Bir çeşit haykırış, ağlatı, özgürlük, coşkunluk… Sonu sınırı olmayan bir zevk. Sesim ise, beni ‘güzel’e, ‘mut’a götüren bir araç, bir armağan,” diyen Tülay German 27 Ocak 1935 tarihinde İstanbul’da varlıklı denilebilecek bir ailede dünyaya gelir. Henüz dört yaşındayken şarkı söylemeye başlar; piyano dersleri alır. Kendi anlattığına göre ilk söylediği Yesari Asım’ın “Gurbet elde kimsesizim, buna sebep yar oldu” şarkısıdır. Ankara Radyosu’nda Ayşe Abla’nın cumartesi akşamları çocuklar için yaptığı programlarda Schubert’in Serenad’ını ve Ihlamur Ağacı’nı söyler.

Daha sonra Ankara Maarif Koleji’ne giden Tülay German, daha o yıllarda kendisine dayatılanı reddedip kendi bildiğini okuyan isyankar bir insan olarak hayatını sürdüreceğinin ipuçlarını verir. Kırmızı renginin kendisine çok yakıştığını söyleyip okul üniformasının rengini değiştirmek ister. Kendi deyimiyle “onlar gibi güçlü olduğunu” kanıtlamak için erkek öğrencileri döver ve okuldan uyarılar alır. Daha o yaşlarda kendine bir söz verir: Asla erkeklere muhtaç olmayacaktır ve evlenmeyecektir.

1956 yılında Üsküdar Amerikan Lisesi’ne giden Tülay German, o yıllarda şarkıcı olmaya karar vermiştir. Hatta bir gün sınıfta sorulan “Okulu bitirince evlenecek misiniz, yoksa üniversiteye mi gideceksiniz?” sorusuna “Ben şarkıcı olacağım,” diye cevap verdiği için okul müdürü tarafından azarlanır. “Özür dilerim Miss Martin ama Amerika’yı, çok iyi bir anne ve ev kadını olan kız kardeşiniz değil, Nat King Cole, Ella Fitzgerald gibi şarkıcılar tanıtıyor dünyaya,” diyerek müdüre cevap verir. Anılarında, Nat King Cole ve Ella Fitzgerald’ı siyahi oldukları için o gün özellikle andığını yazacaktır.

Tülay German, 1950’lerin sonunda “Bize bir şey ısmarlamak istedi. Kabul etmedim, ben ona bir içki ısmarladım,” diyerek tanışmalarını anlattığı, ilk sevgilisi İtalyan basçı Mario Bergamini ile tanışır. İlişkileri devam ederken Mario Bergamini evlenme teklifinde bulunur, Tülay German ise evlilik teklifini reddeder ve ona, onunla evlenemeyecek kadar onu çok sevdiğini söyler. Evliliği ise “Resmi bir yerde, resmi birtakım kağıtlar imzalamak. Ben senin malınım, demek. Ne emredersen onu yapacağım, demek. Sözünden çıkmayacağım, demek. Hem de iki tanık huzurunda. İki şahitle adam bile asılır! Mahkemede idam kararını kendi ellerinle imzalamak gibi bir şey…veya…idam değil de hayat boyu hapis gibi bir şey. Ölene dek kölelik!” diye tanımlar.

1960 yazında arkadaşlarıyla birlikte gittiği Süreyya Gazinosu’nda Tülay German’a sahneye çıkması teklif edilir ve ailesinden gizlice bu teklifi kabul eder. Bu onun ilk sahneye çıkışıdır. Sonrasında ilk profesyonel sahneye çıkışı ise Şişli’de bir gazinoda olur. Şişli’de sahneye çıktığı gazinonun arka sokağında bir ev tutar ve kendi deyimiyle özgürlüğüne de sahip olur. Düşmemiş Bir Uçağın Kara Kutusu adlı kitabında adını Atilla Orhon olarak yazdığı, o dönem gazinoya sıkça gelen bir yazarla aralarında yakınlaşma olur; daha sonra kıyafetlerine, davranışlarına ve sahneye çıkmasına karışan bu yazara karşı tavır alır ve ondan ayrılır. Bunu da şöyle anlatır: “Dün gece telefonda Atilla’ya, ‘İzmir’e gelmiyorum,’ dedim. Dinlemedi bile. ‘Hadi!.. Gelecek hafta görüşüyoruz,’ dedi, telefonu kapattı. Gitmeyeceğim. İzmir’den döndüm!.. Her şey bitti. Değil beş tane, bir tek çocuk bile doğurmayacağım. Canım isterse yarı belime kadar açık, kıpkırmızı elbiseler giyeceğim. Kimsenin ismini mismini taşımak istemiyorum. İstediğim yerde, istediğim şarkıyı da söyleyeceğim. Yemek de yapmayacağım. Her gece iki saat Atilla –veya başka Atillalar; Cengiz de Atilla, babam da Atilla, Bülent de Atilla, her erkek bir Atilla– uyusun da rahat edeyim diye banyoda ayakta sözde çorap yıkamayacağım… Daha yirmi yedi yaşındayım… Yaşayacağım.”

