Leylâ (Bilgin) Erbil 12 Ocak 1931’de Kocamustafapaşa’da kalabalık bir konakta dünyaya gelir. Hikayelerinde ve romanlarında sık sık karşımıza çıkan, çoğu zaman ya giden ya da ölen denizci/kaptan baba figürlerine benzeyen, denizcilikle uğraşan beş erkek kardeşten birisidir babası Hasan Tahsin Bilgin. İçine doğduğu bu dünya, metinlerine vapurlar, limanlar hatta belki de Mustafa Suphi hikâyesi olarak sızar.  Leylâ Erbil’in annesi Huriye hanımı düşündüğümüzde 1985 yılında Adam Yayınları’ndan çıkan Karanlığın Günü’nde Neslihan’ın annesinin isminin Nuriye oluşu bir tesadüf olamaz. Fakat bu, Leylâ Erbil’in eserlerinin otobiyografik olduğu klişe sonucunu getirmez aklımıza. Çünkü yazın hayatının başından beri kaynakları arasında Marx ve Freud’u gösteren  Leylâ Erbil, kendi çevresinden ve ailesinden yola çıkarak tüm bir toplumu ve sistemi sorunsallaştırır. O nedenle Tuhaf Bir Kadın romanında da, tamamen erkek egemen bir ortamda, genç bir kadın yazarın doğuşunu dillendirirken, kendi deneyimini merkeze koyarak ama onunla sınırlı kalmayarak hem eleştirel bir kadın yazını oluşturur hem de daha sonra Leylâ Erbil edebiyatında nicelerine rastlayacağımız kadın yazar karakterlerden birini yaratır.

Beyoğlu ve Kadıköy Kız Liseleri’nde lise eğitimini tamamlayan Leylâ Bilgin, 1950 yılında İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümüne başlar. Okulu iki defa evlilik nedeniyle bırakmasını da belki tarihe not düşmek yerinde olur. Zaman zaman ara vermiş de olsa, eğitimini ne kadar ciddiye aldığını yazarın yıllarca saklamış olduğu, üniversite döneminden kalan ve şu anda Leylâ Erbil arşivinin bir parçası olarak koruma altına alınmış olan ders defterleri ve notlarından izlemek mümkün.

Kaynakları arasında gösterdiği Sait Faik ve Beckett’a ithaf ettiği ilk öykü kitabı Hallaç’ı ancak 1960 yılında yayınlayan Leylâ Erbil esasen yazmaya 1950’li yıllarda başlamış ve ilk öyküsü “Uğraşsız”ı 1956 yılında okurla paylaşmıştır. Leylâ Erbil edebiyat üretimine, öykü kitaplarının ardından, çoğu zaman tür sınırlarını zorlayan romanlarla devam eder. Leylâ Erbil edebiyatını biricik kılan özelliklerden birisi de toplumsal konvansiyonlarla hem kişisel olarak mücadelesini sürdüren hem de benzer karakterleri romanlarının merkezine koyan Erbil’in dil, noktalama işaretleri ya da türsel kabuller bağlamında da bu defa edebi konvansiyonlara cesurca meydan okumasıdır. Bu meydan okumanın en iddialı örneklerinden birisi Mustafa Horasan’ın desenleri ve farklı fontlardaki metin parçalarının takibi güç parçalı bir kolajından oluşan, adeta romanı önceleyen türlere bir atıfta bulunan 2001 tarihli Cüce metnidir.

Erbil aramızdan ayrıldığı 2013 yılına kadar edebi üretimini aktif olarak sürdürür. 1960’lı yıllarda Türkiye İşçi Partisi üyeliği ile başlayan politik anganjmanı da Türkiye Yazarlar Sendikası kuruculuğu, PEN Yazarlar Derneği üyeliği gibi görevlerle devam eder. Ve arşivinin de açıkça ortaya koyduğu gibi sadece edebi metinlerinde değil mesleki yazışmaları, yayınevleri ile ilişkileri ya da dünyanın çeşitli yerlerinde edebiyat dernekleri ile olan yazışmalarında da eleştirel bir duruşla mücadelesini daima canlı tutar.

Ahmet Cemal, Leylâ Erbil’in bir direnme eylemi olarak yazdığını söylerken onun edebiyatının bir direnişi ya da direnişin kendisini dille temsil etmek yerine, yazdığı dili o direnişe dönüştürdüğünü söylüyordu. Özellikle Kalan romanı ile ulaştığı dilsel ve türsel sınırlar düşünüldüğünde katılmamak mümkün değil. Bugün okur olarak bu direnişin yolu, Leylâ Erbil’in yazdıklarını, talep ettiği emek ve mesaiyi vererek okumaktan geçiyor.

“Al götür onları gözüm görmesin!” dedi, ikramda bulunurcasına bana! Onları da topladım. “Keşke numaralasanız ya da tarih belirtseniz; böyle zor oluyor,” dedim. “İnsan zihni, insan düşüncesi sıra numarasına göre çalışmıyor ki!” dedi.

Giderken arkamdan, “İstersen yırt? Ya da yak, yok et!” diye seslendi. “Olur mu öyle şey Zenime Hanım, ben sizin gibi bir yazar tanımadım hayatımda, kıyar mıyım hiç onlara!” dedim. Göz göze durduk bahçe kapısının önünde, şüphelenmişti birden benden; gözüme sahih konuşan insanların perdesini indiriverdim ve “Yazdıklarınızı düzenleyemedim henüz ama öylece karışık okuduklarımdan bile ne denli üstün bir yazın adamı olduğunuz anlaşılıyor nasıl yakarım onları?”  dedim, bekledim; gözlerinin camgöbeği yumuşayıverdi. Ve o anda şimdiye kadar hiç tanık olmadığım bir şiveyle “Şükraaan” dedi. (…) Sonra da “Leylâ” dedi,  “yazın adamı değil kadınıyım ben! Anlayacaksın tümünü okuduğunda!” “Aaa! Elbette, elbette dilim sürçmüş, yazın adamı mı dedim yoksa!” diye hayıflandım bir süre. (Cüce romanının “Yazarın Notu” bölümünden, (S. XIV), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2017, 5. Basım).

Yayın hayatının başından bu yana modernist bir yaklaşımla avangart, kapalı, eleştirmenine ve okuruna meydan okuyan bir biçimde yazan Leylâ Erbil edebiyatını anlama ve anlamlandırma süreçlerinde arşivinde yer alan malzeme yeni kapılar aralayabilir.

Kızı Fatoş Erbil tarafından Boğaziçi Üniversitesi Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi’ne bağışlanan Erbil Arşivi üzerine yapılan çalışmalar sürmekte. Konu ile ilgili linkler:

http://arsivmerkezi.boun.edu.tr/collections/Leylâ-erbil.php

http://nazimhikmetmerkezi.com/projeler/Leylâ-erbil-ozel-koleksiyonu/

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.