1980’lerin ortalarından itibaren, reel sosyalist sistemin yaşadığı bunalımın aşılması, tıkanmış sistemin önünün açılması amacıyla Sovyetler Birliği’nde başlayan yenilenme (Glasnost ve Perestroyka) tartışmaları, doğal olarak sosyalist ülkelerin dışındaki sosyalist ve komünist partileri ve elbette ülkemizdeki sosyalist hareketi de etkiledi. Türkiye sol hareketinin önemli bileşenlerinden TİP ve TKP’nin 7 Ekim 1987’de birleşmesiyle kurulan Türkiye Birleşik Komünist Partisi içerisinde de, dünyanın değişen ekonomik ve siyasi koşullarına uygun, yeni bir örgütlenme ve siyaset tarzı yaratma konusunda ciddi tartışmalar yapıldı, yayınlar çıkarıldı.

Komünist partilerin yasal olarak kurulmalarına engel olan, TCK 141 ve 142. Maddelerinin kaldırılması talebiyle, Türkiye’ye dönen TBKP yöneticileri, 16 Kasım 1987’de tutuklandılar, hapse atıldılar. TCK 141 ve 142, Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardından, 1991 yılında, 163. madde ile birlikte kaldırıldı. TBKP çevreleri, Türkiye’de demokrasi ve özgürlükler alanını genişletmek amacıyla, 12 Eylül Anayasasının anti demokratik uygulamalarına karşı ülke çapında siyasal faaliyetlerini yoğunlaştırdılar.

Bu çerçevede TBKP’nin, toplumun farklı kesimleri içinde örgütlenmesini geliştirmek için, kendi politik çizgisiyle uyumlu olacak kadın ve gençlik dernekleri kurulması şeklindeki klasik örgütlenme tarzının dışında, yeni örgütlenme biçimleri yaratılması üzerine tartışmalar yürütüldü. Dünyada, klasik sol partilerin örgütleyemediği milyonlarca insan; sanayileşmenin getirdiği kirlilik, ozon tabakasının delinmesi, dünyanın yaşanabilir bir gezegen olmaktan çıkabileceği endişesiyle ekolojik- çevre hareketlerine katılmaktaydı. Kadın özgürlüğü için mücadele eden, siyasi partilerden bağımsız çok çeşitli kadın örgütlenmeleri ortaya çıkmakta; klasik parti çatısı altında toplanamayan çok renkli, hiyerarşik örgütlenmeyi reddeden gençlik hareketleri görülmekteydi. Toplumun farklı kesimleri içinde, farklı somut talepler etrafında hak arama, daha fazla eşitlik ve özgürlük talepleriyle, “yığınsal demokratik hareketler” ortaya çıkmıştı.

Dünyayı değiştirme iddiasıyla sınıf mücadelesi veren siyasi partiler dışında, yığınsal demokratik hareketler, tüm dünyada değişimin önemli bir toplumsal dinamiği oldu. Bu koşullarda TBKP, mücadele pratiği içinde toplumun farklı kesimleriyle bir araya gelme olanağı veren ve her türlü ayrımcılığa karşı, yükselen muhalif hareketlerle bağ kurabileceği örgütlenme biçimleri konusunda yeni adımlar atmıştı. Belirli talepler etrafında bir araya gelen demokratik kadın hareketinin bir parçası olabilecek örgütlenme biçimleri üzerine, partili kadınlara çalışma sorumluluğu verildi. Adımlar gazetesinin Cağaloğlu bürosunda yapılan bir toplantıda dört kadının sorumluluk üstlendiği bir çalışma yürütüldü. Hiyerarşik bir örgütlenmeyi baştan reddeden, bağımsız bir kadın çalışması yapabileceğimiz, ülkemizde faaliyet yürüten muhalif kadın çevreleriyle yan yana gelebileceğimiz bir örgütlenme biçimi üzerine tartışmalar yapıldı. 1988 yılında, 50 civarında sosyalist kadından oluşan grubumuzla beş altı ay süren toplantıların ardından, Tünel’de, Kadın Kültürevi’ni açmaya karar verdik. Belirli hiyerarşik çalışma yapısına dayanan, klasik bir kadın derneği kurmak yerine, yönetim kurulları bulunmayan, çalışmak isteyen her kadının eşit söz hakkı olduğu; her kararı, en geniş katılımla tartışarak birlikte alabileceğimiz, aynı zamanda dayanışmaya ve birlikte mücadele etmemize imkan veren bir mekân oluşturduk. Kadın Kültürevi, kuruluşunda, her kadına açık olan, üye olma zorunluluğu bulunmayan, farklı çevrelerde faaliyet yürüten kadınların bir araya gelebilecekleri bir zemin olarak tarif edilmişti.