Tülay German, özgürlüğüne olan düşkünlüğü ve bir kadın olarak uğradığı ayrımcılıklara karşı aldığı isyankar tavırları ile kendisine yapılan her türlü kısıtlamaya karşı gelmiş, kıyafetinden İngilizce şarkı söylemesine kadar özellikle ailesinden gelen baskılara boyun eğmeden sahne tekliflerini kabul etmiş ve Summertime parçasıyla sahnelere çok iyi caz söylediğini göstermiştir. Sahneye çıkarken giydiği siyah süveteri ve siyah eteği ile adı basında “süveterli şarkıcı” olarak çıkan Tülay German, “Diğer sanatçılar gibi pullu payetli tuvaletler giyecek halim yok,” diyerek söylenenlerle dalga geçmiştir. Herkes hem o güne dek karşılaşmadığı bir sesle hem de alışılmadık bir tarzla karşı karşıyadır.

Tülay German 1960’larda caz söyleyen bir şarkıcısı olarak tanınsa da o, aslında Anadolu pop müzik türünün ilk kadın temsilcisidir. 1960’ların nispeten özgür siyasi ortamında radyoda yaptığı felsefe, kültür, sanat, sinema, caz konularındaki programları ses getiren Erdem Buri tarafından İstanbul Radyosu’na davet edilir ve Erdem Buri ile bu tanışma uzun bir hayat arkadaşlığı olarak Erdem Buri’nin ölümüne kadar devam eder. Dönemin entelektüellerinden olan Erdem Buri aynı zaman da gazeteci, yazar ve iyi bir caz dinleyicisidir. Fosforlu Cevriye’nin yazarı Suat Derviş’in de yeğeni olan Erdem Buri, Türkiye İşçi Partisi üyesidir. Bu tanışmanın ardından Erdem Buri, Tülay German’ı evine davet eder ve kendi deyimi ile bir okul niteliğindeki “Moda’daki ev günleri” başlar. Erdem Buri’nin evinde dönemin siyasi atmosferinin de etkisi ile sanattan siyasete sosyolojiden bilime birçok konu hakkında fikir alışverişi yapılan toplantılar yapılır. Bu ev aydınların ve sosyalistlerin de uğrak yeridir. Tülay German’ın “Paşa torunları gördüm… Romancılar, şairler, ressamlar, yönetmenler, filozoflar tanıdım. Düşlerinin gerçekleşeceğine inanan, düşünce özgürlüğünü savunup mahkemelerde, hapishanelerde acı çeken, kültürlü, namuslu ve alçakgönüllü, umut dolu insanlar,” diye anlattığı bu evin konukları arasında Yaşar KemalAziz Nesin, Ruhi Su, Orhan Kemal, Suat Derviş, Atıf Yılmaz, Suna Kan, Metin Erksan, Çetin Altan, Adnan Cemgil, Melih Cevdet, Oktay Rıfat gibi birçok isim vardır.

O günlerde Tülay German Anadolu ezgilerinden oluşan şarkılar söylemek için Ruhi Su’dan şan dersleri almaya, Aşık Nesimi Çimen ve Aşık Ali İzzet’ten türküler öğrenmeye başlar. Şair ve müzisyen dostlarının da yardımıyla kendine Anadolu ezgilerinden oluşan bir repertuvar hazırlayarak kendine özgü yorumu ile türküleri çağdaş yorumla söyler. Bunlar, aynı zamanda çok sesli Türk popüler müziğinin ilk adımlarıdır. İlk defa sadece Türkçe şarkılardan oluşan repertuvarıyla sahneye çıktığı gün kendisini alafranga müzik söylemediği için eleştirenlere “kraldan çok kralcı Amerikan züppeleri” diyerek cevap verir. Sonrasında repertuvarına aldığı politik şarkılarla baskı ve tehditlerin hedefi haline gelemeye başlar. O yıllarda Türkiye İşçi Partisi mitinglerinde de sahne alan Tülay German söylediği politik şarkılardan dolayı çalıştığı gazinodan kovulur.