Kurulduğu günden itibaren, feminist ve sosyalist feminist gruplar başta olmak üzere, bağımsız kadın hareketinin bileşeni olan farklı kadın gruplarına çağrı yapılarak iletişim kurulmuş; kadınları ilgilendiren her konuda birlikte çalışmak üzere toplantılar düzenlenmiş; söyleşi, panel benzeri etkinliklerle kadın politikaları tartışılmıştı. 1988-89 yılında, iletişim kurulan farklı kadın grupları içerisinde; Ayşe Düzkan ve Handan Koç’un çıkardıkları radikal “Feminist” Dergi grubu, Gülnur Savran, Filiz Karakuş, Filiz Koçali gibi isimlerin yer aldığı sosyalist feminist “Kaktüs” Dergisi çevresi, Ayrımcılığa Karşı Kadın Derneği, Emekçi Kadınlar Derneği, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Kadın Eserleri Kütüphanesi kurmak için çalışan Şirin Tekeli, Duygu Asena gibi akademisyen ve yazar kadınlar vardı. O dönemde, Uğur İlhan’ın içinde olduğu bir grup kadın arkadaşımız, Yıldırım Aktuna’nın belediye başkanı olduğu Bakırköy belediyesiyle, Türkiye’de bir ilk olan Kadın Sığınma Evi açılması için görüşmeler yapıyorlardı. Bu kadınların çabaları sonucunda, ilk kadın Sığınma Evi Bakırköy’de, daha sonra Şişli’de açıldı. Ayrıca, avukat Canan Arın’ın içinde olduğu feminist bir kadın grubu, belediyelerden bağımsız olarak yürütülen Mor Çatı Sığınma Evi projesini hazırlıyordu. Bütün bu farklı alanlarda çalışma yapan kadın gruplarıyla temas sağlanmış, ortak çalışma yapmanın olanakları yaratılmaya çalışılmıştı. Kadın Kültürevi’nde yapılan toplantılarda, bağımsız kadın hareketinin farklı bileşenleri bir araya geliyor; kadın politikaları üzerine tartışılıyor ve önerilen konular üzerine çalışmalar yapılıyor, kampanyalar düzenleniyordu. 1989’da, Türkiye çapında yaklaşık 2000 kadının katılımıyla, Beşiktaş’ta, ilk bağımsız Kadın Kurultayı yapıldı. İlk defa çok farklı çevrelerden oluşan kadın grupları bir araya gelmiş; “Edebiyatta Kadının Yeri”, “Siyasal Hayatta Kadın”, Ayşe Düzkan’ın sunduğu “Bekâr Annelik Üzerine”, “Kadınlara Dayatılan Güzellik Ölçütleri” gibi bütün kadınları ilgilendiren konularda tebliğler verilmiş, atölye çalışmaları yapılmıştı.