1964 yılında Belgrad’da Balkan Melodileri Festivali’ne katılmak için kurulan Tanju Okan, Erol Büyükburç, Selim Özer, Alper Feyman, Yurdaer Doğulu, Erol Erginer’in yer aldığı “Milli Orkestra”ya Tülay German da katılır ve Balkan Melodileri Festivali’nde, eleştirmenlerin en beğendiği şarkıcı seçilir. Ardından Türk Pop müziğinin ilk “hit”i kabul edilen Burçak Tarlası 45’liğini doldurur. Plağın en sevilen şarkısı Burçak Tarlası’dır. Bir sene öncesinde ilk kez Burçak Tarlası’nı seslendirdiğinde çevresi tarafından yadırgandığını dile getiren Tülay German, türkünün hikayesini şöyle anlatır: “Çevrem, annem dahil, kocalarının paralarıyla yaşayan ve elini sıcak sudan soğuk suya sokmayan, şık ve gailesiz İstanbullu hanımlarla doluydu. Burçak Tarlası türküsündeki kadın ise çalışmaktaydı. Ağa için, ‘Bakın şu deyyusun kaç tarlası var!’ dediğine göre, belki farkında bile olmadan, büyük bir doğallık içinde politik bir bilince sahipti. Yine ağaya ‘Kalkar da giderim. Evini başına yıkar da giderim!’ dediğinde ise, bence kurulu düzene başkaldırmaktaydı. Bu, ağaya tavır koyan Anadolulu gelin, zaten çocukluğundan beri asi bir karaktere sahip olan bana, çok yakın gelmişti.” Türkünün sözleri, yapımcılar tarafından “deyyus” yerine “adam”, “zaptiye” yerine “kaynana” olarak sansürlenmek istense de German, sahnelerde üstüne basa basa “Bakın şu deyyusun kaç tarlası var!” diyerek aslı gibi söylemeye devam eder.

Bu arada Erdem Buri, Tülay German’ın finansal desteğiyle sanatın özgürce icra edilebileceği As Kulüp’ü açmayı başarır ve her gece dolup taşan bu kulüpte Ruhi Su ve Tülay German sahneye çıkmaya başlar. Dönemin neredeyse bütün aydınlarının, sanatçılarının ve sosyalistlerin geldiği bu kulüpte Aşık Veysel ve Aşık Ali İzzet gibi isimler de sahne alır. Yarının Şarkısı Türkiye İşçi Partisi’nin on beş milletvekiliyle meclise girdiği 1965 seçiminin şarkısı olur. Bu arada As Kulüp’e gelen tehditlerse her geçen gün artar, kapı altından Ruhi Su ve Tülay German’ın iskeletlerinin olduğu resimler ve tehdit mektupları bırakılır. İmam Hatip Okulları Talebeler Birliği’nin mitinginde mekanı yakma girişiminde bulunulması ve Tülay German’a sahnede silah çekilmesi, aynı dönemde Erdem Buri’ye komünist olduğu gerekçesiyle açılan soruşturmalar, uygulanan sansürler ve linç girişimleri nedeniyle Tülay German ve Erdem Buri Fransa’ya gitmeye karar verir. Fransa’ya gidecekleri günün gecesini ise Deniz Gezmiş ile birlikte geçirirler. Bu siyasi bir sürgündür ve Tülay German her fırsatta sürgünde yaşamanın acısından ve İstanbul’u ne kadar çok özlediğinden bahseder.

German için Fransa’da başlangıçta her şey oldukça zordur. Fransızca bilmiyordur, şarkı söyleyemez ve İstanbul’u çok özler. Sonrasında Fransa’daki dostlarının önerisiyle Philips isimli bir plak şirketiyle anlaşır ve diksiyon dersleri alarak Fransızca şarkı söylemeye başlar. Fransızca 10 plak doldurur. Pek çok Avrupa kentinde ve Brezilya’da plaklar, konserler, televizyon ve radyo programlarıyla ünlenir. Fakat bu yoğun programlar esnasında, saçından stiline kendisinden bir yıldız yaratmak için yapılan değişikliklere bir türlü alışamaz. O daha çok politik olarak neler yapabileceği, hangi şarkıyı söyleyebileceği üzerinde düşünür ve bir plağında siyahi Afrikalıların topraklarını, elmaslarını çalan beyaz adamın artık korkudan uykularının kaçma zamanının geldiğini anlatan Bir Toprak Parçası isimli Güney Afrika şarkısını seslendirir.