1989 yılı 8 Mart etkinlikleri ortak çalışma yapılarak düzenlenmiş, aynı yıl yapılan “Bedenimiz Bizimdir. Cinsel Tacize Hayır” kampanyası Kadın Kültürevi’nde yapılan toplantılarda tartışılarak hayata geçirilmiş ve tüm Türkiye’de yüksek sesle dile getirilemeyen, örtbas edilen, neredeyse bahsedilmesi yasak olan taciz konusunda kadınların sesini duyurmuştu. Vapurlarda Mor İğneler satılarak başlatılan kampanya büyük ilgi görmüştü. Bağımsız kadın hareketinin bileşenleriyle, Kadın Kültürevi sürecinde, ortak başka eylemler de yapıldı. Örneğin 1989’da, cezaevlerinde tek tip elbiseyi dayatan 1 Ağustos genelgesine karşı, cezaevlerinde başlayan direnişe destek olmak amacıyla kadınlar; siyah elbiseler giyerek Beyoğlu ve Beşiktaş’ta siyah protesto eylemleri yaptılar. Bu süreçte, bağımsız kadın hareketinin parçalı ve çok renkli yapısını temsil edebilecek, ortak mücadele pratiğini yansıtacak, popüler bir dergi çıkarma düşüncesi de tartışıldı.

Kadın Kültürevi’nin kuruluşuna öncülük eden kadınlar, başlangıçta kendilerini feminist olarak tanımlamayan, sosyalist kadınlardı. Sol literatürün “Sosyalizm ve Kadın”, “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” gibi kadın sorunu üzerine başucu kitaplarını okumuş; 8 Mart’ı Emekçi Kadınların Birlik ve Mücadele Günü olarak 2. Enternasyonal’in Kadın Konferansı’nda öneren Clara Zetkin’in görüşlerini geçerli sayan kadınlardık. Dünyada eşitsizliğin kaynağı kapitalizmdi ve temel mücadele, işçi sınıfının, tüm ezilen emekçilerle birlikte kapitalizme karşı yürüttüğü sınıf mücadelesiydi. Kadınların kurtuluşu, esas olarak kapitalizmin yıkılıp yerine tüm insanlara eşitlik ve özgürlük getirecek sosyalizmin kurulması ile mümkün olabilirdi. Sosyalist Enternasyonal’in Kadın Seksiyonu, işçi ve emekçi sınıfına mensup kadınların ezilmişliğine vurgu yaparak, sendikal ve politik mücadele yürütüyordu.  Türkiye’de, 1975’te TKP çizgisindeki kadınların kurduğu İlerici Kadınlar Derneği (İKD) de, benzer şekilde esas olarak işçi ve emekçi kadınlar arasında örgütlenmişti.

Ancak Kadın Kültürevi sürecinde yer alan sosyalist kadınların düşünceleri, İKD geleneğinden gelen sosyalist kadınlar da dahil olmak üzere; bağımsız kadın hareketinin bileşenleriyle yürütülen ortak tartışma ve çalışma içerisinde, feminizmin ortaya koyduğu erkek egemenliği, patriyarka, toplumsal cinsiyetçilik gibi kavramlara ilişkin değişmeye başlamıştı. Sosyalist partiler içerisinde politik mücadeleye katılan “bilinçli” sosyalist kadınlar; özel alan kabul edilen ev içinde, ev işlerinden ve çocuk bakımından sorumlu tutulmalarını; siyasette, sınıf partilerinde bile üst kademelerde çok az yer almalarını sorgulamaya başladılar. Kadınların ikinci cins olarak aşağılanmalarının sadece kapitalizmle açıklanamayacağını, farklı sınıflardan bütün kadınların ayrımcılığa uğradığını, cinsiyet temelli baskı gördüğünü kabul ettiler. Sosyalizm için mücadeleden vazgeçmeden, feminizmin kadınların kurtuluşu için ortaya koyduğu mücadeleye katıldılar. Kadınların kurtuluşu, iktidarlardan, her türlü siyasi hareketten ve erkeklerden bağımsız olarak; cinsiyetçi iş bölümüne ve her alanda erkek egemenliğine karşı kadınların mücadele etmesiyle mümkün olacaktır.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.