Bu esnada Fransa’da Mayıs 1968 direnişi patlak verir. Şehir öğrenci eylemleriyle, işçilerin ayaklanmasıyla, grevlerle ve yeni fikirlerin ateşiyle kaynamaktadır. Tülay German ve Erdem Buri, Paris sokaklarında bu direnişe tanıklık eder. Jean-Paul Sartre’ı Sorbonne Üniversitesinde bir amfide dinleme fırsatını da yakalayan Tülay German için direnişin yükseldiği, siyasi tartışmaların yürütüldüğü oldukça heyecan verici günler yaşanmaktadır. Sonrasında Philips’le kontratını yenilemek istemez ve bunun sebebini şöyle açıklar; “Son yaptığım plaktan memnun değilim. Bu tip Fransızca şarkılar söylemek istemiyorum. Dört yaşımdan beri şarkı söylemek mutluluktu benim için. Bir zamandır ıstırap haline gelmeye başladı. (…) Bu meslekte dönen dolaplar akıl alır gibi değil. Her şey önceden hesaplanmış. Nereye baksan dümen. (…) Sesini çıkarmadan her şeye katlanan biri de değilim. Düşündüm, ama çok düşündüm ve bir çare buldum: Philips’ten ayrılacağım,” der ve kontratını iptal ederek haklarını kendi parasıyla satın alır, özgürlüğüne kavuşur ve sokaklarda dans ederek bunu kutlar.

Fransa’ya geldiği günden bu yana aklında hep kendi ana dilinde şarkı söylemek olan Tülay German “Nasıl ki ben Strange Fruit’i Billie Holiday gibi okuyamazsam -ki okuyamam çünkü siyahi değilim- onlar da Karacaoğlan’ı benim okuduğum gibi okuyamazlar,” der ve Türkçe ve halk türkülerine ağırlık vermeye başlar. Fransa’da Türkçe olarak yaptığı ilk albüm, Charles Cros Akademisi 1981 Plak Büyük Ödülü’nü alır.

1975 yılında Paris’te kaydedilen, İlhan Mimaroğlu’nun son halini Amerika’da verdiği Tract albümü büyük yankı uyandırır. Yunus Emre’den, Nazım Hikmet’ten, Pir Sultan’dan şiirlerin bestelenmesinden oluşan bu albüm Tülay German’ın içine sinen bir albüm olur.

Daha sonra 1982’de Nazım Hikmet’e Saygı adlı bir albüm doldurduktan sonra 1987’de artık sahneleri bırakma zamanının geldiğini söyler. Son konserini Hollanda’da verir ve sessizce sahnelerden çekilir. Sahnelerden ayrılışını ise şöyle anlatır; “Tam zamanı. Sesim bozulmaya, nefesim tükenmeye, coşkum azalmaya, içimde yanan alev sönmeye yüz tutmadan, eskimeden, yıpranmadan, gürültüsüz, sessiz sedasız çekilmek… Kaybolmak. Bu gece Hollanda’da konserim var. Kimse bilmiyor son konserim olduğunu.” 1993’te Tülay German’ın 30 yıllık sevgilisi, yoldaşı Erdem Buri, tedavi gördüğü hastanede Tülay German’ın elini sımsıkı tutarak hayata veda eder.

Tülay German 1998’de The Song of Poets, yani “Şairlerin Şarkısı” albümünü çıkartır ve bu albüm 1999 yılında, Yunus’tan Nâzım’a adıyla Kalan Müzik tarafından Türkiye’de çıkarılır. Aynı sene Adam sanat dergisinde de yazılar yazmaya başlar Tülay German.

1996’da Erdem’li Yıllar adını taşıyan kitabı Bilgi Yayınevi tarafından yayımlanır. Bu kitap daha sonra Tülay German’ın eklemeleriyle Düşmemiş Bir Uçağın Kara Kutusu adıyla 2001 yılında Çınar Yayınlarından, 2019 yılında ise aynı isimle Afrika Yayınları tarafından yayımlanır.

2001 yılında yine Kalan Müzik tarafından daha önce yayımlanmamış kayıtlarla birlikte Burçak Tarlası albümü çıkar.

Tülay German, politik duruşunun yanı sıra, bir kadın olarak dayatılan erkek egemenliğine karşı da kendi seçimlerini yaparak hayatı yaşamış, lise yıllarında hayalini kurduğu gibi muhteşem sesiyle dünyaca tanınan bir şarkıcı olmuştur. Hayatını halen Paris’te sürdürmektedir.

 

Kaynaklar

Erdem’li Yıllar, Tülay German, Bilgi Yayınevi (1996).

Tülay German: Kor ve Ateş Yılları (Belgesel, yön. Didem Pekün ve Barış Doğrusöz, 2010).

Düşmemiş Bir Uçağın Kara Kutusu, Tülay German, Afrika Yayınları (2019).

İstanbul Kadın Müzesi web sitesi 

https://vesaire.org/tulay-german-turkusu-ozgurluk-sarkimiz/amp/

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.